Emanet

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Yeni zamanın insanı biteviye eski zamanları arıyor. Ya geçmiş hatıralarını özlüyor veya başkalarının eski hayatlarına imreniyor. Bugünle barışamayanları, keşke bundan yüz yıl ya da iki yüz yıl önce yaşasaydım derken görüyorsunuz sık sık.

Keşkeler imkân ve çare barındırmıyor. Çünkü ümitle ilişkisi olmayan bir pişmanlığı çağrıştırıyor. İhtimalsiz bir şeyin vuku bulması hâlinin hayali, gönlü yoran bir çaba. Seçme imkânımız ve ihtimalimiz olmayan zaman ve zemin kesişmelerimizden pişmanlık duymamız, günü kaybettiriyor.

Zamanın getirdiklerinden memnun olmak gibi bir mecburiyetimiz de yok elbette. Fakat bu durum, memnuniyetsizliğin sığlığına hapsolmak ve var olan güzellikleri teğet geçmek yüzünden huysuz ve bencil yapıyor insanı.

Hayatın tadının tuzuna eşlik ettiği, gece ile gündüzün pürüzsüz geçindiği bu âlemde, çirkinleri ayıklayıp çerçeveletmenin bizi yalnız ve karanlık bir dünyaya hapsedeceğine şüphe yok.

İhmal kaynaklı veya kasıtlı suçlarla ilgili bir felaketi duyunca yeni zamanların giderek daha fazla çirkinlikle karşılaştırdığını düşünüyoruz. Oysa bunda zamanın suçu yok. Olan insandaki çözülüş ve her tür bozuluşa karşı giderek daha fazla kayıtsız kalması.

Zaman kötü… Ama bizim yeryüzünde, her şeyi ile tek olmak gibi bir ayrıcalığı olan coğrafya üzerinde yaşamamız, bütün olumsuzlukları rehabilite ve bertaraf edecek güçte.

Yerel dokusu korunmuş olup yaklaşabildiğiniz her manzara, güzel bir insan demeti taşıyor. O manzara İstanbul'da aitse elbette durum çok farklı. Şehrin içindeki binlerce gizli cep ister istemez temkinli yapıyor bizi. Yabancılaşma yükseldikçe bilinmeyene karşı duyulan endişe de yükseliyor. Bu yüzden şehri iyi tanımak ve içindeki varlığımızı iyi kavramak gerekiyor.

İstanbul'un şehir olma imtihanı, yüzyıllardan bu yana sürekli değişen insan dokusu sebebiyle hiç bitmedi. Sakinlerinin şehirli olma imtihanı ise zamanı aşan eski bir dert. Bu durum en çok da eski İstanbulluların derdi oldu. Ama o eski İstanbullular göçtü, yerine yenilenmiş eskiler geldi. Hangi İstanbul'un ve hangi İstanbulluluğun arayışında olduğumuz da geçmiş zamanlara karışmış görünüyor.

Manzaralardan istediğimizi seçip temaşa etmek, bu şehirde yaşamanın en güzel hediyesi. Tarihî, mimari, insani geçmişine biraz eğilip yakından tanımaya çalışırsak, uyanacak ve merak ve gayretle sokaklarını gezebilir, sanat zevki bulunmayan mimariyi ve nezaketi azalan ahaliyi eleştirecek cesareti kendimizde bulabiliriz.

Haberleşme, en az ulaşım kadar bu şehrin vazgeçilmezidir. Hepimizi kişiselliğe hapseden çağın haberleşme biçimlerinden fazlası vardır. İstanbul'u bütün gerçekliği ve kutsal imzasıyla kabul eden kıymetli kalem erbaplarını geçmişte olduğu gibi bugün de bağrında taşır. Böyle satırların izlerini sürmek, yaşadığımız gerçekliğin mazisinden de haberli yapar bizi.

İstanbul'u bir masal gibi anlatan metinler arasında dolaşmak, paha biçilemezliğini anlamamız için en güzel başlangıç. Reşat Ekrem Koçu'dan Sezai Karakoç'a, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Necip Fazıl'a, Yahya Kemal'den Abdülhak Şinasi Hisar'a ve daha İstanbul ile hemhâl birçok gönül insana kadar, temaşanın derinliğini gören, şehir adabını üzerine giyinen ve kıymet bilenleri okumak hem bize hem de İstanbul'a iyi gelir.

Mehmed Âkif'in Fatih Camii avlusundaki çocukluk günleri, Yahya Kemal'in görkemli Süleymaniye'si, Ziya Osman Saba'nın Eyüp'ü, Necip Fazıl'ın cânım İstanbul'u, Orhan Okay'ın Balat'ı, Ahmet Rasim'in mektuplarındaki masalsı sokakları, Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi günleri, Semavi Eyice'nin mücevher mimarideki yıkılışlara dair hüznü, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın gönlüyle dertleştiği kayık gezintileri, Edmondo Amicis'in ilk gördüğündeki hayreti, Sezai Karakoç'un ön yüzünden dünya ve ahiret okumaları, Attilâ İlhan'ın ağrısı ve daha niceleri, satır satır ilmek ilmek, özenle dokur İstanbul'u.

Neresinde yaşarsanız yaşayın, kimliğiniz İstanbul taşır ve bu bir emanettir. Hakkını vermeye ise, önce şehrin kimliğini, özünü ve imzasını taşıyan yerlerini tanımakla başlamak ve onu iyi tanıyanlarla tanışmak lazım.

Sorumluluğunu fark eden İstanbullular olabilmişsek, keşkeli cümlelere ihtiyaç duymayız.

Şükür ihtiva eden kelime ve cümlelerinin hepsiyle şükredeceğimiz türden bir önem taşır bu şehirde yaşamak. Manevi ve kutsi değerini anlamışsak eğer, “iki cihan saadeti”nin en azından birini cebimizde taşıyoruzdur.

***

Künye: Emanet, Arapça kökenli bir kelime olup birine geçici olarak bırakılan ve teslim alınan kişice korunması gereken eşya, kimse vb., inam, vedia; bir kimse ile birine gönderilen şey; eşyanın ücret karşılığı geçici bir süre bırakıldığı yer; can, ruh anlamlarına gelmektedir. (TDK Türkçe Sözlük)