Düşmüş! Beter olsun. Hepten yok olsun…
Tüm Türkiye bu düşüşü konuşuyor. Birileri “aman niçin düşer, sonucunun böyle olacağı belliydi” feryadında bulunurken, benim gibi düşünenler bu düşüşten memnuniyet duymuştur.
Bir canlının düşmesi,
hele hele düşüp bir yerini incitmesi bizi memnun etmez. Vicdanı olan hiç kimse
de böyle bir düşüşten razı olmaz.
Düşüşünden memnuniyet
duyduğumuz şey dünyanın baş belası olan faizdir. Geçen hafta Merkez Bankası
faizi düşürmüş, piyasalar allak bullak olmuştu.
Piyasaların faizin
düşürülmesine olumsuz tepki vermesi bana göre doğaldır. Çünkü ülkemizde döviz
faizin muhafızıdır. Dünyada güçlü bir faiz lobisi vardır. Bu lobi vampirler
gibi dünyanın kanını emmektedir. Lobinin önüne engel çıkarsa veya çıkarılırsa
hemen döviz kartı oynanır. Yine şaşırmadık, aynısı oldu.
Her ne olursa olsun
faizin sıfırlanması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü faizin var olduğu yerde
her türlü sorunun bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Faiz, paradan para
kazanmaktır. Faiz, verilen parayı veya malı bir süre sonra belirli bir
fazlalıkla geri almaktır.
Faiz, alın teri
dökmeden, haksız yolla kazanç sağlamaktır. Fırsatçılık yapmaktır. Sana mahkûm
olan kişinin zor durumundan istifade edip, çıkar elde etme gayretini
taşımaktır.
Faiz kolay yoldan
para kazanmaktır. Faizin yüksek olduğu ülkelerde üretim, sanayi ve emek değer
görmez. O toplumun zayıf iradeli insanları ellerindeki nakdi faize yatırarak
kazanmayı tercih ederler.
Ülkemizde bunun
örneklerini görmedik mi?
Fabrikasını veya
dairesini satıp parayı faize yatıranlara şahit olduk… Burada kişi faizden para
kazanmıştır. Ama üretim durmuş, istihdam yara almış, devlet vergiden mahrum
kalmış, tüm bunların sonucunda ülke zarara uğramıştır. Hatta uzun vadeli
hesaplama yapıldığında parasını faizle değerlendirmeyi planlayan kişi de bu
zarardan nasibini almıştır.
Gariptir ki ülkemizde
faizin yüksek kalmasını isteyen ve yüksek kalması için de avazı çıktığı kadar
bağıran bir kitle bulunmaktadır. Bunlar sözlerini ve düşüncelerini her konuda
Batıya, Avrupa’ya dayandırırlar. Ama Avrupa’daki faiz oranları bizdeki bu faiz âşıklarının
yaygaralarının aksinedir. Avrupa bölgesindeki bazı devletlerin faiz oranları
şöyledir:
Bosna Hersek % 3,44,
Hırvatistan % 2,5, Macaristan % 1,8, Birleşik Krallık % 0,1, Euro Bölgesi % 0,
Danimarka% -0,6, İsviçre % -0,75…
Japonya’nın
uyguladığı faiz oranı % -0.1, Amerika Birleşik Devletleri’nin % 0.25, Belarus’un % 9,25, Ukrayna’nın % 8,5, Rusya’nın
% 6,75’tir
Ekonomisi
battı, iflas etti dediğimiz Yunanistan’ın dahi faiz oranı % 0’dır.
Her konuda
önümüze Avrupa’yı koyanlar sıra faize gelince tam aksi düşünceleri
sıralıyorlar.
Faizin düşük
olması her halükarda ülkenin çıkarınadır. Bu durum ülkelerde yerli üretimin hayat
bulmasına vesile olur. Yerli üretimin yüksek olduğu devletler enflasyon korkusu
yaşamazlar, dışarıdan gelme ihtimali olan ekonomik saldırılardan emin olurlar.
* * * * *
Faizin ferdi boyutuna
bakmakta fayda vardır.
İnançlı her Müslüman,
Allah Rasulü’nün ve ashabının yapmış olduğu gibi faizi “ayakları altına” alabilmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.v)
Veda Hutbesinde, “Cahiliyeye ait her şey ayaklarımın altındadır” diyerek
faizi yasaklamış, faizin her çeşidini ayakları altına almıştı.
Mecbur ve mahkûm olunan
durumlar haricinde faizin her türlüsünü reddedip, Müslümanca bir duruş
sergilenebilmelidir.
Gücümüz ve imkânımız
oranında faizle mücadelemizi yapmazsak, devletleri ve çeteleri topa tutmanın
bir anlamı olmayacaktır.
Faizle arasına sınır
koymayanların, Allah ve Rasulü ile savaş halinde olduklarını unutmamaları
gerekir:“Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız
mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Rasulü
tarafından faizcilere karşı açılan savaştan haberiniz olsun.” (Bakara
2/276) Her kim bu savaşa dâhil olursa Allah ve Rasulü’nün karşısında yer
almış demektir. Bu kişilerin ise dünya ve ahirette zelil olacağı aşikârdır.
Acıdır ki, cahiliye
döneminde olduğu gibi günümüz İslam dünyasında faizli işlemlerde bulunmak
ticaretin devamlılığı için gerekli görülmekte, faizsiz ticaretin yürüyemeyeceği
düşüncesi aşılanmakta ve bu düşünce Müslümanlar arasına yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ancak ticaret ve faiz
birbirlerinden farklı şeylerdir. Zira her şeyin en iyisini bilen Halik, “Allah,
alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır” (Al-i İmran 2/130) ilanını
yapmış, “Allah, faizle elde edilen malı mahveder” (Bakara, 278) uyarısında
bulunmuştur.
Faizin sahibine
sağlayacağı tek kazanç dünyada huzursuzluk, ahirette azaptır. Rasûlullah
(s.a.v), “Faiz yoluyla mal çoğaltan hiç kimse, malının hayrını göremez” buyurarak,
faizle iştigal edenlerin, gerek maddi, gerekse manevi açıdan iflas etmeye
mahkûm olduklarını haber verir.
Dinimizin bütün
ikazlarına rağmen faizi terk etmeyenlerin karşılaşacağı hüsran, Kur’an-ı
Kerim’de şöyle haber verilir: “Faiz yiyenler, kabirlerinden şeytanın
çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların ‘Alışveriş de faiz
gibidir’ demelerinden dolayıdır. (Bakara2/275)
İslâm’ın haram
kıldığı ve faillerine Allah’ın savaş ilân ettiği tefecilik ve banka faizciliği
büyük günahlardandır. Faiz alışverişinde bulunan Müslüman günahkâr olur. Ama
faizi meşru gören, helal sayan Müslüman, kâfir olur. Kâfirin ahiretteki kalıcı
yeri ise cehennemdir.
Faiz, sadece malın
değil, ömrün de bereketini alır götürür… Faiz belasına yakalanıp kurtulma
imkânı oluşmaması sonucu nice iflaslar yaşanmış, nice aileler dağılmış ve nice
kişiler intihar ederek dünya ve ahiretleri felakete dönüşmüştür.
Tüm bunların sonunda,
İslam toplumunun hızlı bir şekilde faizsiz bankacılık sistemine geçmesinin
gerekliliğini söyleyebiliriz. Bu noktada, İslam ülkelerinde kısmi olarak yer
bulan ve fetva otoritelerinin de cevaz verdiği katılım bankacılığının, soru
işaretleri bulunan taraflarının giderilip Müslümanların güvenini kazanacak bir
konuma ulaştırılması şarttır. Müslümanların da faiz sistemi yerine faizsiz
sistemi tercih etmeleri önem arz etmektedir.
Konuyu, faiz
belasının ciddiyetini anlatan Peygamberimizin şu hadis-i şerifi ile
tamamlayalım: “Faiz yiyene, faiz verene, faiz muamelesine kâtiplik ve
şahitlik yapanlara Allah lanet etsin.” (Buhari, Büyû’ 24, 25, 113; Tirmizi,
Büyû’ 2)
Başka söze gerek var mı?