Din ve tarih milletin varlığının eviyse
Tarih içinde dil birliğinin bir milletin varlığının esası olacağı ve farklı etnik zeminlerin bir dil birliği içinde üst bir kimliğe de mensup olacaklarına dair örnekler çoktur. Buradaki büyük önem, bir dilin diğer kimliklere dayatılmayıp rıza ile tarihi süreçte bu birliğin teşekkül ettiği bir varlık alanı oluşması keyfiyetidir. Millet kavramı içinde bu çatı altında toplanmak, sair dil varlıklarını manasız kılmayacağı gibi var olan üst birliği sağlayan dili de anlamsızlaştırmaz. Burada esas olan bütünlüğün ve düzenin korunmasıdır. Dil birliği din ve etnik farkların ötesinde bir bütünlüğü oluşturabilir. Türkçe konuşan insanların oluşturduğu bir birlik farklı etnisite ve din yapılarının lingua frankasının esasını gösterir. Dilimin sınırları varlığımın sınırları ise milletimin sınırlarında da bunu görmek mümkündür.
Dil
Türkler
farklı asırlarda millî, dinî ve insanî değerlerini zamanının iktizasınca birini
diğerlerinin içinde anlatarak kendilerini ifade etmişlerdir. Türkçe bu bakımdan
tarih içinde oluşmuş bir bütünlüğün makesi olarak modern zamanlarda bütünlüğün
bir teminatı olarak görülmelidir. Bu kabul sair dini ve etnik varlıkları
örtmek, yok saymak, inkâr olamayacağı gibi bunları silerek yok etmek gibi ırkçı
bir gaye hiç değildir. Türkler tarih boyunca iletişime açık ve birlik davası
olan bir millet olduklarından Türkçe konuşan herkesi kendi milleti sayarak dil
birliği üzerinden de öteki olanla ilişki kurarak milletlerini tarif
etmişlerdir. Zira dünyanın yapısı dilin mantığı içerisinde oluşarak o toplumun
mantığı oluşur. Wittgenstein, Tractatus Lıgico-Philosophicus’ta, dilin, gerçekliğin bir aynası olduğu iddiasının temel
ekseninin oluşturan, oldukça sofistike ve karmaşık bir “resim teorisi”
geliştirmiştir. Klasik temsil teorisini dil ve mantık perspektifinden yeniden
ele alan özgün bir yorum çerçevesinde, dil(düşünce) ve dünya(gerçeklik) ortak
bir mantıksal biçimi paylaşan paralel yapılar olarak sergilenirken; dünyanın
yapısı, dilin mantıksal yapısında yansır.”[1]
Burada ilginç olan numen ve fenomen üzerinden başlayan düşünce yapısı yere
indirilerek dil ve dünya ikileminden kurulur. Varoluşu düşünme yine iki
parçalıdır lakin unsurlar filozofun kendi dizgesince teşekkül etmiştir. Bu
incelemesini dil üzerine bina ederek dilin sınırları dünyanın sınırları olarak
görülür.
Bir
millet aynı lafızları farklı mefhumlarla düşünmeye başlamış aynı dilde bile
anlaşamaz hale gelmişse de orada millet kavramını görmekte zorlanmaya başlarız.
Hele farklı dil entiteleri kendi sınır bölgelerinde canlanmaya başlarsa orada
farklı sınırlar çizilmeye başlanmış demektir.
Tarih
Wittgenstein’in son
derece sınırları katı bir döneminde çizdiği anlayışı üzerinden yapacağımız bir
okuma tarih-dil üzerinden milleti düşünmek noktasında faydalı olabilir: Geçmiş,
şimdiki zaman ve gelecekteki olgular dünyadır. Dünyanın böyle bir
resmini çizerken geçmişe yani tarihe bakmak ama doğru bakmak doğru resim çizmek
bakımından önemlidir. Dünya fiziksel
olgusallıkların evreni ise çok çeşitli kaynaklar tarihi olayların
evrenidir. Dünyada adlar, olgusal
bağlamlar ve olgular varsa tarihte olaylar,
olgusal bağlamlar ve olgular vardır. Aslında dünya tarih evreninin
içinde resmedilendir. Kaynakta resmedilen dünyada olgusal bağlamlarla geçmişte
olandır. Tarih olduğu gibi olan
olaylardır. Olduğu gibi olan tarihi olaylar, onları anlamlı kılan olgu bağlamlarının öyle olmasındandır.
Tarihsel olayların mantıksal tasarımı düşüncedir. Düşünce tarihi tasarıma dair anlamlı tümcedir. Tarihe
dair tümce onu oluşturan temel tümcelerin
doğruluk fonksiyonudur. Doğruluk fonksiyonu var olup olmama üzerinde
belgeler üzerinden akıl yürütmektir. Bunun için o tarihe dair maddi kalıntılara
ve yazılı belgelere bakılır. Kaynaklar
tarihin olgusallığının temelidir. Tarihçi ve kaynak bunun iki tarafıdır. Olguları dile getirilişin mantığı nasıl
dünyaya ve onun mantığının dile yansıması ise tarih olaylarının mantığı zaman
ve mekânda gerçekleşen olayların kaynaklar yoluyla olayın olgusal bağlam ve
olgu mantığının anlaşılmaya çalışılarak dile getirilmesidir. Bir olgunun dile dökülmesi tarihe ve şuura taşınmasıdır.
Dile getirilemeyen tarih anlamsız ya da anlam dışıdır. Tarih olgular toplamıdır.
Dil
bu olguların mantıklı dizgesini imler. Bir zaman ve mekân içinde oluşan olaylar
ancak olgusallık bağıyla bağlanır ve anlaşılırlar. Olay tarihin nesnesidir ve
yalındır. Olay tarihin tözüdür. Yaşanmış bitmiş olan adeta fiziksel
olanıdır. Ayrı ayrı olayları ancak olgusal bağlamlarında anlayabilir. Olayları
mantıksal tasarımla düşünceye taşırız. Olaylar bir olup bitme halini temsil
ederler. Bunların alt bileşeni olarak atomik olaylar vardır. Bunlar birleşerek
olayı oluştururlar. Dünyada tarihin nesnesi olaylardır. Her olay benzer olsa da bağlı olduğu olgu bağlamı kurduğu diğer olayla
anlamlı bir birliktelik kurar. Diğer
bir olayla öncekinden bağımsız bir birlikteliğe girer. Bu birliktelik zaman ve
mekân içinde gerçekleşir. Olayların adı nesne olana karşılık gelen bir
gerçekliktir.
Tarih dil içinde dil
tarih içinde oluşur. Birbirlerini var eden bir özellikleri vardır. Bir milletin
dil evi de bu süreçte oluşur. Bizim gibi heterojen kimlikleri barındıran
toplumlar üst çatılara sahip olamadıklarında modernitenin çatışmacı kimlik
algıları oradaki fay hatlarından her fırsatta yararlanacaktır.
Millet varlığını dilde
bulur, dilde anlar, dilde söyler, dilde yazar. Duygudaşlığın zemini de dil ve
onun bütünleşik yapısı ile söz konusu olacaktır. Burada Ziya Gökalp’in bizce
ezber bozan ve anlatmaya çalıştıklarımızı tüm ön yargılara rağmen toparlayan millet
tarihi ile bitirelim: O milleti, dilce,
dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı
terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan bir topluluk olarak görür. Bu
siyakta millet; aynı
eğitimi görmüş, ortak bir dili, duyguları, idealleri, dini, ahlakı ve estetik
duyarlılığı paylaşan bireylerden oluşmuş bir topluluktur. Eğitimi temele alan
bir millet tanımında dil ve din birleştirici unsurlar ise bunları kavga haline
getirmek kime ne yarar sağlayacaktır? Evimizi kirletmek yani tarihimizi ve
dilimizi bölmek varlık evimizi de yıkmak olacaktır. Türkiye’de ve Türkistan’da
birliğin teminat vasıtalarından birinin Türkçe olduğu unutmamalıdır. Bu, bir
birlik bilinci ve çağrısıdır.
Vesselam.