15 Kasım 2017

Düzensizliğin fenomonolojisine giriş

 

Emperyalistler, Osmanlı sonrası Ortadoğu'sunda, düzensizliğin nizamına dair zihinlerinin altında örtülü gizli olan ve uygulama imkânı buldukları kaos düzenin taşlarını bölgede döşediler. Düzensizliğin fenomonolojisi bunun bilincine vararak bu düzensizliği anlamak gayretini ifade eder. Bu bakımdan emperyalizm denen şeyin kendisine dönerek bilince göründüğü halini göstermek şuur inşası açısından önemlidir. Karmaşa, kriz ve kaosun özünün ontolojisini araştırmak manasında fenomonoloji, düzensizliği fenomen bazında inşa eden dünyayı anlayarak buradan emperyalizmin muhtemel hareketlerini tarihi bir perspektifte açıklama gayretidir. Burada sübjektif çıkarımlardan ziya objektif bir tasvir esastır. Subjektif yorumlarımızla bir olguyu irdelemeye başladığımızda, bu bizi ve çevremizi tatmin etse de öte yandan kendi zihin dünyamızın kısır döngüsünde nesneleştirdiğimiz o şeyden uzaklaşarak kendileştirdiğimiz bir mitin arka sokaklarından kaybolmaya başlıyoruz demektir. Önyargıları ve ideolojik indirgemeleri tefekkür zannetmek zihnimizde obezite yol açacak bir yüklenmeye işaret eder. Mefhumu suikasta uğrayan her lafız döner dolaşır bunu yapan zihinleri de zehirler.

Emperyalizmin esasına dönüldüğünde buradaki ötekileştirici özü- Türk-İslam karşıtlığı ve bugün İslamafobya/Türkofobya bağlamındaki gelişmeler gibi- bu çerçevede değerlendirmek doğru olacaktır. Özü, emperyalizmi kendisi yapan şeydir ve onun tarihi, pratikte, bu özün reel açılımını eylem ve hareketleri üzerinden öğrenmemizi sağlar. Bu bakımdan emperyalizmi anlamak için özüne dair gerçekçi bir bilinç oluşturulması ve bunun tarihi tezahürlerinin gözlemlenerek tarihin laboratuvarından teşekkül eden olay ve olgun tecrübesinden bu özün umumi değerlendirmesine geçilmelidir. Bu açıdan emperyalizme uzak yakın tüm bakışlarımız, tarihsel sürece dair tüm değerlendirmeleriz, teorik tüm analizlerimiz bize özün gerçekliğindeki esasındaki değişmeyenin değişen şartlardaki hareketini gösterecektir. Böylece geçmiş bize anda idrak ettiğimizle geleceği öngörme imkânı verebilecektir. İşte düzensizliğin fenomonolojisi de Osmanlı sonra bölgemizde yaşananların ana dinamikleri, özündeki dinamitleri görmemiz açısından emperyalizmin kendisine ve olaylara açık bir zihin, anlayan bir göz ve açıklayan bir akılla bakmamızı sağlayabilir. Örneğin emperyalizmin bu coğrafyadaki hareket tarzlarından birinin darbeler olduğunu öze dair bir mesele olarak anlarsak ülkemiz ve bölgemizdeki onlarcasının esasını, yerini ve amacını anlayabiliriz. 15 Temmuza da böylelikle açık bir zihinle bakabiliriz. Bölücülüğün, bölerek yönetmenin başka bir tarz olduğunun bilincinde olmak bölünmüşlükler, tefrikalar coğrafyası olan bölgemizde hala neden bölücülük gayretleri olduğunu ve gelecekteki muhtemelleri bu yolla fark edebiliriz. Cahil bırakmak ve fakir yaşatmak bu cümleden diğer fenomenlerden olarak sayılabilir. İşte emperyalizmin özünü gösteren, bizde bilinci geliştiren fenomenleri anlamak darbe, bölücük, İslamofobya, terör vb. hususları idrak etmekle mümkün olacaktır. Emperyalimzin kendi maskelediği görünüşleri ötesinde kendi özünü gösterdiği muhtelif zaman ve zeminlere mukayeseli bir bakışla tespit edilebilecek tarafını görmek düzensizliğin fenomonolojisini yapma yolunda önemli adım atmak olacaktır. Hülasa Aliya'nın tabiri ile “siyaseten ve madden bağımlı, manen çelimsiz” bir dünya var etmek için düzensizliğin taşları bölgemizde özenle döşendi.

Bu düzensizlik düzeni Osmanlıyı yıkan güçlerin kurduğu bir takım düzenlerle, bunu sağlayan çatışmalar ve antlaşmalar sarkacıyla söz konusu oldu. İşte bunlardan üçünü görmek emperyalist özün fenomenleri olmak hasebiyle meseleyi anlamaya giriş için faydalı olacaktır. Bugün hala bölgemizde Sykes-Picot Düzeni, Balfour Düzeni ve Camp David Düzeni olarak bahsedilen tarihi süreçteki bazı önemli köşe taşlarından yola çıkarak öze dair anlama çabamızı derinleştirebiliriz. Bu düzenler bölgedeki düzensizliğin temel taşlarının döşendiği birer olaydır. Osmanlının yıkılıp bölgede etkisizleştirilmesi ile başlayan bu yapılanma, İsrail'in kuruluş zeminin teşekkülü ile devam etmiş, nihayet süregiden çatışmalar sonrasında İsrail'e çatışmasızlık içinde gelişme şansı veren son antlaşma ile asırlık oyun devam etmiştir, Arap baharı sonrası olaylarıyla da devam etmektedir.

Nizam-ı Âlem kalkanını parçalayan Sykes Picot Antlaşması: Düzensizlik düzeninin temel taşları bu antlaşma ile döşendi. Bu antlaşma Rusya'nın tasdiki ve 9-16 Mayıs 1916 tarihlerinde mektup diplomasisi ile İngiltere-Fransa arasında sağlanan anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu'nun, Anadolu ve Ortadoğu topraklarının paylaşımını içeren gizli bir anlaşmadır. Fransa adına François Georges Picot, İngiltere adına ise Sir Mark Sykes'in imza koydukları bir antlaşma olmasından dolayı, onların adı ile anılan bu belgenin bölgenin kaderi üzerinde bugüne ulaşan sürekli tesirleri oldu. I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kut'ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye'nin Orta Doğu topraklarının paylaşılmasını öngören bu antlaşmaya göre: 1. Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı, 2. Fransa'ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları, 3. İngiltere'ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir. 4. Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak, 5. İskenderun serbest liman olacak, 6. Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır. Görüleceği üzere Osmanlı sonrası döneme dair büyük resmin çizildiği bu antlaşma kurduğu düzenle bugüne kadar süren kaosun ana sebeplerinden oldu. İşgal, bölünme ve sömürü düzenini içeren bu antlaşma düzensizlik fenomolojisinde bilinci uyandıran emperyalist öze dair malumat veren önemli bir olgudur. Burada devlet kurma vaadi süregiden vaatler zincirinin bir evveliyatı olarak zihne çarpıveriyor.

Bölgeyi parçalamanın zemini 2 Kasım 1917 Balfour Deklarasyonu: Düzensizlik düzenin bölgedeki diğer bir taşı ise Sykes Picot'tan bir sene sonra konulmuştur. Osmanlıyı yıkmak amaçlı bir iç karmaşa sebebi olarak öngörülen Arap Devleti kurma vaatlerine bir de Filistin'de İsrail devletinin kurulmasının önünü açılarak, Osmanlıya antitez haline getirilenlere bir alternatif yapı da planlandı. Tez ve anti tez yanyana konarak bir dehşet dengesinin zemini böylece hazırlanmıştır. Bu deklarasyona göre, "Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım." sözleriyle başlayan Balfour'un mektubu şöyle devam ediyordu: "Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini hakları ile başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır." Balfour'un, "Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım." sözleriyle son verdiği mektup, daha sonra İtalya, Fransa ve ABD'nin de desteğini almıştı. Böylece sürgit devam edecek, bölge için öngörülen bölünme, çatışma, cehalet ve fakirlik düzeninin alt yapısına bir taş daha konulmuş ve bölgeyi yakından uzaktakiler adına kontrol edilecek bir düzen kuruldu; Sürgünler, intifadalar, işgaller sürüp gitti.

Düzensizliği düzenleyen 1978 Camp David Antlaşması: İsrail-Arap devletleri bağlamında kurulan şiddet dengesinin yol açtığı olaylar nihai olarak 1978'de bir antlaşmayla çözüme bağlanmaya çalışılmış, lakin düzensizlik düzenin varlığını daha da güçlenerek devam ettirmiştir. Bu antlaşma 1973 Yom- Kippur Savaşı sonrası, Arap ülkeleri ile İsrail arasında kalıcı barış sağlamak amacıyla, ABD'nin ''mekik diplomasisi'' yoluyla arabuluculuk yaparak, Mısır ile İsrail arasında 17 Eylül 1978'de imzalattığı anlaşmalara Camp David Anlaşmaları denir. Buna göre, Gazze ve Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilere, özellikleri İsrail, Mısır ve Ürdün tarafından belirlenecek, beş yıl sürecek olan bir muhtariyet (özerklik) verilmelidir. Muhtariyet dönemi içerisinde İsrail, asker miktarını askeri seviyeye indirmelidir. Muhtariyet döneminin 3. yılından itibaren İsrail, Mısır, Ürdün ve Filistin temsilcileri bir araya gelmeli; Batı Şeria ve Gazze'nin nihai statüsü için anlaşma yapılmalıdır. Dönem içinde İsrail ve Ürdün de müzakere görüşmeleri düzenlemelidir. İsrail, Sina Yarımadası'ndan çekilmelidir. Buna karşılık Mısır da İsrail'i tanımalıdır. İşte bugün bölgede her taşın altından çıkan bu üç antlaşma ile oluşan düzensizlik düzeni günümüze kadar devam etti. Osmanlının parçalanması sonucu açılan pandoranın kutusundan çıkan dehşet, şiddet ve terör bölgeyi geri kalmışlığın, yıkım ve harabiyetin merkezi haline getirmekle kalmadı, İslamofobya düzenin kurularak ötekileştirilen bir dinin ve mensuplarının başına başka çoraplar da örülmüştür. Yeniden hatırlama geçmişi değiştiremez belki ama gelecek adına doğru adımlar atmak adına bilincimizi güçlendirebilir.

Camp David sonrası bölgede peşi sıra darbe, inkılap ve değişimler yaşandı. Bu süreçte yaşanan düzen ise düzensizliğin mantığı tarafından Arap Baharı ve sonrası olaylar ile yeniden bir alt üst oluşla bugün yaşadıklarımızla karşı karşıya kaldığımız bir bölgeyi ortaya çıkardı. Terör bölgemizin en büyük belası olarak İslam tabelası altında düzensizliğin en büyük araçlarından olarak kullanıldı. Norveç'te, ABD'de yerli tiplerin faaliyetleri akıl sağlığı ile açıklanırken bölgemizde sermayesi, silahı ve aklı nereden geldiği ortada olan İslamsız terörün faturası hemen İslam'a ve Müslümana çıkarıldı. En son Mısır ve Suriye'deki “normalleşmeye” açık örtülü darbelere destekle taş koyan Suudi yönetimi “normalleşmek” adına kendi Arap Baharını yaşamak durumunda kaldı. Belki Suudi destekli Mısır darbesi olmasa, Suriye bu denli parçalanmayacak, DAEŞ gibi bir sorun bu denli büyümeyecek, en-Nusra tipi yapılar bu kadar gelişemeyecek ve demokrasi bölgemizde kendi aksak gidişatı içinde köklerini biraz daha salma şansı bulabilecekti. ABD'nin bölgeye müdahale için sebep edinip stratejiler geliştirdiği İran ve Suud çekişmesi bölgeyi bu denli yormayacaktı. ABD-Rusya bu denli bölgeye müdahil olamayacak ve doğal süreçler kendi mecrasın da belki de akabilecekti. Belkiler çoğalıp gidiyor… Umutlarsa baki… Her şeyin İsrail adına “normalleştiği” bölgemizde anormallikler düzensizliğin düzeninde yaşanmaya devam ediyor. Düzensizliğin düzenleyen düzen özündekine mutabık olarak işlemeye devam ederken ne yazık ki bölgemiz idraksizlikle çürüyerek tükenmeyi sürdürüyor.