​Edep

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

Edep bahsini somutlaştıran tek unsur dil.

Bu hüküm cümlesiyle başlayalım söze. Değil, diyen için diyecek bir sözümüz olmadığı da böylece bilinsin…

Dilin bir organdan ibaret olmadığı malum. Hâl, tavır, duruş, etkiler karşısında sergilenen tepki; sözlerden ibaret dil unsurlarını bile gölgede bırakacak kadar kuşatıcıdır çoğu kez.

Aslında bir denklem vardır burada. Zihnin yapılanması iç dinamikler ve dış etkilerle mümkün. Sonra bu biçimlenmenin söze yansıması var. İşte döngü burada başlıyor. Dil yani sözde ne varsa önce insanın kendini, zihnini ve duygularını etkiliyor; duygularında, zihninde yani bünyede olup bitenler de dili/sözü etkiliyor.

Elbette insanda olan biteni anlatmak için sözler yeterli değil. O sözün muhatabında niyetiyle birlikte yankılanması için beden dili, duruş ve ifade eşlik etmeli. Bu da mümkün olduğunda kişi bu yansıtma işini ruberu gerçekleştirebiliyorsa izahını maksada en yakın hâliyle ifade etmiş oluyor. Buna rağmen yanlış anlaşılma ya da anlatılanlardaki istemsiz küçük sapmaların karşıya büyük sapmalarla ulaşmasına engel olunamıyor.

Bir hatibi dinlerken onunla aynı mekânda bulunmakla o hitabı dijital aracılarla algılamak arasında önemli farklar olduğunun herkes bir miktar farkındadır. Uzaktan tanıdığınız birisiyle aynı mekânda bulunmak, onu herhangi bir cihaz aracısı olmaksızın dinlemek, kimi zaman bizde yer etmiş bu kişinin konumunu bir anda değiştiriverir bilincimizde. Bu ne onun ne de sizin elinizde olan bir şeydir. Kendiliğinden zuhur eder. Bazen daha iyi bir noktaya çekilir, bazense daha olumsuz bir yargıya sebep olur. Ancak burada kesin olan bir şey vardır. Kişinin hâl, hareket ve sözlerine yakından tanıklık etmek, o kişiyle ilgili daha doğru bir yargıya götürür bizi.

Başta verip öylece bıraktığımız o hükme dönelim.

Dil insanın dünyadaki yansımasını somutlaştıran en etkin araç. Bu aracılık, yalnızca edep değil, birçok haslet ve sıfatın da ölçüsünü belirleme yetkinliğine elveriyor. Dili maharetli kullanmak ise kişinin çoğu kere zekâ ve yeteneğiyle ilişkili olsa da bütünüyle kendisini olduğundan farklı hâle getirmeye yetmiyor. Bütün soğukkanlı titizliğine rağmen, ani olaylar karşısında ya da kendi gizemli alanına müdahale girişimlerinde verdiği tepkiler dahi, onun sözle perdelediklerini açık etmesine kâfi geliyor.

Söz becerisi cehaleti bile bir müddet gizleyebilir, ama eninde sonunda cehalet kapana kısılacaktır.

Edebi haddini bilmek olarak yorumlayanlardanım. Edeple dil ilişkisinin önemini vurgulama ihtiyacım da bu yüzden. İnsanların sözlerini sustursa bile fiziksel tavırlarını susturamayabiliyorlar ve konuşmaya devam eden beden kişinin had algısını ortaya koymakta fazla gecikmiyor. İşte o zaman söz, söyleyeni imtihana etmeye başlıyor. Edepten çok söz edenlerin ondan yoksun kalmasına tanıklık etmeye başlamamız da bu yüzden belki. Hatta bütün güzel ve hayırlı işler de biraz böyle. Ne kadar söylenirse bereketi azalıyor. Hâl ile kâl birliğinin mihengi de burası. Kâli susturup hâli konuşturacak kadar kemalati yaşamış olmak… 

Seküler dünyada pişkinlik gelir getiren bir sermeye hükmünde. Talebin arzı tetiklediği inancı ise insanlık varoluşu kadar kadim çekişmelerin nüvesi. İnancımızda ise dünyevi manada talepkâr olunabilecek tek alan vardır, o da ilimdir. Bundan dışında sayılabilecek dünyevi unsurların başka bir beşerden talep edilmesiyse mecburiyetlerle sınırlandırılmıştır. İşte had ve hudut burasıdır. Yani talepkârlık ölçüsüdür. Edebin de ölçüsü de buna göre şekillenir ki haddini aşan meselelerde ve mecburiyeti aşkın durumlarda bir kez talepte bulunan kişi bunu alışkanlık hâline getirir.

Materyalizm, talepkârlığın bir alışkanlık olmasından öte sistemlere bağlanmasına, örgütlenmesine, kanunlaşmasına zemin oluşturur. Bugün taleplerini dile getirmeyen biri için artık adalet tesisinden bile söz edilemiyor. Oysa adalete ihtiyaç duyan birinin, mahiyetine göre dile getirmesi çok güç durumlar var. Bu mecburiyetiyle kamuya mal olan, olay ve kişiler için kendilerini de aşan manzaralar söz konusu. Bunu normalleştiren bir toplumda kişisel mahremiyetin muhafazası sıra dışı hâle geliyor; herhangi bir ihtiyacını kamuya duyurma bahsi de normalleşiyor.

Kırılan bu edep zincirinin tamirine imkân bulunmadan, insanların ferdî alanlarında edebini muhafaza etmesini beklemek her zamankinden daha zor. Zaten “seyirlik” olma ve metalaşmayı kabullenişi sonuna kadar takdir ve tasdik eden sosyal medya imtihanını veremediğimiz gerçeğiyle yüz yüzeyiz.

Dil dedik, hâl dedik, kâl dedik, had dedik, hudut dedik…

Edebi tam tekmil anlatmaya yetmez hiçbiri… Edebin duymak ve fark etmekten çok idrak edilesi ve hâlde nüksedesi bir mesele olduğunu söyleyip bir virgül koyalım.

***

Künye: Edep; Arapça bir kelime olup toplum töresine uygun davranma; iyi ahlak, incelik, terbiye anlamlarına gelir (TDK Türkçe Sözlük).