Dilini kaybedenler özgürlüklerini kaybetmeye mahkûmdurlar
Dil, milletleri millet yapan özelliklerin başında gelir. Zira milletler dilleriyle yaşarlar.
Prof.
Dr. Muharrem Ergin dilin tanımını şöyle yapar: “Dil, insanlar arasındaki
iletişimi sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen
canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal
bir müessese; seslerden örülmüş muazzam yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda
atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir.”
Bu
tanım dilin ne kadar önemli bir değer olduğunu yeterince anlatmaktadır. Dilini
kaybeden toplumlar kültürlerini kaybederler, dilini ve kültürünü kaybedenler
geçmişlerini kaybederler. Geçmişini kaybeden milletlerin geleceğe yürümeleri
zordur.
Sömürge devletleri sömürdükleri milletlere
öncelikle kendi dillerini dayatırlar. Afrika kıtasında sömürülen devletlerin
hemen hemen hepsinin dilinin değiştiğine şahit olmak mümkündür. Bu kıtada,
başta Fransızca olmak üzere İngilizce ve sömürge devlet dilleri ana dilinden
daha çok kullanılmaktadır.
Tarihe bakıldığında dillerin bazen
zorla değiştirildiği, bazen de yozlaşma yoluyla değiştiği görülür. Her iki değişim
de vahim bir durumdur.
Prof. Dr. Lütfü Özşahin dilde
yozlaşmanın doğuracağı sonuçları şu cümlelerle dile getirir: “Bir toplumda
dilin bozulması o dile ait kelime ve kavramları bağlamlarının anlam kaybına
uğraması, buharlaşması yani içlerinin boşaltılması ve bir anlam ifade etmemesi
o toplumu kısa sayılmayacak bir gelecekte çöküşün ve yok olmanın eşiğine
götürür. Çünkü kendini ifade edemeyen birey ve toplum, kişilik ve kimliğini
kaybettiğinden dolayı aşağılık kompleksinin eşlik ettiği nevrotik bir ruh
haliyle, doğal olarak başka toplum ve medeniyetlerin kültürel hegemonyasına
girecekleri için, dirençlerini yitirirler ve sonuçta kendiliğinden
sömürgeleşerek aline (alination) olurlar.”
Millet olarak dil değiştirilmesine
yabancı değiliz. Yüzlerce yıl kullandığımız Osmanlıca yasaklanıp yerine Latin
alfabesi dayatılmıştır.
Yapılan dayatmayı Harran
Üniversitesi Siverek Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğr. Üyesi Hasan Bardakçı
şöyle yorumlar:
“Harf inkılabı; 1928 yılında Türkiye'nin
Avrupalılaşma konusunda yapmış olduğu faaliyetlerden bir tanesidir. Harf inkılabı,
Türkiye'de en çok tartışılan konulardan biridir. Köklü toplumlar genelde
kökleri ile iradelerini ortaya koyarlar. Bizim bir yerde kökümüz kesildi. İfade
edeceğimiz bir şeyimiz kalmadı. Ders alabileceğimiz, içerisinden bir şeyler
çıkarabileceğimiz kaynaklarımız kalmadı. Çünkü dedelerimiz, her gün okumuş
oldukları kaynakları bir anda okuyamaz hale geldiler. Biz bunun zorluğunu
yaşadık. Belki de bizim toplumumuzun bu son 100 yılda bir türlü
toparlanamamasının sebeplerinden biri de budur. Biz o açığı ancak 100 yılda
kapatabildik.”
Milletimizin
hafızasında harf inkılabının olumsuz izleri bulunmaktadır. Milletin kahiri
ekseriyeti inkılapla Latin alfabesinin öğrenilmesi değil, temeli İslam’a
dayanan yazının yasaklanması düşüncesi yatmaktadır. Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan bu durumu, “Madem bir Türk alfabesi
aranıyordu, neden İsrail’de iki bin yıl önceki İbrani hurufatına dönüldüğü
gibi, milli alfabe sayılan Göktürk harflerine dönülmedi de yabancı olan Latin
alfabeleri tercih edildi?” cümlesiyle ifade eder.
Latin alfabesini
kabul etmekle geçmişten gelen tarihi tecrübe ve kültür bir gecede yok edilmiş, kültür
ve düşüncede ibre Batı’ya çevrilmişti.
Merhum M. Necati Özfatura harf devriminin ne anlama geldiğini
şu cümlelerle açıklar:
“O devirde yaşayan İslam âlimleri (satılmış olanlar hariç)
‘Harf devrimini Kur'an-ı Kerim’e karşı bir saldırı ve Hıristiyan dünyasına ve
dinine bir yakınlaşma ve Hıristiyan Batı kültüründe erime olarak gördüler.’”
Geçmişte yaşanan bu mesele bugün hem kültürümüzde hem de
toplumun sosyal dokusunda derin izlerini göstermektedir.
Yapılan harf devrimi ise hızlı bir şekilde evrim
geçirmektedir. Yaşanmakta olan evrim toplumumuzu Batı’nın köhneleşmiş
kültürünün bataklığına sürüklemektedir.
Dil evriminin ciddi şekilde tartışılması ve çözüm yolunun
bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Nasıl ki biz, Osmanlıca değiştirilip Latinceye geçilmesi
sebebiyle ecdadımızın kaleme aldığı eserleri veya dedelerimizin mezar taşlarını
okuyamıyoruz, bizim torunlarımız da günümüzde yazılan eserleri okusa bile
anlayamayacaktır.
Dilde
yaşanan evrim sebebiyle, merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın harf inkılabından on
yıl sonra, 1938 yılında tamamladığı Hak Dini Kur'an Dili adlı eserini ilk
baskısından okumak isteyenler büyük oranda anlayamayacağı gibi, günümüzde
yazılan eserlerin birçoğunu birkaç nesil sonrası anlayamayacaktır.
Kültürün
her alanında yozlaştığımız gibi dilde de yozlaşıyoruz. Bu hususta birkaç örnek
vererek yazımızı tamamlayalım.
Anadolu
insanının dilinde sürekli yer bulan “münevver” silinip yerine “entelektüel”
kelimesi dayatılmış ve toplum tarafından da ne yazık ki kabul görmüştür.
Aynı şekilde
“süs” yerine “dekor”, “yerleşke” yerine “kampüs”, “savunma” yerine “defans”,
önder” yerine “lider”, “biçim” yerine “format” kelimeleri tercih edilmiş ve
bunlar gibi binlerce yabancı kelime toplumumuzda kullanılır olmuştur.
Dilimizde kullanılan bazı yabancı kelimelerin
Türkçe karşılıklarının bulunmaması dilde Batı’ya teslimiyetin resmidir.
Holding, radikal, radar, tablet, üniversite, karate bu kelimelere örnek
gösterilebilir. Bunlar gibi nice kelimeler…
Eğer istenmiş olunsaydı
yabancı kelimeler yerine Türkçe kelimeler oluşturulabilirdi. Mesela
“bilgisayar” kelimesi Türkçe bir kelimedir ve toplum dilinde kabul görmüştür.
Yazıda
her ne kadar dilde evrim diye kullanmış olsak da kabul gören ifade dil
kirliliğidir. Dil kirliliğinin oluşturduğu zarar su, hava ve çevre kirliliğinin
oluşturduğu zarardan çok daha tehlikelidir. Dil kirliliği düşünce kirliliğini,
düşünce kirliliği kültür kirliliğini doğurur. Kültürünü muhafaza edemeyen
toplumlar kimlik bunalımı yaşarlar. Kimlik bunalımı yaşayan toplumlar da düşman
taarruzlarına cevap veremez duruma düşerler.