04 Kasım 2017

Eğer gerçekten devletsen ayağa kalk

Küresel tahakküm iradesinin Türkçe yayın yapan matbu hoparlörleri, bir tımarhane şenliğinde gerdan kırıp mendil sallayan sevindirik bir halay başına benziyor. Tarihçi Mustafa Armağan'a ve Yazar Süleyman Yeşilyurt'a Atatürk'ün hatırasına alenen hakaretten birer yıl üçer ay hapis cezası verilmiş. O yüzden ne omuzları yerinde durur artık, ne kıvrak belleri ne de kalçaları… Zilleri taktılar çıkı çıkı yaptılar. Bizimse aklımızda ziller, ipler ve izler …

Sahiden bu ülkeye ait bir basınımız olsaydı, hükmü veren yargıçlara mutlaka “hakaret” ve “aleni” kelimelerinin sözlük anlamlarını okur ve kararlarına konu olan bu kelimelerle vaka arasında nasıl bir ilişki ihdas ettiklerini sorardı. 21 Şubat 1926 tarihli Boston Sunday Advertiser gazetesinde -yani tam 91 sene önce-  Latife Hanım'a ait olduğu belirtilerek yayınlanmış, o tarihten beri asla tekzip edilmemiş, yetkili ve ilgililer tarafından zaten bilinen bir mektubun haberleştirilerek halka sansürsüz ulaştırılması sebebiyle mi  veriliyor şimdi bu ceza? Yargıçları keyfilikten sakındıramayan idari ve yasal bir mekanizma, adaleti temelleştiremeden taşralı devletimsilikten öteye geçemez.

Mustafa Armağan cezanın ertelenmesi talebinde bulunmayı reddederek mahkûmiyet kararıyla bir nevi restleşmiş. Tanrı'ya secdeye kıyamdan geçileceğini düşündüğü içindir belki, kim bilir...

Türkiye'de Mustafa Kemal tarihsel sorgu ve meraktan 5816 sayılı kanunla korunur ve ona yöneltilen eleştirilerin ya da hayatıyla ilgili olumsuz iddiaların mahiyeti hakkında konuşulmasına izin verilmeden, sözün sahibi adet üzere “ağıza alınmayacak hakaretler(?) ve küfürler(!)” etme ithamıyla tıka basa yüklü bir şamatayla kuşatılır. Böylece hem konuşanın yeni cümleler kurmasına engel olunur hem de kalabalıkların söylenenleri tam olarak duyma ve üzerinde sağlıklı şekilde düşünebilme zemini yok edilir. Eleştiri ve iddialara, yandaş tarihçi, yazar ve gazetecinin cevap vermek zorunluluğuyla yüzleşmesine mâni olmanın en kolay ama en çiğ yolu, düşünceyi kriminalize ederek kanaat açıklamanın üstüne “suç” isnadıyla, savcı, yargıç ve polis sürmektir. Gerçekten davama inanmış bir kemalist olsaydım bunun ideallerimize yönelik en büyük aşağılama olduğunu söyler ve iddia sahiplerinin savlarıyla baş başa bırakılarak hesaplaşmak istediğimizi söylerdim. Bugüne kadar böyle bir atatürkçü görmedim. Kemalist tarih kurgusuna inanmayan ve itiraz eden her sese karşı yükselen tek nida, nerede bu savcı!

Dile getirilmeyen sorun şu; Türkiye'deki kemalist tarih kurgusunu inandırıcı bulmayan, kurgunun tutarsızlıklarla ve çelişkilerle dolu olduğunu düşünen milyonlarca insan var. Onlar ilkokuldan beri kendilerine dayatılan verili tarih tanımlamalarını ve karakterlere giydirilen rol ve unvanları hakikatlerle uyumsuz buluyorlar. Halaskar Gazi karakterinin bir illüzyon olduğunu, milyonlarca kilometrelik vatan toprağının fiilen düşmanlara bırakıldığını ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızdan feragat ettirildiğimizi ve bu yolla tarihin dışına itildiğimizi düşünüyorlar. İngilizler'in, Fransızlar'ın, diğer batılıların ya da Ruslar'ın işgal ederek sömürgeleştirdiği ülkelerde yaptıkları, alfabe değiştirme, milli kıyafetler yerine batılı kıyafetler dayatma, milli çalgı ve müzikleri yasaklama, işgalci ülkenin paradigmalarını yücelterek ele geçirilen ülkenin değerlerini ve mukaddeslerini horlama gibi pek çok işgalci/sömürgeci uygulamanın bizatihi kemalizm eliyle Türk Milleti'ne karşı daha sinsice ve risksiz uygulandığını, İngilizlerin istihbari ve diplomatik dehalarıyla feci şekilde oyuna getirildiğimizi ve neredeyse yüz yıldır bu operasyonun labirentlerinde, bir halüsinasyon içinde yaşatıldığımız kanaatini taşıyorlar. İslam ve batı dünyasının pek çok tarihçi ve entelektüelinin bu savı parça parça dillendirdiği de bir sır değil. “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir” hakikatini ilk keşfeden Bosna Hersek'in tarihi lideri Aliya değil elbette! Konfiçyus “bir milleti tutsak etmek istiyorsan ya sazlarına bir tel ekle ya da sazlarından bir tel çıkar” der.

Kemalist tarih kurgusunun yanlış olduğuna ve bu kurguyla aslında ülkelerine zarar verildiğine inanan insanlar bu kanaatlerini nerede, nasıl ve kime anlatacaklar? Bu savların karşılıklı olarak eşdeğer özgürlük ve dokunulmazlık paydasında tartışılmasını, taraf olmadan, fikir ve fikri ifade hakkının haysiyetini de müdafaa ederek sağlayacak olan, bizatihi devlettir. Her iki tarih kurgusunun da iddia, soru, delil ve itirazlarını açık açık duymaya, anlamaya ve tartmaya hakkımız var! Latife Hanım'ın kasalarda ulaşılması yasak olarak saklanan hatıraları sorulduğunda “halk gerçeklere hazır değil” diyerek sanki millete  buluğa ermemiş çocuk muamelesi yapan  9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bu sakil tavrını yakın tarihimiz konusunda sürdürmeye daha ne kadar devam edeceğiz?

Açıklanırsa Türk tarih tezini baştan aşağıya yeniden yazmamız gerekirmiş! Ne önemi var? Hakikatten daha kıymetli olan nedir? Üzerinden elli yıl geçen tüm belgeleri araştırmacıların tetkiklerine açan İngiltere'nin, Mustafa Kemal, Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş evresiyle ilgili belgelerin üzerindeki yasağı sürekli uzatması niyedir? Millet olarak sansürsüz hakikati istiyoruz. O bizim tarihimiz!