19 Haziran 2018

Doğru teknoloji politikalarının anahtar noktası: Milli Stratejiler

Seçimlere çok az bir süre kala partilerin vaatleri üzerinde ilerleyen tartışmalar hız kesmeden devam ediyor. Herkesi ilgilendiren temel politikalarla birlikte bu seçimlerde bilim ve teknoloji alanında da keskin tartışmaların ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle teknolojiye yönelik adımların hangi yöne doğru ilerlemesi hususunda hem partilerin hem de uzmanların arasında gizli bir savaş yaşanıyor diyebiliriz. Bir yanda mevcut sistemleri gerekli görmeyip kapatmayı dahi gündeme getiren siyasiler, diğer yanda bu alanda daha fazla küreselleşmeyi destekleyen Cumhurbaşkanı adayları arasında Türkiye, geleceğin dünyasında hangi noktada yer alması gerektiği hususunda hala birtakım “acaba”lara sahip.

Türkiye mevcut teknoloji ve inovasyon politikaları içerisinde kendine benzer diğer ülkelerle beraber Ar-Ge'ye finansal destek sunma kısmında yer alıyor. Araştırma altyapısına yönelik ya da ulusal teknoloji stratejisi geliştirmeye yönelik henüz ciddi bir adımı atmış değil. Bu durum seçimlerde partilerin teknoloji politikalarına yönelik söylemlerini de etkiliyor. Örneğin AK Parti, “Milli Teknoloji Hamlesi” sloganı başlığı altında, ulusal teknoloji ve bilim politikalarının desteklenmesi yönünde adımlar atılması gerektiğini savunurken CHP, uluslararası bilim ve teknoloji stratejileri ile küreselleşmenin daha ön planda olduğu seçim vaatleri ile ön plana çıkıyor.

Bu stratejilerden nasıl verimin alındığını iyi bir biçimde görebilmek için dünyadaki muadillerini doğru şekilde değerlendirmek şart. Örneğin ulusal bilim ve teknoloji politikalarını destekleyen ABD. Özellikle veri ve güvenliğe yönelik izlediği politikalarda uyguladığı kararlılık sayesinde bugün dünyada söz sahibi olan tek ülke haline gelen ABD, dışarıya bağlı kalmadan bir ürünün en küçük araçlarından Ar-Ge'sine her sürecini kendi kontrol edebiliyor. Sovyetlerin dağılmasından kısa bir süre sonra uluslararası teknoloji adımları atmaya karar veren Rusya ise şu günlerde kendi ürünlerini ve bilim insanlarını yetiştirmeye yönelik hamleler yapmaya özen gösteriyor. Örneğin, devlet dairelerinde dahi bilgisayarlarda kullanılan Microsoft ürünlerinin yerini çok yakın zamanda Rusya'nın geliştirdiği yeni ürünler aldı. Bu da uluslararası teknoloji politikalarının yeri geldiğinde ülke güvenliğine nasıl sıkıntılar yaratabileceğine dair en güzel örneklerden birini bizlere sunuyor.

Her ne kadar dünyaya her açıdan entegre olduklarını düşünsek de AB ülkelerinin çocuğunda kendi ürettikleri ve dışarıya pazarladıkları kavramların teknoloji başlığı altında sürüldüğünü görüyoruz. Almanya bunu 4. Endüstriyel Devrim ya da Endüstri 4.0 olarak tanımlıyor. Almanya'nın bu kavramı çerçevesinde Kuzey ülkelerinin çoğu da standartlarını Endüstri 4.0 çerçevesinde ilerletiyor. Davos'ta gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu yaklaşık 4 senedir bu başlık altında özel paneller hazırlıyor. Büyük veri, makine öğrenmesi ve yapay zekanın üç başlıkta toplandığı Endüstri 4.0 Uzakdoğu'nun üretim gücünü kesmeye yönelik bir adım ama Türkiye'deki birçok isme göre geleceğe yönelik pembe hayalleri süsleyecek en önemli adımlardan biri. Oysa temelini ucuz iş gücü yerine yapay zekaya bırakarak diğer ülkelerle rekabet etmeyi hedefleyen bir devlet politikasından alıyor. Nüfusu gün geçtikçe yaşlanan bir ülkenin otomasyon adımı da Türkiye gibi nüfus açısından her geçen gün daha fazla büyüyen bir ülkeye ne denli katkı sunar o kısmı tartışılır(!) Endüstri 4.0'ın otomasyon temelli yaklaşımına karşılık AK Parti, “Mega Endüstri Bölgeleri” ile yalnızca teknolojide değil, sanayide de verim almayı hedefleyen yeni bir adımı geçtiğimiz günlerde açıkladı. Bu adımla otomasyonun neden olacağı iş kaybının da önüne geçmeyi amaçlayan AK Parti, ilk adımla 35 bin, ikinci adımla da 100 bin kişiye istihdam vaadinde bulundu.

Eksiklikler çok ancak...

Türkiye'nin belirlemesi gereken teknoloji politikalarında her şeyden önce önceliklerinin neler olması gerektiğine yönelik kafa yormak şart. TÜBİTAK gibi resmi kuruluşlar girişimcilere yönelik desteği sunma konusunda elinden geleni yapmaya çalışsa da araştırma ve geliştirme alanında yaşadığımız eksiklik bizleri maalesef bilgi teknolojileri arasında dünyada 67. sıralara kadar götürüyor. Bu noktada kurumlarının oklarının değişmesi ve kendi uzman oldukları alanlara yönelmesi hususunda çalışmalar başlatıldı. Dijitalleşme süreci içerisinde adımların devlet desteği altında geniş Ar-Ge merkezleri kurarak ilerleyeceğini şimdiden ön görebiliyoruz. Belki önümüzdeki süreçte teknoloji ve bilgi politikalarının ekonomi, sosyal ve eğitim politikaları ile eş güdümlü ilerlediği farklı bir sürece girmesi olası hale gelebilir. Bu birliktelik kurumlar ve girişimciler ve uzmanlar arasındaki iletişimin güçlü olması adına bürokrasinin de daha hafif ve hızlı gelişmesine olanak sağlayabilir. Mevzuat sıkıntısının yol açtığı engeller çoğu zaman finansal destek konusundan daha fazla yerli girişimciyi yorabiliyor.

Devletlerin uluslararası şirketlerden korkacağı günler yakın

Önümüzdeki ilerleyen süreçte devletlerden ziyade teknoloji alanında gerçekleşen tekelleşmenin yol açtığı dijital emperyalizm süreci bizleri bekleyen en büyük tehlikelerden biri. Şu an Apple'ın çalışan sayısı, dünyadaki birçok ülkeden daha fazla. Alibaba'nın “Kara Cuma”da tek günde elde ettiği geliri Çad bir yılda ancak elde edebiliyor. Girişim yatırımları konusunda yaşadığımız eksikliği giderebilmek adına melek yatırımcıları da mutlu edecek politikalar üretmek şart. Konuşulması gereken o kadar fazla başlık var ki bunları Almanya ya da Estonya'dan verilen örneklerle ilerletmek yapacağımız en büyük hatalardan biri olabilir. Sadece otomasyon ya da yalnızca inovasyon noktasında ele alınan politikaların ilerleyen süreçte bizlere fayda sunmayacağı çok açık. Bu noktada da ülkemizin mevcut boşluklarını doğru bir biçimde irdelemek için yerelleşme ve millileşme adımı yüksek politikalardan ilerlememiz şart.