VF kat sol
VF kat sağ

12 Ağustos 2018

Doktora şiddet, yaygara ve toplumsal kastlaşma

Frantz Fanon “Siyah deri beyaz maske” de gözlem ve tahlilleriyle üstenci küstahlığın ciğerini paralarken yabani bir kurt gibi “dilin” izini sürer. Mesleğini icrâ biçimi ona çok verimli bir görme ve gördüklerini biriktirip tasnif etme imkânı vermiştir. Yıllar boyu hasta muayene etmiş,  hastaneler yönetmiş ve psikiyatriyi kazandırdığı bambaşka bir perspektifle toplumbilimin anahtar çözümleyicilerinden biri hâline getirmiştir. Yegâne davası insanlığın ortak haysiyeti olan cevval bir muharip ve filozof bir hekimdir. Bizim doktorlarımızın kişiliklerinde oluşan kitlesel ve patolojik deformasyonun mâhiyetini yıllar önce Fanon'un şu satırlarını okurken fark etmiştim; “Halk sağlığı hizmetlerinde çalışan doktorlar şunu çok iyi bilir. Birbiri ardına on beş yirmi Avrupa'lı hasta girer ve hepsi ‘buyurun, oturun lütfen, şikâyetleriniz nedir?' türünden, ütülü ve kolalı cümlelerle karşılanır. Sonra bir zenciye ya da Arap'a sıra gelir; ‘Uzan bakayım şuraya… Söyle bakalım derdin ne… Buran mı ağrıyor hı?”

Bizim ülkemizin doktorları da kendi milletlerinin fertleriyle bu şekilde, yani bir Fransız doktorun sömürge ahalisiyle arasında oluşturduğu hastalıklı, mütehakkim hatta kışkırtıcı bir dil ile konuşuyorlardı. Fransız tabipler bu husustaki eleştirilere karşı “biliyoruz” diyorlardı; Zenciyle bir çocukla konuşur gibi konuşmak ona bulunduğu düzeyi hatırlatmaya yarıyor, onu rahatlatıyor. Böyle yapmakla bizi anlamasını sağlamaya, ona güven ve cesaret vermeye çalışıyoruz. İyi değil mi?

Fanon “zenciyle bu şekilde konuşmak onu öfkelendirir” der ve devam eder; Zenciyle böyle konuşurken kimsenin onu kızdırmak gibi bir niyeti olmadığı söylenecek şimdi. Bunu ben de biliyorum, evet, ama zaten bu niyet ve istek eksikliği, bu ilgi noksanlığı, bu kayıtsızlık değil midir zenciyi öfkelendiren; bu sınıf belirleyici, bu soyutlayıcı, pirimitize edici,  barbarlaştırıcı otomatik tavır değil midir çarpık olan?

Ama bir Türk için ülkesindeki durum daha vahimdir. Her şeye rağmen sömürgeci Fransız doktorla, toprakları işgal edilmiş zenci ya da Arap hasta arasında iletişimdeki marazlı durumu açıklayıcı kılan ve bir tarafın rıza ve onayı olmasa da tek taraflı dayatmalarla beslenen ırk- ten rengi, gâlip-mağlup, efendi-köle varsayımlarına bağlı metazorik ve mesnetsiz bir anlamlandırma vardır. Dolayısıyla zenci ya da Kuzey Afrika'lı Arap neyle karşı karşıya olduğunu bilir. Bu bakımdan hesaplaşacağı ve öfkeleneceği düşman mekanizma tanımlıdır. Türkiye'de Türk doktor ve Türk hasta arasında kurulan iletişim benzer bir marazla mâlul görünse de hasta için çok daha anlaşılmaz ve sinir bozucudur. Zirâ bu iletişim biçimini gerekçelendirecek sûni bir alt yapı düzeneği dahi yoktur. Tıp eğitimi esnasında 1960 - 70 ve 80'lerin Türkiye'sinde doktor olmuş hocalar üzerinden tevarüs eden ve öğrencilere pekiştirilmiş îma ve çağrışımlarla sürekli ihsas ettirilerek yüklenen ayrıcalık sanrısı kendileri dışında kalan insanlar nezdinde karşılığı olmayan, içi boş, tek taraflı ve serâpa bir ön kabuldür.  Doktor bu sanrı ile üstenci bir dille konuşma hakkı olduğu vehmine kapılmakta, hastalarıyla arasında tesis etmesi gereken saygı dilini bir türlü kuramamaktadır.  Hatta aldığı aile/toplum terbiyesini baskılamaya çalışarak, aralarında henüz hiçbir özel bir hukuk ve yakınlık oluşmamış hastalara karşı daha ilk karşılaşmalarından itibaren “sen” diye hitap etmeyi mesleklerinin teamüllerinden sanan ve bu durumdan kendilerinin de sıkıldığı bariz şekilde belli, “sen” ile “siz” arasında yalpalayanacemi” doktorlar görmüşsünüzdür. Sağlık hizmeti almak isteyen hasta veya hasta yakını içinse bu anlaşılabilir bir durum değil. Onun açısından bakıldığında karşısında bir yetişkinle nasıl konuşulması gerektiğini bile bilmeyen, beyaz önlüklü bir budala ve/veya kaba saba, görgüsüz bir cahil vardır. Bu iletişim biçimine mâruz bırakıldığı her saniyeyi kendisinin ya da yakınının sağlığıyla ilgili hizmeti mümkün olduğunca sorunsuz alarak atlatabilmek için tahammül ve sabırla geçiştirmek zorunda hisseder. Fakat zaman içinde bir doktorla yaşanan bu iletişim biçiminin istisnai ve kişisel bir “özre” tekabül etmediğini kendisi ya da yakınları için sağlık hizmeti almak istedikçe daha keskin şekilde fark eder; sıklıkla yaşamak zorunda kalacağı sistematik bir süreçtir söz konusu olan. (Türkiye'nin öznel tarihinde harbiyeli – mülkiyeli – tıbbiyeli üçlemesinin birlikte oluşturduğu kudret piramidinin dokunulmazlık hatıralarıyla dolu bir mesleki hafızanın,  devlet kastından düşürülüşlerine yönelik kalıtımsal tepkisini ve kudret açlığını da göz ardı etmiyorum.) Tıp eğitimi boyunca umdurulan ama gerçek hayat içinde yeterince hissedemediğini düşündüğü ayrıcalık ve saygınlık beklentisini, hastasına karşı hoyratlaşarak elde edeceğini düşünen bir doktor tipolojisiyle, doktor imgesini kısa bir aradan sonra yeniden kabalık ve görgüsüzlük parantezi içine alarak zihnine kodlayan bu toplumun buzda körebe oyunu çok daha vahim hadiselere gebe! Devletin medya marifetiyle manipüle edilerek körleştirildiği alanlardan biri bu…

Doktorlar arasında meslek fanatizmi şeklinde zuhur eden, ama yakından bakıldığında “bugün sana yarın bana” endişesinden beslenen, bir tür adam kaptırmama ve “denetim dışında tutulan alanı daraltmama” dayanışması olduğu görülen insiyaki ve refleks tepkilere yönelik Frantz Fanon'un verdiği yalın cevap ile ilk yazıyı bitirmiş olalım.  “Bu şu anlama gelir; insan psikolojisine tam bir uyarlık içinde doğal davranan normal insanlar var diye, aramızda çarpık psikolojilerden beslenmiş patolojik davranışlar ortaya koyan anormal insanların varlığını görmezlikten gelemeyiz. Zaten çabamız bu ikinci kategoriye giren kimselerin insan ilişkilerinde yol açtığı bir takım ârızi realitelerin ayıklanmasında katkıda bulunmaktır.”

Bu arada esas tuzağı hâlâ ifşâ etmedik…