Dilin Dibi: Word'e göre Türkçe'den sınıfta kaldım
“Lisanımızdaki Arabi kelimeleri ihraç edeceğiz” derken ne kadar trajikomik duruma düştüğünü fark edemeyen İsmet İnönü, Arapça kökenli ismiyle müsemma olaydı da kendisine ‘günahsız’ diyeydik. Maalesef adaların da İzmir’e ne kadar yakın olduğunu fark edemediği(!) için bunu diyemiyoruz. Fakat konumuz zaten bu değil. Ben, lisanı sadeleştirme çabasının manayı da çoraklaştırdığı gerçeğiyle ilgili bir iki söz eyitmek istiyorum.
Evet. Söz, eyitilirdi eskiden.
Yani söz söylemenin temeli eylemekti, yapmaktı. Dolayısıyla yapmadığınız şeyin
sözünü söylemezdiniz. Eylediğinizi dillendirince sözünüzün tesiri olurdu. İşte
lisanımızdaki Arapça kelimeleri atmak şöyle dursun, öz Türkçe’den de olduğumuzu
gösteren bu örnekteki gibi daha pek çok ufuk açıcı incelikler saklı dil
denizinin dibinde. İyice dibin dibini görmeden dilin dibini bilin derim.
Bilelim.
‘Ir’ veya ‘yır’ diye bir
kelimemiz var. Bakmayın siz Word’ün hatalı deyip altını kırmızıyla çizdiğine.
Bu kelime gerçekten ilginç. Geçenlerde Yunus Emre dizisini tekraren izlerken
farklı bölümlerde birkaç kez kullanıldı ve merakımı celp etti. Bugün hala
Anadolu’nun köylerinde kısmen kullanılıyor. Kubbealtı lügatte ‘nağme’ diye
geçen bu kelimemiz, ekler ve türevleriyle engin bir tefekkür dünyası sunuyor.
‘Ir-mak’ kelimesi mesela. Denize
dökülmesi şartıyla bir akarsuya ‘ır-mak’ deriz. Ve ır-mak akarken bir ses, bir
‘nağme’ çıkarır. Denize kavuşana kadar bu nağme devam eder. Anadolu’da yaşayan
‘türkü ırlamak’ tabiri de uzaktaki sevdiğine kavuşmak isteyen âşığın
‘nağme’lerinden başka bir şey değildir. Dizide de Allah’a kavuşmak isteyen
dervişler, Anadolu’dan Hoy’a epey uzak yoldan gelen Yunus Emre’ye kendisinin
ilahisini ırlıyorlardı.
Uzak deyince de hemen ‘ır-ak’
kelimesini hatırladık sanıyorum. Uzak anlamındaki ‘Ir-ak’ kelimesi de ‘ır’la
yani ‘nağme’yle bağlantılı. Dağdan denize yani uzağa, ırağa akar ırmak bin bir
nağmeyle. Âşık gurbette yani uzakta, ıraktadır ve hasret nağmeleri ırlayıp
durur. Irak ülkesinin adı, uzak memleket olduğu için Irak’tır. Ve biz ‘Mum
kimin yanan Kerkük’ türkülerinden biliriz Irak’ı. Ayrıca musikimizde de gayet
ağır başlı bir ırak perdesi vardır. "Hasretle tamâm nâle döndüm
sensiz" mısraıyla başlayan yürük semâisi… Ve tabi, “Estergon kalesi su
başı durak / Kemirir gönlümü bir sinsi firak / Gönül yâr peşinde yâr ondan
ırak”ı da unutmamak lazım. Bunları hatırladıkça ‘ıra’mız şekilleniyor. Ira yani
karakter. Irladığımız türküler, ıramızı ırmak gibi ırgalar.
Bazen de ‘yır’ şeklinde karşımıza
çıkan bu kelime, kimi yörelerde ırmak yerine kullanılan ‘yırmak’ ifadesinde ses
bulur. Hatta bu kullanım, ‘yır-t-mak’ ve ‘a-yır-mak’ kelimelerinde farklı bir
yönüyle daha karşımıza çıkar. Su, toprağı ‘yırtarak’ ve ikiye ‘ayırarak’ ırmak
olur ve denize ulaşır. Iraklık ise âşığı sevdiğinden ayırır ve bu ayrılık su
gibi akan bir nağmeye, ır’a dönüşür. Türkü de aslında gönülden ayrılır da
ırlanır, söylenir. Bu sözler bir çift yaşlı gözden ırmak olur akar.
Biz konudan daha fazla ıramadan,
sadede gelelim.
Şu yaptığımız küçücük düşünme
denemesi bile kelimelerimizin köklerine indiğimizde nice denizler çıkarıyor
karşımıza. Her biri farklı bir mana ırmağıyla beslenerek varlığını sürdürmeye
çalışan denizler. Çalışan dedim çünkü maalesef ilgilenmiyoruz onlarla. Günü
kurtarmaya yarayacak birkaç yüz kelimeyle güya başarı hayalleri kuruyoruz.
Başarmak hayal etmekle olur, hayal ise kelimelerle kurulur. Düşünemeyen hayal
edemez. Kelimesi olmayan, düşünemez.
İşte ne olduysa yine lisanın
orasını burasını kurcalamaktan oldu. Durduk yere trajikomik fikirler türetildi.
Dilin doğal seyrine müdahil olundu ve gelişme sekteye uğradı. O halde şunu
diyelim; İsmet İnönü bugün yaşasa, lisanımızdan Arabi kelimeleri ihraç etmekle
uğraşmazdı çünkü zaten lisan kalmadı.
Ey dildeki Molla Kâsımlar, Allah
sizin ‘tanrısal ödenti’nizi artırsın emi(!).