19 Nisan 2016

Düşünemiyorum öyleyse neyim?

İslâm dünyası mevcut hali pür melali aşmak diliyorsa; birlik, bağımsızlık ve bilgi kavramlarının değerini yeniden hatırlamalıdır. Bugün yaşanan vaziyet bu 3B'nin eksikliği ile yakından alakalıdır diye düşünüyorum. Son dönem İslam ve ahvaline dair yazanların ana dertlerini incelediğimizde meseleyi bu üç temel başlık altında toplamak mümkün olacaktır. Zira bilgi kavramı ile alakasını koparan bu toplum bunun mefhumu muhalifi cehalet ile maluldür. Kâinatta bilgi olmadan umran olamayacağı tarihi tecrübe ile sabittir.

 Yani zamanın ruhu olmak muhaldir. Yine özelikle Osmanlı sonrası dönemde birliğin kaybı iç çekişmeleri körüklemiş, reaksiyoner bir tefekkürü hâkim kılmıştır. Bu noktada en büyük bela tefrikadır. İç ve dış dünyaya karşı devamlı süren kendisini “yabancı” olana karşı koruma güdüsü ile içeride mümkün mertebe belirli bir bakış açısı ile tecanüs kurma gayreti hâkim olunca kadim yapının pek çok unsuru burada sıkıntılar yaşamak durumunda kalmıştır. Dolayısıyla tefrika illeti def edilmeden sahil-i selamet beklemek abesle iştigaldir. Nihayet bağımsızlığın kaybedilmesi bazı devletlerin sömürge bazılarının yâri himaye rejimleri altına düşmeleri bir ekonomi politik geliştirme imkânı tanımamış siyasi parçalanamaya ilave olarak ekonomik çöküş de yaşanmıştır. Bu bakımdan fakirlik aşılması gereken diğer bir zorluktur. Fakirliği aşmak demek kalvinist olmak, kapitalist takılmak, protestan ahlakına bürünmek, para hırsıyla dolup taşmak değildir. Parayı geçmişteki gibi vakıf müessesi misüllü ehlileştirecek yolların mefhumuna uygun bir mahiyette yeniden inşası ve işletilmesi gerekir.

 Ayrıca orta halli vatandaşların belirli bir doyum sürecine erişerek kültür meselelerine para ayırabilir hale gelmesi de zaruridir. Hülasa bir umran hayal edenler birlik, bağımsızlık ve bilgi üzerinde çalışmalı, tefrika, cehalet ve fakirlikle ciddi bir mücadeleye girmelidir. Unutmamak lazımdır ki geçmişte akl-ı selim ile yani sahih düşünce ile ülkeler feth edenler kalb-i selim ile yani sahihi itikatla oraları yönetmişler ve zevk-i selim yani sahihi estetik anlayışı ile oraları bezemişlerdir. Tarihi bilgi ve tecrübenin naçizane gösterdiği yol icmalen böyledir. Anlarsak anlatacağız.  

 Bu yolda, bilgi meselesi noktasında düşünce varlığın kapısını aşacak anahtar, vesilesi ise yöntemi gösterecek olan tefekkür vasıtası olmak manasında felsefedir. Felsefe esas itibariyle düşüncenin evreni kavrayışıdır. Varlık, evren ve insana dair yöntemli bir düşünme biçimidir. Bu bakımdan felsefe kendimizi ve her şeyi düşünmektir. Felsefe bu manada bir düşünce alanı olarak hayatın değişik dallarına dair bakış açılarını ifade eden kollara da ayrılır. Tarih felsefesi, matematik felsefesi gibi. Bilim adamlarının ürettiği bilgiler felsefe ile daha üst ve anlama yönelik bir alana taşınarak ele alınır. İslam Tarih Felsefesi demekten çok Müslümanların tarihe dair değerlendirmeleri veya felsefi bakışı demek belki işin doğası icabı daha doğru olacaktır.

 Zira genel geçer olan felsefi kavram ve ilkeler değişik ekollerde kendi özgün içeriğini bulur. Bu bakımdan İslam tarihinde tarihe dair bakış açılarını değerlendirmek bu çerçevenin çizilmesi için önemlidir. Bu bakımdan İbn Miskeveyh ve İbn Haldun gibi müellifleri iyi okuyup anlamak gerekir. Düşünemiyoruz öyleyse neyiz?

 Bilgi hakikati, tarih boyunca kendi gerçekliğini bularak gelişmiştir. Her insan, her topluluk, her millet ve her medeniyet bunu bulunduğu coğrafya ve kültür zemininde gerçekliğine kavuşur. Pinhân olan ve aslında varlık olarak özde bulunan bilgi, insan elinde aşikâr olarak gerçekliğine ulaşır. Eski Yunan, Roma, İran gibi milli medeniyetlerle, Hıristiyanlık ve İslâm medeniyeti gibi daha cihanşümul medeniyetler elinde yoğrularak kendi doğrular düzlemini inşa eder. Varlık/hakikat, varolan/tarih ve insan/özne bu farklı medeniyet ve kültür ortamlarında kendi gerçeği ile tespit edildiğinden, farklılaşma ve algıdaki değişiklik, varlığa bakış usulü ve üslubu ile ortaya çıkar. Göremediğimizden gösteremiyoruz.

 Bilmek var olmaktır. Tarih varoluşumuzun en anlamlı bilgisidir. Tarihteki anlamların farkında olmak varlığın farkına varmaktır. Her farkına varış izafilikler taşısa da hakikate giden yolda bilgimize eklenmiş bir yeni var oluş alanıdır. Hakikati ve varoluşu arayanların yolu bilgiden geçer. Bilgi varlığı okumaktır. İbn Haldun “Tarih, bir çağa veya nesle has haberlerin anlatılmasıdır.  Bütün bölgelere, nesillere ve çağlara şamil umumi hallerin anlatılması ise tarihçi için bir esastır.

 Tarihin hakikati, âlemdeki umrandan ibaret olan insan cemiyetinden haber vermektir” tanımını verir. Bu bakımdan haber (olay ve olgular), bunların anlatılması (tarihi yazmak) ve umran kavramı ile söz konusu varoluş durumunu anlamlandırmak İbn Haldun açısından tarih yazımı ve felsefesinde başlangıç açısından önemli kavramlar olarak görülebilir. Evrendeki yerimiz ne, biz kimiz?

 İbn Haldun tarihin bir zahiri bir de batıni yönünde bahseder. Olaylar bu işin zahirindeyken onlara dair yapı ve anlamlar işin batınında bulunan hususlardır. Bu bakımdan tarih tefekkürümüzü her iki yönde geliştirirsek gerçekliği tespitte doğru bir yola girmiş olabiliriz. Zira bilimsel bilginin belirli bir tertibinin olduğu ya da tertip altına alınabilir olduğu, kendisi arasında illiyet sebep sonuç ilişkileri taşıdığı fark edildiğinde meselenin belirli bir tanım içine konulabileceği, idrake uygun olduğu ve bunun eleştiriye açık bir hale geleceği göz önüne alınarak bakılırsa tarihin bilgisi bu manada değerlendirilebilir.

 Memlûk döneminin Türk asıllı büyük filozofu Muhyiddin Kafiyeci, bu babda tarihi malzemenin mantıki bir tasnif ve açıklamaya imkân verdiği, tasavvur ve tasdik (düşünme ve delillendirme) noktasında bir bilgi değeri taşıdığı dolayısıyla bu mantıksal işlemlerle bir bilgi husule geleceği bu yönüyle de düşünceye konu olacağını ortaya koyan görüşleri de göz önüne alınırsa mesele biraz açıklık kazanmaya başlayabilir. Mesele uzun ve derindir kadim metinler ile çağdaş eğilimler göz önüne alınarak bu babda tefekkür üretmeye başlamak gelecek adına önemlidir.  Vesselam