11 Eylül 2017

Ecdadın asrımıza emaneti

Türklerin Tarihi, Türkistan'dan başlayıp zaman içinde akıp giden büyük bir nehir gibidir. Muhtelif coğrafyalarda, değişik zamanlarda Türk öznesi zamanı ve mekânı şekillendirirken kendileri de özü kaybetmeden yerelle zenginleştiler. Batıya doğru olan harekette şüphesiz en büyük merkezlerden birisi Anadolu oldu. Burada Malazgirt ile başlayan süreçte pek çok devletin kurulacağı bir büyük zaman başladı, belki de Türklüğün tarihi içindeki en uzun zamanlarından biridir bu. Aktüel hayatımızın da şekillendiği mekân olması hasebiyle buradaki zamanın bizim için ayrı bir manası olduğu da aşikârdır. İşte Anadolu'daki hayatımızı süreçte merkeze alarak tefekkür üreten bir ekol de oluştu. Remzi Oğuz Arık, Nurettin Topçu gibi isimler bu yolda fikir ürettiler. İşte bu cümleden zevat içinde Mükrimin Halil Yinanç'ın müstesna bir yeri vardır.  

Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç tarih camiasının bayrak isimlerinden biridir. Anadolu'daki tarihimizi, Prof. Dr. Refet Yinanç tarafından kendi el yazılarından oluşan notların latinize edilmesiyle suretiyle hazırlanan ve hala aşılamayan bir vüsatta yazan merhum hoca büyük bir âlimdi. İşte bu cümleden 1969'da hazırladığı bir kitabın önsözü Nurettin Topçu tarafından yazılmıştır. Anadolu'yu merkez alan bakışı, Topçu'nun bu konudaki yaklaşımlarını anlama noktasında önemli bir katkı olduğunu düşündüğümüz bu önsözden bazı alıntıları bağlamında paylaşmak istiyoruz: Mükrimin Halil Yinanç, Anadolu tarihini tedvin gayesiyle kırk altı yıl önce ilk adımı atarken, bu dâvayı benimseyen bir zümre Anadolucu gençliğe önderlik etmişti. O zaman yıpranmamış taze heyecanlarla işe başlayan nesil, müdafaa ettiği dâvanın insanlık huzurunda haklı ve aynı zamanda ilme dayanan bir dâva olduğuna inanıyordu. (Mükrimin Halil Yinanç, Milli Tarihimizin Adı, 1969, Önsöz,  N.Topçu, s. 7.)

Anadolucu yaklaşımın ve Topçu'nun umumi Türklük âlemini ihmal ettiğine dair düşüncenin esassızlığını Topçu'nun aynı yazıdaki şu tespitleri göstermektedir: Bağrından birçok milletleri çıkaran büyük bir ırkın torunları olarak Türk ismini yalnız kendi milletimize ait bir isim olarak almak veya onun adım bu milletlerden sade bir tanesine vermek, ilme ve idrâke aykırı bir hareketti. Bu hal, bütün servetini evlâtlarından yalnız bir tanesine verip öbürlerini mirasından mahrum bırakan babanın davranışını andıracaktı. (s.7) Türk kavramının büyük çatısı altında, muhtelif coğrafyalarda yaşayan Türklük âlemi içinde, tarihe damgasını vuran en önemli şubelerden birinin Türkiye Türkleri olduğunda şüphe yoktur. Anadoluculuk bunları dışlayan değil sadece bu şubeye dikkat çeken bir yaklaşımdır. Bu manadaki bakışın, ülkemizdeki diğer bir Anadoluculukla; burada karıştı ve türedi bu millet teziyle alakası olmadığı ise aşikârdır.  

Topçu bu noktada, bir Anadolu inhisarcılığı yapmadıklarını, hele hele Anadolu'da teşekkül etmiş bir milletten bahsetmediklerini, millete bakışlarını ve milletin dinamiklerini ortaya koyar: Millet servet değil, hakikattir. Onu biz kendi istediğimiz şekilde bölemeyiz. Belki ancak Hak böler. Hak bizi Anadolu'da güzel bir vatana sahip millet yapmış. O halde milletimizin adı Anadolu Türk Milleti, millî tarihimiz de Müslüman Anadolu'nun tarihidir, ilim ve hakikat gözüyle ne gelişi güzel Müslümanların bir kısmı bir milletin adı altında birleştirilir, ne de bütün bir ırkın gücü yalnız bir milletin hayatına mal edilebilirdi. Dâvayı bir Anadolu ırkçılığı zannedenler de aldandılar. Anadolu, millet hamurunun yuğuruluşunda ruh ve tabiat unsurlarını sunuyordu. Burada tabiat, coğrafya unsuruyla karşılanıyor, ruh ise tarih, örflerle sanatlar ve din unsurlarından hayat alıyordu. (s. 7-8). Topçu'nun Anadolu'ya atıf ettiği önem burada teşekkül eden ve aktüel olarak yaşanan coğrafi ve tarihi şartlara göre millete kendini hatırlatmaktan ibarettir. Bu ise eğitim işidir. Topçu, uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihâyet dine yükselmemiz lâzımdır... Bu iş bir maarif işidir derken bu gerçeğin vatanda tahakkuk imkânını dile getiriyordu. Dine çıkan yolun uzviyetten başlayıp tedricen yükselmesi gereken aşamaları da bir maarif yaklaşımı teklifi olarak bu suretle ortaya konulmuştur: Uzviyet-ilim-felsefe-sanat-ahlak-din.

Topçu nihayet olarak bizi topraklara dair kılan gerçeği enfes bir şekilde ortaya koyar: Malazgirt'ten Sakarya'ya kadar mukaddes toprağa ruhlarını karıştıran ecdadın asrı­mıza emaneti olan millet; zulmü de cehaleti de kabul etmek istemeyenler ona ne ad verirlerse versinler; toprağıyla, ahlâkı ve imanıyla, kaderi ve gerçek iradesiyle Anadolu Türk milletidir. (s. 9.) Anadolu Türk Milleti bu topraklardaki insanların karışması sonucu oluşan bir yeni şube olmayıp Malazgirt ile Anadolu kapılarını açan Türkistan'dan akıp gelen tarihi mirasçılarıydılar. Topçu'nun Anadoluculuğuna bu zaviyeden bakmak fikirlerine intikal için faydalı olabilir.

Ağustosun iki gününde bizi var eden gerçek; Malazgirt ve Sakarya zaferleri, Topçu'nun kaleminden mukaddes toprağa ruhları karıştırmak olarak ifade edilir. N. Topçu modernleşme ile kendi kalmak geriliminde teşekkül eden yeni dönemde, Anadolu Türklüğüne milli ve dini kimliğini fısıldayan çağ münzevilerden biri olarak, geleceğe bakışımızı müstakimleştiren bakışıyla,“yer”sizleşmemiz için bu toprağın çocuklarına kendi gerçeklerini ahlakın ve imanın Türkçesiyle anlatmıştır.  Uyanık bir gözlemci olarak çağıyla yüzleşirken milleti çağın ötesine taşıyacak esası da aktarmaktan geri durmamıştır.

Anadolu'yu vatan kılanlar, coğrafya “ana”mızda bizi var eden dinamikleri ve ruhumuzu şekillendiren babamız olan bir büyük tarih içinde bilincimize şahsiyetimizin esaslarını söylerler. Anne ve babamız bizi birey olarak var ederken nasıl bir aile oluşumuz söz konusu ise, vatanlaşan coğrafya ve tarihimiz de bizi millet olmaya taşır. Coğrafyadan vatana, zamandan tarihe, uzviyetten dine giden yol tefekkür ile aşılıyor. İşte büyük Türk tarihinin akan nehri Anadolu'da büyük bir umranı şenlendirmiş ve geleceğe doğru ilerlerlerken mazimizin güçleri, günün dinamikleri ve geleceğin tasavvurları ile ilerliyoruz.  

Müteferrik bir not: Dünyada/bir toplumda makulleştirilen ve gereklilik olarak kabul ettirilen zorbalık Arakan, Bosna gibi felaketlerin yaşanmasına yol açtı, açıyor. Bu aşamaya gelen dünyada/toplumda hörmetin ve merhametin herhangi bir vasıtayla sesini duymak bile, tatminsizliğin kudurup, intikam çığlıklarının gökyüzünü yırtmasına neden oluyor. Bosna böyle bir ortamda kanadı, dünya ise sessizdi yine Arakan'da olduğu gibi. Böyle bir dünyada adaleti düşünmek ise absürt bir komediye zoraki gülmek gibi olsa gerektir. Terör bahanesi ile makul ve gerekli gösterilen düzenlemeler, zulüm, şiddet ve zorbalık devam ediyor. Irak'ta da benzer bir zorbalık arefesindeyiz. Türkiye ise mazlumların sesi olmak gayretinde… Vesselam…