14 Ekim 2016

El âlemin her yalanına inanan muhalefet…

Kemal Kılıçdaroğlu'nu Türkiye'deki sol muhalefetin temsilcisi sayalım.

Sonuçta çok mübalağa da olmaz bu. Bahsettiğimiz Türkiye'nin ana muhalefet partisinin lideri, sonuçta öyle yabana atılacak biri değil.

Buna CHP dışındaki sol cenahın itiraz etmesinin pratikte bir inandırıcılığı da yok.

AK Parti ve Erdoğan etkisinin ülke siyasetinde hissedilir olmasından sonra sol, politik duruşlar açısından eskilerde gözlemlenen farklılıklarını çoktan yitirmiş durumda.

Sosyalist sol dönüp dolaşıp kendisini Erdoğan düşmanlığına endekslediğinden beri, bir zamanlar soldan saymadığı CHP'den farklı ve faydalı bir muhalefet sergiliyor da değil.

Halk nezdinde etkinliğini artırıcı değil daraltıcı bir siyasette ısrarcılığı nedeniyle kısmen CHP'nin gerisine düştüğünü söylemek dahi mümkün.

O yüzden Kılıçdaroğlu'nu sol muhalefetin temsilcisi saymak çokta uçuk bir iddia değil.

Lafı getirmeye çalıştığım yer, Kılıçdaroğlu'nun şahsında vücut bulan kesimin ülke meseleleriyle ilişkili sergilediği vahim durum.

Ben gibi nicesinin eşitlik, özgürlük ve adalet ilişkili bakış ve tavırlarının alt yapısını şekillendiren sol söylemleri epeydir pratikte görmek nasip olmuyor mesela.

Meseleleri çözümlemede rehber alınan ilkelerin kitaplarda kalmasına göz yumup, hayatı şekillendiren her projeyi üstenci ve popülist bir dilin ve kibrin varlığında incelemeyi tercih ediyor sol muhalefet.

Atılan adımların halkın çıkarına daha verimli, etkin, kaliteli ve sürdürülebilir olabilmesi için farklı neler yapılabilir sorusuna cevap aramak gibi bir görev ve sorumluluğunun olduğunu unutmuş durumdalar.

Muhalif olmayı siyasi rakibin her yaptığını tümden reddetmek olarak algılamaları, müzmin bir negatiflik hali alan politik anlayışlarını bezdirici olduğu kadar tehlikeli de yapıyor artık.

Hayatın her alanında gösterilen sert, çözümsüz, huysuz ve çatışık muhaliflik duruşu, onları sözde kurtarmayı düşledikleri halkın nezdinde de çekilmez kılıyor.

CHP'nin yıllardır yüzde 25 bandına hapsolmuş olmasının, diğer sol partilerin binde bir oranlı oylara talim ediyor olmalarının, HDP geleneğinin kendini temellendirdiği Kürt halkının gözünde dahi istikrar oluşturamamasının sebebi de bunlarla ilişkili.

Tirajı-komik bir durum bu.

Kendini her daim ilerici, modern, çağdaş, dinamik olarak tarif eden bir taraf, diyalektik mantığın kemiklerini sızlatırcasına ‘muhafazakâr' diye tanımladığı kesimin karşısında dahi hep geriye, eskiye, durağanlığa düşürüyor kendisini.

Ne ‘zamanın ruhunu anlamak' gibi bir dertleri var ne de koşulların getirdiği değişimleri sağlıklı analiz edip yeni duruma göre ‘doğru stratejiler belirlemek' gibi bir istekleri.  

Kendilerince önem addettikleri ‘evrensel olmak' olgusunun öncelikle yerelleş(ebil)mekten geçtiğini unutmuşlukları, evrensellik adına savundukları ilkelerin duvara toslamasına da sebep oluyor.  

Öyle ki bırakın dünyanın bir başka coğrafyasındaki acıyı sahiplenebilmelerini, dibimizdeki Suriye ve Irak'ta yaşanan acıları dahi doğru okuyamamaktan ötürü çelişik ve korkulu politikaların savunucu konumuna düşebiliyorlar.

Ya da sosyal devlet uygulamalarına, beğenmedikleri bir partinin önderlik ediyor olması nedeniyle neredeyse kendileriyle özdeşleştirdikleri bu kavramı reddeder bir duruma savruldular.

Türkiye'nin eski ayarlarına döndürülmesi ve bulunduğu coğrafyanın yeniden biçimlendirilmesi için yapılan hamlelerin alabildiğine arttığı bir zamanda dahi gafil ve tasasız bir politika izlemeyi tercih ediyorlar.

Yerelleşmekten bahsederlerken ‘yerli ve milli' olmanın gerçekte ne ifade ettiği meselesine yabancılar. Evrensellikten dem vururlarken küresel kirli oyun kurucularının savunucusu durumuna düştüler.

O yüzden yıkıcı muhalefetlik açısından bugün Kılıçdaroğlu ile Yüksekdağ arasında elle tutulur çok fark kalmadı zaten.

Söylemlerdeki albenili kelimelerin farklılığına da aldatmasın kimseyi. Türkiye'nin istikrarını ve bağımsızlığını hedef alan olaylara dair pratikteki ‘aynılık' kelimelerdeki farklılığı çoktandır etkisizleştirmiş durumda.

***

Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı her bir tehlikeye karşı özellikle sol menşeli muhalefetin söylemsel ve eylemsel duruşu gerçekten insanın içini acıtan boyutlarda.

Dün Gezi olayları, 17-25 Aralık operasyonları, MİT tırları skandalı, 6-8 Ekim kalkışması, Türkiye'yi DAEŞ ile ilişkilendirme propagandalarının, bugün ise FETÖ rezaletini masumlaştırmanın ve Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki varlığını işgalci gösterme gayretlerinin en büyük destekçisi yazık ki sol muhalefet.

Geçmişten geçtik son birkaç yıl içinde izlenen politikalar alt alta konulduğunda ortaya çıkan tablo verimsiz olduğu kadar ülke menfaatleri açısından tehlikeli bir aymazlığı marifet sayan bir muhalifliği işaret ediyor.

Oysa en azından 15 Temmuz işgal girişimiyle birlikte daha net ortaya çıkan küresel kirli hesaplar, ‘yurtsever' kimliğine vurgu yapan sol muhalefeti silkeleyip kendine getirebilmeliydi.

Ama yine olmadı.

Kılıçdaroğlu'nun kişiliğinde sergilenen garip, anlaşılmaz ve ucube bir duruşta ısrarla devam ediyorlar.

Kolayca el âlemin her dediğine inanan ve her daim hedefine ilk kendi ülkesini koyan bir muhalefetle Türkiye'nin işi sanılandan daha zor.

Hele de malum çevrelerin farklı alanlarda darbeler için düğmelere basıp durduğu bu zamanlarda.