'Eğitimin ihtiyaçlarını konuşmak'

İnternetin yaygınlaşması, sosyal medya, kişisel profillerin ulaşılabilir hâle gelmesi, fotoğraf ve video paylaşımındaki sınırsızlık en çok, aktif kullanıcı olarak genç nesilleri, “izleyici” olarak da çocukları etkiliyor ne yazık ki. Bu fırtına, eğitimi daha kapsamlı ve yeni yöntem arayışlarına iten bir sisteme dönüştürüyor. Değişimi algılamayan yöntemler ve sistem, faydasız olmakla kalmıyor, beklenmedik zararlara yol açıyor.

Çocukluk, merak duygusunun en yüksek olduğu bir devre. Seslere, görüntülere ve hatta kokulara karşı sonsuzmuş gibi duran bir öğrenme, anlama merakıyla yaklaşıyor çocuklar. Tamamen dış dünyaya ve olası tüm etkilere açık oluşları ve zihnî değişimleri bir bakışta davranışlardan ölçülemiyor. Olup bitenlerin onlara getirdiği katkı veya hasar, gençlik ya da yetişkinlik döneminde daha anlaşılır oluyor. Zira bir çocuk dipsiz kuyu gibi. Kolay kolay gürültünün yankısı duyulmuyor. O yankılar, sonraki devreler için gizli ceplerde, bilincin farklı katmanlarında birikiyor.

Nesillerin davranışlarını yorumlarken yapılan hezimet ya da hayalkırıklığı gibi yakıştırmalar, büyük ölçüde haksız yargı. Çünkü atalardan intikal eden ve dilimizden düşmeyen ekip-biçme bahsinin en canlı örneğidir insan. Hangi değer yargılarına sahip olunursa olunsun, hiçbirinin tercihi, atıl veya parazit nesiller değildir. Her medeniyet ve değerler sistemi, kendi içindeki “inanç-bilgi” birikimini, tecrübelerini, literatürünü ve mirasını yeni nesiller için öncelikli yatırım olarak görür. Bu silsileye bağlı geliştirilmiş disiplinin dışında kalan topluluklar, genel insani ölçülerden yoksun kalıyor. Bir bütünlük oluşturamıyor ve uzun ömürlü olamıyor.

Zira kaideler, ölçüyü/ölçülülüğü tanımlıyor. Ölçüyü belirleyen değerler ve ölçülülük, özgürlüğün sınır hattını belirliyor. Çevrenin tanımlanması, anlaşılması, doğru algılanması, hangi durumlarda ne tür geri dönüşlerin olabileceği, bir yöntem ve disiplin ile mümkün. İdeal düstur ne ise ona tutunmaya çalışan bir toplulukta yeni yetişen nesillerin kendini yabancılaşmadan konumlandırması ve barışıklığı, bu kaide ve form bilinciyle oluşabiliyor. Bunun bizdeki en belirgin örneği, Kur'an-ı Kerim'deki esasları Peygamber Efendimiz'in (sav) sosyal hayat içindeki varlık göstererek yorumlaması ve durumların çeşitliliğine göre zenginleşen bu yorumların, bugüne intikal edişiyle hayatlarımızda oluşturduğu mihenktir. Her tür değişime karşı geliştirilecek her yorum, bu mihenk üzerinden inşa edilerek bugüne dair fikir geliştirmemize yardımcı olur.

Farklı değer yargılarının bir arada, aynı coğrafyada yaşamaya çalıştığı bir çağda kamunun öznel ve nesnel yaklaşımlarının yorumunun değişkenlik göstermesi normal. Yarım saatlik mesafelerde dahi değişen değer yargılarına cevap verecek, katkı sunacak ve ideal noktaya taşıyacak bir düstur oluşturmanın zorluğu ve yetersizliği, kendini en çok eğitimde gösteriyor. Eğer bu bir kaos ise, çocuklara yapılan bilinç yatırımıyla bu kaos sürekli hale geliyor.

Uzun yıllar boyunca bilhassa Anadolu'daki okulların yakasını bırakmayan fiziksel donanım ve öğretmen yetersizliği, 2005 sonrası eğitim ve öğretim alanındaki atılan adımları, bu eksikliklerin giderilmesi yönünde sınırladı. Okullar depreme dayanıklı olarak yeniden inşa ediliyor, akıllı tahta ile donatılıyor, öğretmen eksiği gideriliyor, kitap ve kırtasiye desteği yapılıyor… Bu yenileşme gayreti, her yıl yanına birkaç fiziksel unsur daha katılarak devam ediyor.

Fizikî iyileştirmelerin muhteva için de gerçekleştiğini söylemek mümkün değil. Müfredat ve kitapların kalitesinin verdiği endişe, farklı çevreler tarafından her yıl dile getiriliyor. Bu mesele, kısım ve kesim ayırmaksızın bu ülkede yaşayan herkesin meselesi. Muhtevayı da yalnızca müfredat ve kitap ile sınırlandırmak fizikî bir sorgulamanın ötesine götürmez bizi. Sosyal doku çeşitliliğini, coğrafi farklılığı, zengin muhit alışkanlık ve geleneğini hazmetmiş, teknolojinin biçimlendirmesine terk edilmiş aile içi eğitime dair bulguları işlemiş; teknoloji ile zihinî gelişimi sekteye uğramış, seçim yapma motivasyonundan yoksun, ideallerini tanımlayamayan “garson boy” gençlikle empati kurabilen bir eğitim metodu ihtiyacımızı fark etmemiz ve gerçekçi yöntemler geliştirip yaygınlaştırmak için fazlasıyla geç kaldığımızı bilmemiz gerekiyor.

İyi bir eğitimci için araç-gereç, hatta sınıf ya da okul gibi fizikî şartlar ikinci plandadır. Zihniyet, bakış açısı, değerlere dair algı ve buna bağlı yargılar, bilgi birikiminden sonra bir eğitimcinin kalitesini belirleyen en önemli unsurlar. Bu açıdan baktığımızda, eğitilmemiş eğitimciler, depreme dayanıksız binalardan daha tehlikeli görünüyor.

İnsan, hem düşünüp hem de yürümeli. Yürüyeceğini düşünüp yürümemek ya da hiç düşünmeden yürümek insanı dengeden yoksun bırakır. Sürekli kaslarına odaklanmış bir bedenin zihnî faaliyetlerden uzaklaşması, fizikî unsurları tam tekmil olan bir eğitim kurumunda, eğitimcinin yalnızca dersi dolu geçirtecek bir dekor malzemesine dönüşmesine benziyor. Kitap muhtevası kadar, eğitimcinin hem bilgi hem de insani donanımı test edilmeli. Eğitim fakülteleri ve pedagojiden yoksun, kıytırık formasyon programları da, yukarıda altını çizdiğimiz hususlar es geçilmeden sıkı bir programla desteklenmeli.

Hayata tutunmak için son çareyi öğretmenlik olarak gören kimi robotik, kimi de ideolojik zihniyete karşı ölçüm tedbirsizliğinden vazgeçilmezse, nesillerin heba olmuş tutamlarının büyüklüğü her seferinde daha da artacak.

En azından aynı topraklar için emeğini esirgemeyecek, memleketini sevme ve onun iyiliği için gayret etme fikrinde birleşecek, zihni berrak bir geleceğe ihtiyacımız var. Bu sorumluluk, ilk ve ortaöğretimin omuzlarında. Aciliyeti olan sorunlar giderildiğinde sağlıklı yöntemler üzerine konuşabileceğiz. Düşünerek yürüyeceksek, çağa uygun yöntemler üzerine konuşmaya bir an önce başlasak çok daha iyi olur.

Hasılıkelam, bütün varı-yoğuyla yeni eğitim ve öğretim dönemi hayırlı olsun…