07 Kasım 2018

Eğitimde ezberin ötesine geçememek

Eğitim 2023 vizyonu ile birlikte bir kez daha eğitim sistemi üzerine düşünmeye ve tartışmaya başladık. Hepimizin yaşamına bir şekilde etki eden eğitim sistemi, millet olarak gelecek tasavvurumuzun da temel kaynağı.

 Eğitime dair tartışmaların ve eleştirilerin kesiştiği bir nokta olarak “ezbere dayalı eğitim sistemi” bazıları için en büyük sorun bazıları içinse bir gereklilik.  Sorun eğitimde ezber boyutunun olmasında mı, yoksa eğitimin ezber boyutunda kalmasında mı?

 Ben sorunun eğitimde ezber yapmaktan ziyade ezber dışında bir şey yapmamakta olduğunu düşünüyorum. Çocuklar için işlem yapma, problem çözme ve mantık yürütme gibi beceriler elbette önemli ama bazı dersler ve konular için ise öğrenmenin yolu tekrar ve ezber yapmaktan geçer.

 Merhum Nurettin Topçu Türkiye'nin Maarif Davası isimli eserinde eğitim sistemindeki ezber alışkanlığını “vaka ezberciliği yaptırma” olarak ifade etmektedir.

 Onlarca savaşın tarihini, antlaşmaların maddelerini ezberlettiğimiz çocuklar için bu bilgileri hayatlarının hangi aşamasında kullanacaklarına dair bir planımız olmadı. Bu yüzden öğrendikleri çoğu teorik bilgi yaşamlarına hiç yansımadı ve kullanma gereği de duymadılar.

 Kullanılmayan her beceri gibi kullanılmayan bilgiler de unutulmaya mahkumdur. Ortaokul ve lise yıllarında ezberlettiğimiz çoğu bilgiyi yaşamlarında kullanamayan, pratiğe dönüştüremeyen çocuklar belli bir zaman sonra bu bilgileri unuttular.

 Lise mezunu olup, İstanbul'un Fetih tarihini bilmeyen çok az öğrenci olmasına karşın İstanbul'un canlar pahasına fethedilmesindeki amacı ve ideali bilen çok az öğrenci vardır. Dolayısıyla bilginin ezberletilmesinden ziyade, bilginin anlamlandırılması önemlidir. Yani çocuk düşünerek, eleştirerek, analiz ederek ve hayatına tatbik ederek bilgiyi anlamlandırabilir.

 İdeal bir eğitim modelinin üç boyutunun olması gerekir. Bilgi, duygu ve davranış. Bizim temel sorunumuz aslında burada. Biz bilgiyi çocuklarımıza aktarıyoruz lakin bilginin duygu ve davranışa dönüştürülmesi noktasında problemlerimiz var. Yani öğrettiğimiz şeyler bilgi aşamasında kalıyor. Duygu ve davranışa dönüşmediği için yaşama aktarılmıyor, bireyde herhangi bir değişime sebep olmuyor.

 John Dewey eğitimi “yaşama hazırlık değil yaşamın bizzat kendisi olmalıdırşeklinde ifade ediyor. Yani okul çocuklara, yaşamı öğretmeli, yeteneklerini geliştirmesine fırsat vermeli ve gerçek yaşam deneyimleri sunmalıdır.

 Ülkelerin mevsimleri, ekonomik durumları, nüfusları, başkentleri, savaşların tarihleri, antlaşma maddeleri, roman kitaplarının isimleri ve daha pek çok şey çocukların nerede ve ne işine yarayacak? Bunun yerine ayakkabısını bağlamayı, sağlıklı beslenmeyi, başkalarının haklarına saygılı olmayı ve bunun gibi doğrudan yaşama yansıyacak, yaşamda karşılık bulacak şeyleri çocuklara öğretsek daha faydalı olmaz mı? Sonra ne mi oluyor, 10 yaşındaki çocuk ayakkabısını annesine ve babasına uzatıyor ve ayakkabımı giydirir misin? diye soruyor.

 Sadece bilgiyi ezberleten ve ezberlenen bilginin ölçülmesine dayanan, eleştirmeyi, analiz etmeyi, yaşama uyarlamayı ve problem çözmeyi öğretmeyen bir eğitim sistemi hızla akıp giden yaşamın hızına ayak uydurabilir mi? Uyduramadığı da ortada zaten.

 Çocukların zihinlerini bilgi balyalarının istiflenmesi için ideal mekanlar olarak görmekten vazgeçmeliyiz artık. Az ama öz, yaşama dönük, millî ve manevi değerleri içeren, çağın gerekliliklerine cevap veren, yenilikçi düşünme, eleştirel düşünme, üretkenlik, analiz yapabilme, problem çözme ve inisiyatif alma gibi 21. yüzyıl becerilerini içeren bir eğitim modeli çok mu zor?

 Buraya kadar yaptığım tespitlerin bir benzerini yapan PISA direktörü Andreas Schleicher ülkemiz öğrencileri için şunları söylüyor; “Türk öğrenciler, ezberleme ve ezberlediklerini kâğıda dökme görevi verildiğinde gayet başarılılar fakat öğrendikleri bilgileri uygulamaları istendiğinde yetersiz kalıyorlar”.

 Özetle, çocuklarımıza yaşamlarında ihtiyaç duyacakları bilgileri öğretmeli ve bu bilgileri yaşamlarına aktarabilecekleri becerileri kazandırmalıyız.

 Vesselam…