18 Kasım 2021

​Dilini kaybedenler özgürlüklerini kaybetmeye mahkûmdurlar

Dil, milletleri millet yapan özelliklerin başında gelir. Zira milletler dilleriyle yaşarlar.

Prof. Dr. Muharrem Ergin dilin tanımını şöyle yapar: “Dil, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir.”

Bu tanım dilin ne kadar önemli bir değer olduğunu yeterince anlatmaktadır. Dilini kaybeden toplumlar kültürlerini kaybederler, dilini ve kültürünü kaybedenler geçmişlerini kaybederler. Geçmişini kaybeden milletlerin geleceğe yürümeleri zordur.

Sömürge devletleri sömürdükleri milletlere öncelikle kendi dillerini dayatırlar. Afrika kıtasında sömürülen devletlerin hemen hemen hepsinin dilinin değiştiğine şahit olmak mümkündür. Bu kıtada, başta Fransızca olmak üzere İngilizce ve sömürge devlet dilleri ana dilinden daha çok kullanılmaktadır.

Tarihe bakıldığında dillerin bazen zorla değiştirildiği, bazen de yozlaşma yoluyla değiştiği görülür. Her iki değişim de vahim bir durumdur.

Prof. Dr. Lütfü Özşahin dilde yozlaşmanın doğuracağı sonuçları şu cümlelerle dile getirir: “Bir toplumda dilin bozulması o dile ait kelime ve kavramları bağlamlarının anlam kaybına uğraması, buharlaşması yani içlerinin boşaltılması ve bir anlam ifade etmemesi o toplumu kısa sayılmayacak bir gelecekte çöküşün ve yok olmanın eşiğine götürür. Çünkü kendini ifade edemeyen birey ve toplum, kişilik ve kimliğini kaybettiğinden dolayı aşağılık kompleksinin eşlik ettiği nevrotik bir ruh haliyle, doğal olarak başka toplum ve medeniyetlerin kültürel hegemonyasına girecekleri için, dirençlerini yitirirler ve sonuçta kendiliğinden sömürgeleşerek aline (alination) olurlar.”

Millet olarak dil değiştirilmesine yabancı değiliz. Yüzlerce yıl kullandığımız Osmanlıca yasaklanıp yerine Latin alfabesi dayatılmıştır.

Yapılan dayatmayı Harran Üniversitesi Siverek Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğr. Üyesi Hasan Bardakçı şöyle yorumlar:

 “Harf inkılabı; 1928 yılında Türkiye'nin Avrupalılaşma konusunda yapmış olduğu faaliyetlerden bir tanesidir. Harf inkılabı, Türkiye'de en çok tartışılan konulardan biridir. Köklü toplumlar genelde kökleri ile iradelerini ortaya koyarlar. Bizim bir yerde kökümüz kesildi. İfade edeceğimiz bir şeyimiz kalmadı. Ders alabileceğimiz, içerisinden bir şeyler çıkarabileceğimiz kaynaklarımız kalmadı. Çünkü dedelerimiz, her gün okumuş oldukları kaynakları bir anda okuyamaz hale geldiler. Biz bunun zorluğunu yaşadık. Belki de bizim toplumumuzun bu son 100 yılda bir türlü toparlanamamasının sebeplerinden biri de budur. Biz o açığı ancak 100 yılda kapatabildik.”

Milletimizin hafızasında harf inkılabının olumsuz izleri bulunmaktadır. Milletin kahiri ekseriyeti inkılapla Latin alfabesinin öğrenilmesi değil, temeli İslam’a dayanan yazının yasaklanması düşüncesi yatmaktadır. Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan bu durumu, “Madem bir Türk alfabesi aranıyordu, neden İsrail’de iki bin yıl önceki İbrani hurufatına dönüldüğü gibi, milli alfabe sayılan Göktürk harflerine dönülmedi de yabancı olan Latin alfabeleri tercih edildi?” cümlesiyle ifade eder.

Latin alfabesini kabul etmekle geçmişten gelen tarihi tecrübe ve kültür bir gecede yok edilmiş, kültür ve düşüncede ibre Batı’ya çevrilmişti.

Merhum M. Necati Özfatura harf devriminin ne anlama geldiğini şu cümlelerle açıklar:

“O devirde yaşayan İslam âlimleri (satılmış olanlar hariç) ‘Harf devrimini Kur'an-ı Kerim’e karşı bir saldırı ve Hıristiyan dünyasına ve dinine bir yakınlaşma ve Hıristiyan Batı kültüründe erime olarak gördüler.’”

Geçmişte yaşanan bu mesele bugün hem kültürümüzde hem de toplumun sosyal dokusunda derin izlerini göstermektedir.

Yapılan harf devrimi ise hızlı bir şekilde evrim geçirmektedir. Yaşanmakta olan evrim toplumumuzu Batı’nın köhneleşmiş kültürünün bataklığına sürüklemektedir.

Dil evriminin ciddi şekilde tartışılması ve çözüm yolunun bulunması gerektiğini düşünüyorum.

Nasıl ki biz, Osmanlıca değiştirilip Latinceye geçilmesi sebebiyle ecdadımızın kaleme aldığı eserleri veya dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz, bizim torunlarımız da günümüzde yazılan eserleri okusa bile anlayamayacaktır.

Dilde yaşanan evrim sebebiyle, merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın harf inkılabından on yıl sonra, 1938 yılında tamamladığı Hak Dini Kur'an Dili adlı eserini ilk baskısından okumak isteyenler büyük oranda anlayamayacağı gibi, günümüzde yazılan eserlerin birçoğunu birkaç nesil sonrası anlayamayacaktır.

Kültürün her alanında yozlaştığımız gibi dilde de yozlaşıyoruz. Bu hususta birkaç örnek vererek yazımızı tamamlayalım.

Anadolu insanının dilinde sürekli yer bulan “münevver” silinip yerine “entelektüel” kelimesi dayatılmış ve toplum tarafından da ne yazık ki kabul görmüştür.

Aynı şekilde “süs” yerine “dekor”, “yerleşke” yerine “kampüs”, “savunma” yerine “defans”, önder” yerine “lider”, “biçim” yerine “format” kelimeleri tercih edilmiş ve bunlar gibi binlerce yabancı kelime toplumumuzda kullanılır olmuştur.

Dilimizde kullanılan bazı yabancı kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunmaması dilde Batı’ya teslimiyetin resmidir. Holding, radikal, radar, tablet, üniversite, karate bu kelimelere örnek gösterilebilir. Bunlar gibi nice kelimeler…

Eğer istenmiş olunsaydı yabancı kelimeler yerine Türkçe kelimeler oluşturulabilirdi. Mesela “bilgisayar” kelimesi Türkçe bir kelimedir ve toplum dilinde kabul görmüştür.

Yazıda her ne kadar dilde evrim diye kullanmış olsak da kabul gören ifade dil kirliliğidir. Dil kirliliğinin oluşturduğu zarar su, hava ve çevre kirliliğinin oluşturduğu zarardan çok daha tehlikelidir. Dil kirliliği düşünce kirliliğini, düşünce kirliliği kültür kirliliğini doğurur. Kültürünü muhafaza edemeyen toplumlar kimlik bunalımı yaşarlar. Kimlik bunalımı yaşayan toplumlar da düşman taarruzlarına cevap veremez duruma düşerler.