Doğu Afrika'nın kültürel ve politik merkezi: Harar
Doğu Afrika'nın tarih sahnesinde parlayan Harar Sultanlığı, 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar asırlarca varlığını sürdüren güçlü bir devletti. Harar Sultanlığı'nın tarihi, coğrafi hakimiyeti, kültürel etkisi ve Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkileri oldukça ilginçtir. Ayrıca, günümüzdeki Harari halkının durumu da dikkat çekicidir.
Harar Sultanlığı'nın Doğuşu ve
Liderleri
Harar Sultanlığı, Afrika Boynuzu
kökenli Harari halkı tarafından 13. yüzyılda kuruldu. Saltanatın başkenti,
günümüz Etiyopya'sındaki Harar şehriydi. İlk Harari sultanı olarak bilinen
Abadir Ömer Ar-Rida, 1216'dan 1250'ye kadar hüküm sürdü. Harar Sultanlığı
tarihindeki önemli liderlerden bazıları ise Nur ibn Mücahid ve Ali ibn Davud
gibi yetenekli yöneticilerdir.
Sultanlık ve Bölgesel
Çatışmalar
Harar Sultanlığı, tarih boyunca
komşu devletlerle sık sık çatışmalar yaşadı. Etiyopya İmparatorluğu gibi rakip
güçlerle savaşlar, genellikle kaynaklar üzerindeki rekabetten kaynaklanıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun gelişi, saltanatın tarihinde önemli bir dönüm
noktasıydı. Osmanlılar, Harar tüccarlarıyla ticaret yaparak Doğu Afrika ile
olan ilişkileri güçlendirdiler. Ancak, 1887'de Etiyopya İmparatorluğu tarafından
işgal edilene kadar Sultanlık direndi.
Coğrafi Hakimiyet ve Ticaret
Harar Sultanlığı, Doğu Etiyopya
ve bazı Somali bölgelerine hakimdi. Ogaden bölgesi gibi verimli toprakları ve
ticaret yollarını kontrol eden Sultanlık, Kızıldeniz kıyısına bağlanan önemli
bir ticaret merkeziydi. Kahve, fildişi ve baharat gibi malların merkezi haline
geldi. Harari tüccarlar, bölgedeki ticareti canlandırdılar.
Kültürel Etkisi ve İslam
Kültürü
Harar Sultanlığı, Doğu Afrika'da
önemli bir İslam kültürü merkeziydi. İslami bilim ve kültürün gelişimini teşvik
eden dindar Müslüman yöneticiler, Harar'ı İslami eğitim merkezi haline getirdi.
Harari halkı zengin bir edebiyat ve şiir geleneğine sahipti ve İslam kültürünün
bölgeye yayılmasına katkıda bulundu. Hat sanatı geleneği de Sultanlıkta
önemliydi.
Osmanlı İmparatorluğu ile
Ticaret İlişkileri
Harar Sultanlığı, Osmanlı
İmparatorluğu ve diğer ülkelerle ticari ilişkiler kurdu. Osmanlılar, Harar
Sultanlığı'nın uzmanlığıyla ilgilenerek ticaret yollarını genişlettiler. İki
taraf arasındaki ilişki, tekstil, baharat ve altın ticaretini içeriyordu. Harar
Sultanlığı, özellikle altın rezervleriyle ünlüydü.
Günümüzdeki Durum
Günümüzde Harari halkı,
Etiyopya'nın bir parçası olan Harar eyaletinde yaşamaktadır. UNESCO Dünya
Mirası listesinde yer alan Harar şehri, hala İslam kültürünün önemli bir
merkezi olarak tanınıyor. Ancak, Harari halkı yoksulluk, işsizlik ve siyasi
marjinalleşme gibi zorluklarla karşı karşıya ve bu sorunlarla mücadele
etmektedir.
Sonuç: Harar Sultanlığı'nın
Mirası
Harar Sultanlığı, Doğu Afrika'nın
tarihinde önemli bir rol oynadı. Kültürel mirası, ticaret ağlarındaki etkisi ve
İslam kültürünün yayılmasına katkısı hala görülebilmektedir. Harari halkı,
geleneklerini sürdürürken ekonomik ve politik fırsatlar için çaba
harcamaktadır. Harar Sultanlığı, Doğu Afrika'nın tarihini ve kültürünü
derinlemesine etkileyen bir güç olarak hala hatırlanmaktadır.
***
Türkiye'nin
Diplomatik Rasyonalitesi mi, Ahlaki Sorumluluğu mu?
Türkiye,
uzun bir süredir Doğu Akdeniz'de İsrail tarafından çıkarılan gazın Filistin'in
hakları dikkate alınmadan elde edildiğini vurguluyordu. Son dönemde ise
Türkiye, İsrail ile geliştirdiği olumlu ilişkileri temel alarak bu gazın
çıkarılması ve pazarlanması konusunda işbirliği potansiyelini en üst düzeyde
değerlendirmeyi düşünüyor. Bu durum en üst düzeyde ABD’de Netenyahu
görüşmesinden sonra ifade edildi.
Ülke
olarak, kendi çıkarlarımızı korumak ve adil bir yaklaşım benimsemek için
diplomatik yollarla bazı girişimler elbette olabilir ancak İsrail ile yapılan
her türlü ilişki biçiminin gayri meşru olacağı ve gasp edilen bir malın
pazarlanmasında ortak olmanın da kesinlikle ahlaki olmayacağını bilmemiz
gerekiyor.
Ayrıca,
bu konuda görüş belirleyen tüm tarafların, özellikle Türkiye'deki Müslüman
toplulukların, ciddi bir şekilde bu meseleyi ele almaları ve öneriler sunmaları
gerektiğine inanıyorum. Yoksa yarın Beyazıt Meydanından yükselecek “kahrolsun
İsrail” sloganlarının altı boş kalacaktır. Bu tür bir işbirliğine sessiz kalınması
Türkiyeli Müslümanlar için büyük bir yüktür. Sivil toplum kuruluşlarının devlet
ile aynı çizgide olması gerekmez. Sivil toplum kuruluşları, bağımsız ve çeşitli
perspektifleri yansıtan yapılar olarak işlev görmelidirler. Bu nedenle, devlet
politikalarıyla tam bir uyum içinde olmamaları normaldir.