06 Aralık 2021

​Emek yahut unuttuğumuz kendiliğimizi hatırlamak

Emek kavramı, modern zamanlarda gelenekli düşündüğünü düşünenlerin biraz mesafeli baktıkları bir mefhumla hayatımıza girdi. Lakin bu tavır, kavramın modern atıfları ötesinde aslında farkında olmadığımız bir unutmayı da hatırlatması gereken bir durumu gösteriyor. Zira modern absürtlük ile düşünen bir akıl, gelenek dünyasının hak ve emek kavramına bakışını kendine yabancı, tarihi gerçeği olmayan bir feodal/burjuva kültürüne referansla ve geçmişi yok sayan bir algıyla konuşuyor. Elbette gelenekli düşünenlerin yahut öyle görünenlerin modern yozlaşma ve yabancılaşmaları da bu referansın değirmenine su taşır niteliktedir. Her halükarda, bu kısır döngüde emek kavramı lafzı ve mefhumu ile hayatımızda istenen niteliği ile yer edemiyor. Hâlbuki geçmişteki bazı temel referans/klasik eserlerde bu kavram bir medeniyetin merkezi kavramlarından birisi olarak yer aldı. Nisyan ile malul hafızalarımız bunu hatırlamasa da, teri soğumadan hakkı tediye anlayışı emeğin Hz. Muhammed lisanından tescili idi. Lakin şunu artık bilmeliyiz ki lafla peynir gemisi yürümez. Bal bal demekle ağız tatlanmaz. Öz denen şey bizde bizim sorumlu özgür hareketimizle var olur ve bizi var eder. Temessül etmek eylemektir, harekettir. Öz değer ve ahlak yargılarımızın tarihi ve tecrübî bir mirası olarak intikal ile bize bazen kendisi bazen ise eleştiriye muhtaç bir muamması olarak ulaşır. Emek de böyle bir öz kavram ise eğer üzerine düşünürken tecrübe ve eleştiriyi birlikte kullanarak bakacağımız bir yerdeyiz diye düşünüyoruz. Öz başka “öz”leşmek başkadır.

İbn Haldun sözle sevip akılla ve tefekkürle uzağında kaldığımız medeniyet değerlerimizden. Toynbee bahsetmese dönüp bakmayacağımız birisi belki de. Bizim güç ve teknoloji saplantılı medeniyet idrak, anlayış ve formumuza çok da bir şey söylemeyen birisi. Lakin emek kavramı çevresindeki bir iktisat ve medeniyet çerçevesi modern referanslardan çok önce nazari olarak İbn Haldun tarafından ortaya konuldu.  Emek:Kazanç (kar, fayda, profit) emeğin değerinden ibarettir. (Mekasib, kıyem-ı a'maldan başka bir şey değildir, istihsal edilen bir malın ve hizmetin kıymeti, onu elde etmek için harcanan emeğin değerine tekabül eder. Harcanan emeklerin değerleri neyse sağlanan kazançlar da odur.” İbn Haldun’a göre emeğin değeri kazançtır. İşte tam bu sebeple emeğin ziyadeleşmesi servet artışı manasını taşır. Emek nicel değil nitel bir değerdir. Bu değerin çoğalması çalışma hayatında canlanmaya yol açarak sanata yani üretime aksetmekte ve refah seviyesi ileri gitmektedir. İşte insanı toplum varlığı gören İbn Haldun bunun içerisinde devlet ve şehir ile birlikte medeniyet formunu oluştururken iktisadı umranın esas unsurlarından yaparken emeği de tam bunun merkezine koymaktadır. Maddi refah ve zenginleşme toplumun servet oluşturması bu yolda bir bakış ile söz konusu olur.

Peki, servet konusuna emek merkezinde nasıl bakar İbn Haldun? “İmdi, bir kasaba veya şehir halkı, (iş bölümü yaparak) tüm emeklerini (a 'mal, iş gücü), zaruri (gıda) maddeleri ve ihtiyaçları ölçüsünde tevzi edince, bu hususta bahis konusu emeklerin asgarisi (zaruri ihtiyaçlarını temin için) kâfi gelir. Geriye kalan emeklerin tümü, zaruri ihtiyaç maddeleri üzerine zait olarak baki kalır.” İnsanın toplum olmasının sosyal ve siyasi sonuçları yanında emek ittifakı sayesinde umranda ekonomik sonucu olarak servet de bu şekilde belirir. Yardımlaşma ve dayanışma dediği bir toplumu millet yapan o birliktelik aynı zamanda iktisadi değer de var edici niteliktedir. İnsanlar gereksinimlerinden ziyadesini kazanmak üzere sarf ettikleri emeklerinin mahsulünü, ekonomik bir değişimle başkalarına aktarırlar ve onlar da bu üretimi kendi yerlerine, bölgelerine ulaştırırlar. Bu suretle emek harcayıp üretim yapanlar servet kazanırlar. Nasıl güzel bir model değil mi? Bu durum ise modern hayatın vebası kâr konusunu söz konusu kılar. İnsanı özünde yabancı kılan içgüdüye dönüşen o ekonomik etkinlik başka bir yozlaşma kapısı oluverir.

İbn Haldun emek merkezli anlayışında kâr konusu da şöyle değerlendirir: “Harcanan emekler artınca, bunun emek sahipleri arasındaki değerleri de artmış ve bu suretle zaruri olarak onların kâr ve kazançları da çoğalmış olacak, refah ve zenginlik ahvali, onları refaha ve bunun ihtiyaç vaziyetine getirdiği meskenlerin ve elbiselerin güzelleştirilmesi, alet ve edevatın, kap ve kacağın iyileştirilmesi, hizmetçiler ve binekler edinilmesi durumuna davet edecektir.” Borçlanarak değil emek ile zenginleşmek. Modern zamanların kült kavramı emek böylece ekonominin temel referansı olarak bir medeniyet kurucu olarak yer alır. Lakin tekrar edelim bunu sorumlu özgür hareketimizle hayatımıza soktuğumuz kadar o kavram bizde etki yapar. Budalaca sevmek ve saymanın hayata bir faydası olmayacaktır.

İbn Haldun toplum hayatı içinde iş bölümü odaklı emek merkezli üretimin emek yoğun bir hareket ile mümkün olacağını gösterir: “Rızkın elde edilmesi insan emeğine bağlıdır. Birlikte yaşayarak sosyal bir çevreyi meydana getiren insanlar, birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Bir kişinin tek başına üretim yapamayacağını, ancak gruplar halinde çalışılırsa servetin elde edileceğini ifade ederek “işbölümü” konusuna vurgu yapmaktadır. İnsanların bir araya gelerek yaptıkları üretim artı emek oluşturmakta, servetin elde edilmesiyle birlikte refah unsuru yayılmaktadır. İbn Haldun’un iş bölümünü refah artıran bir unsur olarak görmesi, iş bölümüne karşı olumlu bir yaklaşımının olduğunu göstermektedir… Rızk ve kazanç arasında bir ayrıma varan İbn Haldun, servet elde etmenin insan emeğiyle mümkün olabileceğini ifade etmektedir. Özellikle “el” emeğinin değeri ve çabanın altı çizilmektedir. Refah ve servetin kaynağı olarak emek üretilen ürünlerin değerine eşittir.” Cemal İyem Fatma Zehra Yıldız, Derya Gül Öztürk, “İbn Haldun’un Emek Anlayışı: Marx ile Karşılaştırmalı bir İnceleme”, Bilgi [2019 Kış], 21 [2], s. 183.” İşte modern zamanların abide kavramı emek İbn Haldun modelinde bu şekilde ortaya çıkar.

Bu emek merkezli/emekçi yaklaşım aslında sadece iktisadî hayat değil medenî düzlemde her eylemin yoldaşı olması gereken bir husustur. Tam burada aklımıza biraz daha gerilerde emek/emgek kavramına dokunan başka bir kaynağımız yeniden dokunarak bize özümüzü hatırlatır. 11. asırda Kutadgu Bilig müellifi bütün zaman ve mekânlarda geçerli olabilecek ve insanî öze dokunan şu tespitler ile emeğe bakışını tespit eder: “İnsan ömrünü hangi şeye sarf ederse, o şey sevimli can kadar kıymetli olur. Ömür aziz değil, emek azizdir; bu emeğe sarf edilmeyen hayata yazıktır. Hayat gider, insan buna acıdığını itiraf etmez; emek boşa giderse, bunun acısı uzun seneler unutulmaz. (Kutadgu Bilig, s. 209-210)”. Emgek şeklinde Türkçe’de bir kelimenin olması bu kavram ve mefhumunun Türkler açısından yerini ve değerini bize hatırlatmaz mı? İbn Haldun’un iktisadi zaviyeden gösterdiği emek kavramı böylece bir hayat ilkesine dönüşür: Ömür aziz değil, emek azizdir. Yani değeri var eden nicel değil nitel olandır. Keyfiyet merkezinden kemiyete bakmak gerekmiyor mu? Yusuf Has Hacib bir başka yer de ise; “İnsanın hangi şeye emeği geçerse, onun canı o şeye bağlanmış olur. İyi tabiatlı insan buna benzer bir söz söylemiştir; böyle insanların sözü, dikkat edersen, hep bilgidir. İnsanın hangi şeye emeği geçerse, o şey sevgili can koku gibi sevilir. İnsanın ömür boyunca emek verdiğini sevmeli ve yüklenince de onun külfetine katlanmalıdır. (Kutadgu Bilig, s. 214)”, diyerek bir hayat felsefesinin esaslarından birisini ortaya koyar. Sevgi ve arzu nesnesi olacak olan hedef “o şey” değil, emektir. Külfete katlanmadan var olmak mümkün müdür?  

Bu durumda emek kavramını hatırlayarak hayata ve kendiliğimize bakarken emek üzerinden Kutadgu Bilig’deki net ikazı hatırlatarak bitirelim: “İhtiyarlar ne derler, dinle; onların sözü gençlerin gözüdür. Bir kimsenin bir insan parçasına emeği geçerse, o buna karşılık ona insanlık yapar. İnsan emeğini takdir etmeyen kimseye insan dememelidir; o hayvana, benzer (Kutadgu Bilig, s. 220).” İnsan emeğini takdir etmeyi bir insanlık değeri sayan bir anlayışın çocukları emek kavramı etrafında cepheleşmiş birbirine taş atıyorsa burada bir terslik yok mudur? İnsan, toplum, devlet ve şehir çerçevesinin merkezine koyduğu kavramlardan biri emek olan bir millet yitiğini hatırlamalıdır. Medeniyet emeğe saygı ve değerdir, demek burada yanlış olmaz lakin asıl olan emek merkezli ve emeğe saygılı eylemeyi gerçek sayan bireylerin terbiyesidir. Sevmek eylemektir. İnanç bilmek, iman olmak, aşk ise onda yok olmaktır. Kendiliğimizden unuttuklarımızı, öz denen efsundan yitirdiklerimizi anca hareket ile yeniden temessül edebiliriz. Papağanlık ile geçen ömür zayidir.

Vesselam.