24 Eylül 2016

‘Düşene vurulmaz’ ya da ‘bir tekme de sen vur’

Yine aynısı oldu. Bu kez de Tarık Akan'ın ölümü sonrası sosyal medyada yersiz ve de gereksiz lafların bini bir paraya düştü.

En nihayetinde bu dünyadan göçmüş bir artistin ettiği politik kelamlardan ve tavırlardan ötürü ardından ona dair istenen ‘hakkı' helal edip etmemekte, hoş olmayan sözcükleri dizip dizmemekte kişiseldir.  Eden eder, dizen dizer.

Lakin insanı ve toplumu yücelten değerler açısından beğenmediğimiz kişilere dair hakaret ve küfürlerin koro haline dönüşmesinin ne kelamı edene ne de topluma bir yararı olmuyor.

Bu yersizliğe dikkat çektiğinizde, vatandaşın küfür, hakaret, beddua etme hürriyetini(!) bir ayete, hadise ya da Peygamberimize, Allah'a dayandırmaya çabalayıp, aynı ayarda sürdürmesi ise o kişi ve toplum için durumu daha vahimleştiriyor.

Kendi adıma bu türden bir dili pek sağlıklı bulamadım.

İnsanı tahlil etmede iyi günde yapıp, edip, söylediklerinden çok öfkeden deliye dönesi zamanlarda ağzından çıkan veya kaleminden dökülenlerin daha belirleyici olduğuna inanırım.

Mutluyken, sevinçten uçuyorken, işimiz tıkırındayken ettiğimiz kelamlar ne olup, ne olmadığımız konusunda yeterli malûmat vermeyebilir.

O yüzden de tek bir alçaklığına şahit olmadan da Fetullah Gülen misali inatla ağız dolusu ziyankâr sözleri rahatça savurabilen veya gün görmemiş bedduaları ardı ardına kolaylıkla dizebilen birinin sağlıklı olmayacağı ortadadır bana göre.

‘Kem söz sahibinindir' çünkü. Ve de ‘her kelam öncelikle insanın kendi düzeyini belli eder.'

Yaşarken bir insanın söz ve tavırlarına dair yoldan çıkmamış bir üslupla tam cepheden yapılan eleştiriler nasıl ki bizi yüceltecek bir erdemin işaretiyse, ölen birinin ardından adabınca gösterdiğimiz sessizlik ya da üslubunca ettiğimiz eleştiriler edep ve ahlakın ispatıdır.

Tarık Akan bir kesime dönük yakışıksız, haksız sözler etti; gönüller kırıp, hayatlarını tarumar edenlere düşünceleriyle de olsa destek verdi. Tıpkı hala aynı pervasızlıkları matrah bir şey saymaya devam eden Müjdat Gezen, Rutkay Aziz, Uğur Dündar, Yılmaz Özdil gibi…

Neylersiniz, bu cenah kayıtsız şartsız adandıkları vesayetçi sistemin fikirlerine ve icraatlarına toz kondurmama inadını sürdürürlerken o fikir ve icraatların tarumar ettiği hayatları bir türlü göremiyorlar.

Savundukları rejimin zapturaptçı ‘halka rağmen halk için' tavrını sorgusuzca sahiplenip, ezberlerini ötekileştirici bir dil ve tavırla sağa sola savururlarken hala ‘devrimcilik' yaptıklarını sanabiliyorlar.

Bu ülkeye ve insanlarına dair siyasi tahlilleri sığ bir AK Parti düşmanlığı üzerinden kurgularken, güncel tarihin ve zamanın objektifliğinden uzak değerlendirdikleri için her seferinde ters köşeye yattıklarını kabul etmiyorlar.

Doğrudur, Tarık Akan da yaşarken tıpkı diğerleri gibi siyasi rakip bellediği kesimlere karşı dilini ve üslubunu keskin, ayarsız ve alaycı kullandı.

Siyasi hasımlarıyla konuşurken onlara karşı perdesiz ve kaba bir dil kuşandığına ve fikirsel yetersizliğini kavgacı tavırlarla kapatmaya çalıştığına gözlerimiz şahit oldu.

Lakin bana ters gelen, başkasının olumsuz bulduğumuz, eleştirdiğimiz dili ve tutumunu, ilk fırsatta bizim de yapıyor olmamız. İnsanın ısrarla hoş karşılamadığına, ayıpladığına dönüşme çabası sağlıklı görünmüyor bana.

Hele de normal koşullarda ‘insanın hasına, iyisine, adam olanına her daim ayıpladıklarından uzak durmak yakışır' sözüne hemen herkes hak verirken.

***

Beğenilmese de fikir beyan etmekten öteye geçmeyen kişilerin ölüsüne karşı ağır hakaret ve küfürlerle saldırmalar, sanki taraf ayırmaksızın ‘düşene bir tekme de sen vuracaksın' diyenlere karşı ‘düşene vurulmaz' diyenlerin kavgasına dönüştü.

Hayatın yekûnundan düşmüş olanların (ölenlerin) ardından edilen sövme ya da iftiraların yakışıksızlığını gereksizliğini dillendirenlerin, ‘ölüsüne hakaret etmek haktır' deyip eleştirdiği hoyratlıkları sergilemekten geri kalmayanlarla kavgası.

Dün Hasan Karakaya, bugün Tarık Akan ise hakareti, küfrü, aşağılamayı marifet bilenler için sadece kavgaya bahane gibi.