Doğu'nun yedinci oğlu olmak
“Masal” şiirinde “Batılılar! Altı oğlunu yuttuğunuz bir babanın yedinci oğluyum ben / Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden / Babam öldü acılarından kardeşlerimin / Ruhunu üzmek istemem babamın / Gömün beni değiştirmeden / Doğulu olarak ölmek istiyorum ben” diyen Sezai Karakoç, Müslüman Doğu’nun has oğullarındandır. Bundandır ki, Müslüman Doğu’nun oğullarına ömrü boyunca millet olduklarını hatırlattı: “Milletim, uyan! Kendine ön! Aslını unutma! Geçmişini bil. İçinden, gerçek aydınlardan kurulu bir kadro çıkar. Gerçek bir medeniyetin, Hakikat Medeniyetinin sahibisin. Onu yeniden ayağa kaldır. Kendini bildiğin gün, kurtulacaksın. Ve bütün insanlığı kurtaracaksın.” (Kutlu Çıkış-1)
Sezai Karakoç’un “Zamana Adanmış
Sözler / Şiirler-5” kitabındaki “Masal” şiiri Müslüman Doğulu bir babanın
Batı’ya ve Batı’nın Müslüman Doğu’ya bakışını anlatır. Şiir, Müslüman Doğu’yla Batı’nın
karşılaşması olan manzum bir hikâyedir. Hakikatte Osmanlı Batılılaşmasının,
mecazen Doğulu bir babanın hüzünlü ve kahırlı bir hikâyesi. Mânasını
genişlettiğimizde Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Batı karşısında mağlubiyetin trajik
hikâyesi de denilebilir.
DOĞULU BİR BABA OĞULLARINI BATI’YA GÖNDERİR
Doğu, İslâm medeniyetidir. Doğu’da “baba”, devleti, yâni
medeniyeti temsil eder. Doğulu
bir baba oğullarını Batı’ya gönderir. Yedinci oğul hariç Batı’ya giden altı
oğul Batı’nın değiştirme gücü karşısında mağlup olmuşlardır. Kimi aldanarak
Mehlika Sultan’a benzettikleri Batı’nın “büyülü” ifsadına, kimi Batı’nın maddî
sûretine kapılarak kendi medeniyetini küçümseyip değişir. Yedinci oğul Doğulu
kalmanın yanında, değişmemenin de timsalidir. Batı’ya giden yedi oğulun bir
başka veçhesi olan “Mehlika Sultan’a âşık yedi genç” in hikâyesini âmâ üstad
Cemil Meriç’ten dinleyelim:
“Birer çocuktu Genç Osmanlılar…
Mefhumlar ve müesseselerle oynuyorlardı. Mehlika Sultan’a âşık yedi
gençtiler. Meçhulü arıyorlardı, meçhulü ve mutlakı. Sonunda hepsi uslandı.
Kanatları yorgun, kalpleri yaralı yurda döndüler. Gurbet kocatmıştı genç
şahinleri. (…) Genç Osmanlılar bu şaşkın kafilenin en tanınmış temsilcileri.
Ortak vasıfları, müstağriplikti bu gençlerin.”
Tasavvufta Mehlika Sultan Kaf
Dağı’nda yaşayan ve kavuşmaya bir türlü vasıl olunamayan iksirli bir güzeldir.
“Yedi âşık” veya yedi derviş bu muamma güzeli aramak için memleketlerini terk
ederek yollara düşerler. Bu yolculuk mânevî cihetiyle ıstıraplı ve çetindir.
İşte bu menkıbede yaşananlar gibi, Sezai Karakoç’un “Masal” şiirinde anlatılan
Müslüman Doğulu bir babanın veya medeniyetin Batı’ya giden yedi oğlunun trajik
hikâyesi şöyle başlar:
BİRİNCİ OĞUL “ONURUNA ŞÖLEN VERDİLER” VE
ÖLDÜRDÜLER
Birinci oğul “Batı
kapılarında / Büyük törenlerle karşılandı / Sonra onuruna büyük şölen
verdiler / Söylevler söylediler babanın onuruna / (…) / Gece olup
kuştüyü yastıklar arasında / Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği
bir yere / Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı.”
Bu ilk acıyla baba, Batı’yı şöyle
târif eder: “Batı güldü yüzümüze /Ama hep arkadan vurdu / Hep öyledir Batı / Ve
hep öyle kalacaktır.”
İKİNCİ OĞUL BATILI BİR KIZA ÂŞIK OLUR
Baba birinci oğlunun “öcünü
almak” üzere ikinci oğlunu gönderir Batı’ya. İkinci oğul da Batı imtihanını
Mehlika Sultana benzeterek âşık olduğu kız yüzünden kaybeder ve meçhula doğru
savrulur. Baba bunu “yağmur sularının burukluğundan” anlar.
ÜÇÜNCÜ OĞUL BATI’DA PATRON OLUNCA BABASINA
ÇEK GÖNDERİR
“İşin künhüne varmak” üzere
üçüncü oğlunu yollar Batı’ya. Makam mansıp sahibi olunca unutur babasının
öğütlerini, yâni medeniyetini ve aslını: “Çok aç kaldı ezildi yıkıldı
/ Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada /Açlığı gidince kardeşlerini
arayacaktı / Fakat Batı’nın büyüsü ağır bastı / (…) Sonra büsbütün
unuttu onları / (…) / Kravat bağlamasını öğrendi geceleri / (…)
Patron oldu ama hâlâ uşaktı / (…) / Sırf utançtan babasına / Bir
çek gönderdi onunla / Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi
/ Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı / Bu yüklü çeki.”
DÖRDÜNCÜ OĞUL BATI’DA BİLGİN OLUR VE
MEDENİYETİNİ İNKÂR EDER
Baba bu kez dördüncü oğlunu
gönderir Batı’ya. Dördüncü oğul, bugün içimizde varlığını sürdüren, kendi
medeniyetini eski ve köhne sayan, Batılı dil ve bilim öğrenmeyi üstünlük olarak
gören sözde akademik bilginlerin zihniyet ve karakter örneğidir.
“Dördüncü oğul okudu bilgin
oldu / (…) / Kendi görenek ve ülküsünü / Günü geçmiş bir
uygarlığa yordu / (…) Batı bilginleri bunu kutladı / O da
silindi gitti binlercesi gibi.”
BEŞİNCİ OĞUL ŞAİRDİ, BATI’NIN ŞİİRLERİNİ MEŞK
ETTİ
Kendi şiirini inkâr eden şair
“Beşinci oğul” un damarı hâlâ bedenimizde ve zihinlerimizde kol kol geziyor ve
maalesef taklit ediliyor: “Beşinci oğul bir şairdi / Babanın git demesine
gerek kalmadan / Geldi ve Batı’nın ruhunu sezdi / Büyük şiirler
tasarladı trajik ve ağır / Batı’nın uçarılığına ve Doğu’nun kaderine
dair / Topladı tomarlarını geri dönmek istedi / Çöllerde tekrar ede
ede şiirlerini / Kum gibi eridi gitti yollarda.”
ALTINCI OĞUL BATI’DA İÇKİLERE ALIŞTIRILDI
Altıncı oğul, bu ülkenin en çok mutazarrır olduğumuz modern-seküler hayat
tarzını tercih edenlerin sulbüdür. Altıcı oğulun akıbetini şiirden öğrenelim: “Sıra
altıncı oğuldaydı / O da daha Batı kapılarında görünür görünmez
/ Alıştırdılar tatlı zehirli sulara / İçkiler içti / Kaldırım
taşlarını saymaya kalktı / Ev sokak ayırmadı / Geceyi gündüzle karıştırdı
/ Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara.”
YEDİNCİ OĞUL DOĞULU OLARAK ÖLDÜ BATI’DA
Yedinci oğul, Batı seferine
çıkmadan önce kılıcını kuşanmış ideal bir “diriliş” eridir. “Kılıçtan keskin
âyetlerle” gider Batı’ya. “Batıyı değiştirecek, yenileyecek ve diriltecektir.”
Mehmed Âkif'in “Asım”ı, yâni Batı karşısında hakikati haykıracak olan ideal bir
Müslüman Doğulu’dur:
“Baba ölmüştü acısından bu ara
/ Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara / (…) / Bir şafak vakti
Batıya erdi /En büyük Batı kentinin en büyük meydanında / Durdu ve
tanrıya yakardı önce / Kendisini değiştiremesinler diye / (…) Başladı
oymaya olduğu yeri / (…) / Sonra yarı beline kadar girdi çukura /(…)
/ O zaman dönüp konuştu: Batılılar! / (…) / Altı oğlunu
yuttuğunuz / Bir babanın yedinci oğluyum ben / Gömülmek istiyorum
buraya hiç değişmeden / Babam öldü acılarından kardeşlerimin / Ruhunu
üzmek istemem babamın / Gömün beni değiştirmeden / Doğulu olarak
ölmek istiyorum ben / Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz
var: Karşınızdakini değiştirmek / Beni öldürseniz de çıkmam
buradan / Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki / Fakat
değişmeyecek ruhum .”
KENDİMİZE SORALIM: DOĞU’NUN KAÇINCI OĞLUYUZ?
Bu ülkede yaşayan herkes Batı’ya
giden yedi oğul içinde kendi hikâyesini, ruh ve fikirce Doğu ile Batı arasında
nerede durduğunu, değişmiş mi değişmemiş mi olduğunu içine bakarak anlamalıdır.
Hayat tarzı ve zihniyetçe tastamam Müslüman Doğulu mu yoksa Batılı olmaktan
başka çâre kalmadığına inanan veya a’raf’ta kalmış birisi mi olduğunu
samimiyetle öğrenmelidir.
Müslüman Doğu’da doğup Batılı
gibi yaşamak ve düşünmek, Müslüman Doğulu olup da eşya ve kâinata
oryantalistler gibi bakan, yiyip içen bedbahtlardan olmak fena! Kütüğümüzün
Müslüman Doğu’ya ait olmasına rağmen kendimizi Batılı gibi hissediyorsak,
derhal bir insan-ı kâmilin kapısına varıp tâlim yapmak ve aidiyetimizi
sağlamlaştırmak gerek.
Müslüman Doğulu olup
da Batılı gibi yaşamaya çalışanlara sualimiz şudur: Bazen Müslüman Doğulu,
bazen Batılı olunmaz. Kim neye göre Müslüman Doğuludur? Batı’ya giden yedi
oğulun başına gelenlerden öğrenmeli. Unutmayın! “Işık Doğu’dan gelir.
(ilbeyali@hotmail.com)