20 Ocak 2017

Ehliyet, liyakat diyenler neredesiniz…

İtiraf edeyim, onca iyimserliğime rağmen, lanet gidesi bir oyunu oynamaktan da arsızca oynanan bir oyunun kederli izleyeni olmaktan da gına geliyor bazen.

Çünkü birileri için hayat bayram, sefa ve bereket olsa da epey sayıda birileri için maalesef parlak, bolluk ve tat alınası değil.

Oysa geçmişte muhatabı olduğumuz onca ayrımcı hallerin rezilliklerini dahi her daim olduğu gibi bir kez daha sineye çekip, unutmaya hazırdık.

Çünkü en nihayetinde bu ülkeden ilelebet sökülüp def edilecek olan, ahir ömrümüzde naçizane canla başla elimizden geleni yaptığımız, vesayetçi anlayışın bedhah klasikleşmiş hassasiyetleriydi(!).

Ne diyordu Numan Kurtulmuş ‘Benim gibi düşünen adam devlette olsun değil, esas meselemiz ehliyet, liyakat ve millete sadakat olmalıdır.'

Bir devletin Başbakan Yardımcısı 2016 yılında hem de 15 Temmuz gibi bir alçaklığı yaşamak zorunda kaldıktan sonra gayri ‘olması gerekenin olması gerektiğini' ilan ediyordu.

Kuruluşundan tam 93 yıl sonra o ülkenin kadrolaşma esası için ‘ehliyet, liyakat ve millete sadakat olmalıdır' diyordu.

Öte yandan ‘Dini, seküler fark etmez, gerçekten ehliyeti, liyakati ve millete sadakati olan insanlar gelsinler, devletin kadroları içinde yer alsınlar' sözleri bu ülkede vatandaşlar arasında adaletin, hukukun, vicdanın, insanlığın, erdemin ve en vebali ağır olanından kul hakkının tarumar edildiğinin itirafıydı aynı zamanda.

Bu sözlerin ben gibiler için asıl mutluluğu ‘Yazıktır, ayıptır, günahtır' diye yıllardır kendimizi paraladığımız kokuşmuş bir kadrolaşma anlayışını reddeden bir devletin sonunda ‘haklı' olduğumuzu anlamasıydı.

Sakat bir anlayışın bu ülkede terk edilmesinin gerektiğini söylemekten, yazmaktan ömrümüz geçse de sonunda ‘adalet' tecelli etmiş, gerçek anlaşılmıştı. Çünkü yaşam şekline, politik görüşüne, dinine, mezhebine, etnisitesine göre adam devşirmenin vesayetçi zihniyetlerin ya da FETÖ türü cehennemi örgütlerin karanlık ve adaletsiz değirmenlerine su taşımak olduğunu söylemiştik dilimiz döndüğünce.

Devletin, Kurtulmuş'un ağzından ‘Atatürkçü ilke ve inkılaplarına bağlı laiklerden zarar gelmez' demekle ‘alnı secdeye değenlerden de zarar gelmez' demenin aynı ayarda duvara toslayacak önyargılar olduğunu anlaması o yüzden önemliydi.

Ayrımcılıklarla kadro hesapları yapılmasının yanlış olduğunun kabul edilmesiyle devletin kadrolaşma anlayışında olumlu bir dönüşüme vesile olacağına dair ümitler arttı.

Lakin doğruyu söylemek gerekirse nicedir o ümit tükenmek üzere.

Öyle ya bırakalım ‘ehliyet ve liyakat' kısmını bu millete sadakat konusunda nasıl bir alçaklık içinde oldukları tescillenen FETÖ'cülerin hala etkili ve yetkili mevkilere getirildiğini görenlerde umut kalabilir mi?

Hala herkesin kendi düşüncesiyle, mezhebiyle, meşrebiyle, siyasi görüşüyle, devletin çatısı altında kariyer imkânı bulabilme ihtimalini dahi içine sindiremeyen vesayetçi bürokratik artıklar varken ümit olabilir mi?

Fazla uzağa gitmeyeceğim.

Onca zamandır yaşattığı maddi ve manevi sıkıntılardan çatlamalarım bu konuya iyi misal teşkil etmese, aldığım terbiye gereği yine bahsetmezdim.

İnsanın sahip olduğu ehliyetlerden devletini haberdar etmesinin bu ülkede hala nasıl deveye hendek atlatmaktan zor olduğuna iyi bir örnek olduğum için paylaşıyorum bunu.

Yoksa hala ‘kan kusup' kızılcık şerbeti içtiğimizi etrafa göstermeye devam ederiz etmesine, sorun değil.

Tarım alanında 30 yıllık ulusal ve uluslararası deneyime sahip, onlarca projede yer almış, Avustralya Tarım Bakanlığında yıllarca Araştırmacı olarak çalışmış, devlet bursuyla yüksek lisansını tamamlamış, UNDP gibi kuruluşlara proje danışmanlığı yapmış biri olarak ben bile 3-4 yıldır ‘yahu alın şu bilgilerimi memleket için kullanın' mütevaziliğiyle çırpınmalarıma bir cevap alamıyorsam varın siz düşünün gerisini.

Şimdi soruyorum, eğer bir insan ben gibi onca ehliyet, liyakat ve millete sadakat halinin hala beş para etmediğini görürse doğal olarak birilerinin ne bileyim onun mezhebiyle (Alevi), meşrebiyle (her daim dokuz köyden kovulacak kadar doğrucu, vicdanlı, adaletli olmaya çalışan), siyasi görüşüyle (sol ve sosyalist gelenekten geliyor) uğraşmasından ötürü bir imkân bulamadığını düşünmez mi?

Eğer ‘böyle ayrımcılıklar yoktur' deniliyorsa, FETÖ'nün bütünüyle zehirlediği bir kadro(suzluk) ortamında nice yetişmiş insan neden atıl durumdadır?

Nicesinin tespit edilmesini ve gerektiğinde çalışma hayatına katılmalarına imkân verecek milli bir İnsan Kaynakları Kayıt Merkezi'nin kurulması için Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet neyi beklemektedir?

Milli Seferberlik ilan etme ihtiyacı duyan bir ülkede eşitlikçi ve adaletli bir kadrolaşma sisteminin yerleşmesine de vesile olacak bir ‘İnsan Veri Bankası'na sahip olunmaması kabullenilebilir bir durum mudur?

Türlü türlü ‘sakat sadakat' anlayışlara göre şekillenen bir kadrolaşmanın ne türden oluşumlara zemin hazırladığını gördükten sonra dahi hala aynı zihniyette ısrar etmek FETÖ gibi örgütlerin yaptıklarından ders alınmadığını göstermez mi?

İstiklal Mücadelesinin ve ‘Birlik ve beraberlik' ruhunun zedelenmemesi için ‘ehliyet, liyakat ve millete sadakat' diyenler daha fazla görünür olmalılar.