26 Nisan 2016

Doğuya yamuk bakmak

Doğunun ortasında bir yerde yaşayan genç Batının bilmem neresindeki bir yazarın sözleriyle kendisini anlamaya ve hatta sorgulamaya başlıyordu. Bu Doğu denen yer egzotik gerçekliklerin fantastik ülkesiydi, burada erotik imgeler havalarda uçuşuyordu; hamamlar pek söylenmese de batıdaki Olimpos Dağı'ndaki tanrıların ülkesi gibiydi! Ekonomik manası vardı bu yerlerin; petrol, gaz filan diyordu herkes. Oryantal dans duymuştu da oryantalist bakış diye bir şeyle yeni tanışıyordu.

Müslüman kadınların egzotik ortamlarda erotik kıyafetlerle ekonomi mezesi oldukları hal vardı bu öyle bir şey olmalıydı. Doğu güneşin doğduğu yöndü hâlbuki aydınlık imgesini çağrıştırması gerekirken karanlığa âlem olmuştu birkaç asırdır.

Ortaçağ mı ne varmış orada kalmış buranın insanları, o zamanın hallerinden kurtulamamışlar bir türlü. Genç adam TV ekranlarında bir bıçak ve kafası kesilen bir adam görünce nasıl bir yerdeyim, bu despot ve diktatör ruh nereden çıktı, modern tabiriyle terör totaliter bir acımasızlıkla icra ediliyordu buralarda. Her şey teröre bir vesile kılınmıştı. Din, dil, ırk. İnsan neredeydi görünmüyordu insan.

Hâlbuki bu Doğu İslam Medeniyeti çatısında birden fazla umran var etmemiş miydi? Betonarmelerden mezarlıklara gömüp, AVM mabetlerinde ruhuna alışveriş mi yapmıştık yoksa o umranın. Cebimize para girince, rezidanslarda oturunca, şık elbiseler giyip yüksek ökçeli pabuçlara koyunca ayaklarımızı, AVM'lerden alışveriş yapınca muasır medeniyet seviyesini aşıvermiş miydik yoksa. Her şey görünür, bilinir olmak; algıları yönetmek ve haklı olmak mıdır? Nurettin Topçu, “Hem kendisini alkışlatmak, hem kendisini alkışlayanları övmek; işte cemiyet canbazının muhteşem tılsımı” sözleriyle zamanın ruhuna dair önemli bir tespitte bulunur. Kendimize samimi olmak Topçu'nun önemli çağrılarından biridir.

 Bu düşünceler arasında birden sayfalar arasından eski bir egzotizmle soslanmış bir öfke manzarası önüne dökülüverdi gencin. Marco Polo adlı bir gezgin “O, iki dağ arasında bir vadide, dünyadaki her türlü meyve ile dolu normale göre çok büyük ve güzel olan bir bahçeyi duvarla çevirmiştir. Orada her tarafı yaldızlı ve güzel resimlerle süslü eşi görülmemiş en güzel evler ve en güzel saraylar bulunuyordu. İçinden şarap, süt, bal ve su akan kanallar vardı” sözleriyle bir yerden ve birisinden bahsediyordu. Doğunun oryantal göz ile kurgulandığı örneklerden biriyle karşı karşıyaydı işte.

Hasan Sabbah'ın görmediği ve kendisi oraya ulaştığından çoktan yıkılmış olan dünyasına tasvirler vardı burada. Maksat yine maksudunu aşmıştı. Oryantalizm doğuyu anlarken yine bir simülasyon içinde bir imge kurgulamış, tarihi realite yorumun arkasında kalmıştı. Hasan Sabbah ve ona dair gerçekliğin tasviri çağımız ve öncesine dair pek çok oryantalist yorumun deşifresi adına faydalı olacaktır.

Zira aklını ve düşünce yöntemini bilmediğimiz bir yapıyı anlayıp, ne dediğini çözmemiz zordur. Her defa aynı oyuna geliriz de her defa şaşıp, apışıp kalmaktan kendimizi alıkoyamayız. Oryantalizm Hasan Sabbahı'ı 3H ile imgeleştirtir. Haşhaş, Hançer ve Hasan Sabbah; İlk olarak, Hasan Sabbah doğulu bir depsot diktatör olarak kendisi siyasete bulaşmış terörist yöntemler uygulayan biriydi. Negatifler retoriği denilen bir yöntem işletiliyordu burada. Müslüman bir imgenin yanında olumsuz bir unsur yerleştirilerek olumsuz bir algı kurgulanıyordu. Tıpkı elinde bıçağıyla tekbir getirerek kafa kesen DAEŞ elemanları gibi. Tekbir ve yanında bıçak alın size tadından yenmez bir negatif retoriği; durumun konuşup söyleme dönüştüğü fragmanlarla verilen mesaj. Sonra Hançer; Doğu despotizminin kurgulandığı bir terör imgesi.

Kültürel özcülük denilen bakış açısına mahkum edilen İslam ve Müslüman imajı. Öldürmekten haz duyan, cennet bekleyen, kan sevici ve cihadist bir imaj bu. Elleri kitap tutmazdı bu adamlar, hançer illa da hançer isterlerdi. İnsanlığa verecekleri ne olabilir ki. Son olarak Haşhaş; egzotik doğuya dair bir imaj, metafor olarak din ile efsunlanan ve eli kanlı caniye dönüşen insanların sihirli iksiri.

Bu yolla Fiziksel bir gerçeklik oluşturuluyordu Doğuya dair. Doğu eşittir bu 3H'dir. Hülasa, kurgusal Haşhaşilik imgesinin muhtevasında doğu despotizmi ve diktatörizmi, egzotik bir mekânda kitlelerin efsunlanması yoluyla suikastçı katile dönüşmesi, hem de modern zamanda İslam'ın karartılması ve İslamofobik bir imajın oluşması vardır.

Kim olursanız olun Müslümansanız asırların birikimi olan bir referans zinciri ile kurgulanan bu gerçekliğin muhatabı olmaktan kurtulamazsınız. Sylvester De Sacy'den Bernard Lewis'e yürüyen bir retorik savaş, bir yamuk bakış. Tarihi gerçeklik olarak Hasan Sabbah bir vakıa iken, kurgulanmış bir gerçeklik olarak bambaşka bir vakıadır. İkisi de sorunlu ikisi de tartışılması gereken durumlardır.

1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kurulmasından üç sene sonra 1967'de Haşhaşiler kitabını yazan Bernard Lewis'in “Batı'nın Müslüman Ortadoğu'yu istikrarsızlaştırmak ve yeni Siyonist Haçlıların fethine açmak için, İsmailî Haşişîlerin modern bir muadilini yaratmak gerektiğini savunması”nı bu çerçevede okuyan genç irkilir.

Bu DAEŞ denen şeye dair bir şeyler sezmeye başlar, PKK denilen kanserin anlamına dair yeni izler belirir zihninde. 11 Eylül'ün sonrasında Haçlı Seferi söylemlerinin bir dil sürçmesinin ötesinde bir şeyler olabileceğini zannetmeye başlar.  

Olayın bir yönü burada bizim hiç mi suçumuz yok. Her şeyin dışarıdan bir şeylere bağlayıp iradesiz ve idraksiz bir sürü olduğumuzu itiraf etmiş olmuyor muyuz?

Paranın ve gücün yozlaştırıcı etkisinin fersudeleştirdiği bir esriklik haliyle içimizde çürüyen bir şeyleri fark edemiyor muyuz?

AVM'lerin gölgesinde kapitalist güç bizi kendileştirirken kendimizi aramak iddiası ironik olmuyor mu?

Biz bir ahlakın tarihinin çocuklarıyız; ne ırk, ne iktisat endişeleri ahlakımızı sarsamaz diyen Nurettin Topçu'ya kulak vermek çok mu zor?

Ya oryantalist imgenin kurguladığı tarihin bir parçası olmaya devam edeceğiz ya da biz olarak kendimize geleceğiz.

İsmet Özel'e bitirelim: Mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Vesselam…