26 Ocak 2022

​EN ZALİM KİMDİR?

Bakara Suresi’nin 114. ayetinde Allah, insanları şöyle uyarıyor: "Allah'ın mescitlerinde, onun adının anılmasını engelleyen ve oraları yıkmaya çalışanlardan daha zalim kim olabilir? Oysa oralara ancak korkulu bir saygı içinde girmeleri yakışık alır. Bunları, dünyada rezil olmak, ahirette de büyük bir azap beklemektedir."

Allah’ın bu uyarısının kapsamına girenler şu iki suçu işlemiş olanlardır. Bu suçlar da şu iki şekilde işleniyor:

1. Mescitlerin içinde ibadet yapılmasını; yani Allah'ın adının anılmasını engellemek!

2. Mescitleri yıkmak, kapatıp başka amaçlarla kullanmak.

Şimdi asıl soruya gelelim... Bütün bunlar niye, kimin isteğiyle veya hangi planın bir gereği olarak gerçekleştirilmiştir? Bu sorunun cevabını verebilmek için bir tarihi olaya göz atmak gerekir:

19. yüzyılın sonlarına doğru sömürgeci İngiliz Parlamentosu'ndaki Osmanlıyı yenememenin nedenleri ve yenebilmenin yollarının tespiti ile ilgili olarak uzun tartışmalar ve görüş alışverişleri sonunda bir türlü bir karara varılamayınca; o zamanın İngiliz başbakanı Gladstone, “Mal bulmuş mağribi!” gibi, oldukça heyecanlı bir şekilde kürsüye çıktı ve elindeki kitabı kaldırıp İngiliz Parlamentosu'ndaki üyelere göstererek şöyle demekten kendini alamadı: “Efendiler! Bu Müslümanları benim kadar kimsenin tanıyacağını sanmıyorum. Eğer siz bir sonuç elde etmek istiyorsanız -ki sabahtan beri bu konuda istekli olduğunuzu görüyorum- bu Müslümanları bu kitaptan uzaklaştırmalısınız! Bu kitapla olan bağlarını koparmalısınız. Bunu yapmadıkça hiçbir başarı elde edemezsiniz ve boşuna tartışmış olursunuz. Bu onların kutsal saydıkları kitapları Kur’an’dır. Müslümanlar bu kitaba bağlı hareket ettiği sürece, biz onları yenemeyiz ve hayallerimizi gerçekleştiremeyiz.” Artık yöntem bulunmuştu: “İçten çökertme/ele geçirme”yöntemi! Bunun üzerine geciktirmeden sinsice Osmanlı’yı içten çökertme çalışmalarına başladılar. İlk önce Osmanlı devlet yönetimine sinsice sızıp zayıflatmanın yollarını aradılar. Savaşmak yerine içten Osmanlıyı dolayısıyla İslam’ı yıkmanın daha ucuz ve basit bir yolu tercih edildi. Bu amaçla çeşitli toplantılar, konferanslar düzenlendi. Hatta gizli bazı odaklarda, karanlık dehlizlerde karanlık kararlar alındı ve uygulamaya konuldu. Batının lideri konumunda olan İngiltere; bu hain planın baş aktörüydü.

Bu planın ilk aşaması olarak Türkiye’de yıllarca okunup anlaşılması ve hükümlerinin uygulamaya konması için uğrunda bunca şehit verdiğimiz, Allah’ın Kerim Kitabı Kur’an yasaklandı.

İkinci aşamada ise yukarıda da anlatıldığı üzere; camileri kapatıp at harası, depo veya barınak yapmak veya herkese açık olmamasını sağlamak! Bu şekilde Anadolu’da birçok cami ihtiyaç fazlası ilan edilerek ya satılmış ya da birilerine kiraya verilmiş, çoğu da yıktırılıp depo, fabrika olarak kullanılmıştır.

Allah’ın Kerim Kitabı Kur’an yasaklanması; yani birinci aşamanın gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak Dedem, başından geçen bir örnek olayı; anneme şöyle anlatıyor: “Kızım, ben köyde çocuklara Kur’an dersi veriyordum, bir akşamüstü muhtar beni çağırarak: ”Artık bundan böyle Kur’an dersi vermeyeceksin, yasaktır. Bugün, komutan bütün muhtarları ilçede toplayıp bize sıkı sıkı tembihte bulundu. Bize; üzerine basa basa, bundan böyle kimse köyde Kur’an dersi vermeyecek!” dedi. İşte kızım, savaş meydanlarında elde edemediklerini, “kaleyi içten fethederek!" kolay ve sıkıntısız bir şekilde elde ettiler.” Ben dayanamayarak dedene sordum: “Baba, bu adamlara kimse dur; diyemiyor muydu? Deden hemen şöyle cevap verdi: ”İşte, tam da bunu söyleyecektim, kızım! Kimse ses çıkaramıyordu ki! Karşı çıkanı önce dayakla susturmaya çalışıyorlardı, o da olmadı zora başvurup ya idam ediyorlar ya da hapse atıyorlardı. Tek Partinin isteklerini yerine getirmekle görevli devletin resmi Jandarması karşı çıkanı ne edip edip etkisiz hale getiriyordu.” Annem bunları anlatırken: “Dedenin derin bir ah çektiğini gördüm. Belli ki onu üzen olaylar ve uygulamalar aklına gelmişti.” dediğini de ekledi.

Böylece, Tek Parti yönetimi tarafından laiklik bahane edilerek uygulanan eğitim ve öğretim programlarıyla ve katı antidemokratik önlemlerle, Kur’an’ın içinde ne var; ne yok bilmeden sadece öpüp saygılı bir şekilde başlarına koymak ve en yüksek yerlere asmak, ya da anlamını öğrenmeden okuyup ölünün mezarına üflemekle yetinen ve bunu yeni İslam anlayışı olarak benimseyen bir kuşak yetiştirildi. Bu şekilde Kur’an’dan uzak yaşamaya başlayan Anadolu insanı, bu plandan habersiz hızla kendi kültür ve medeniyetinden, tarihinden, gelenek ve göreneklerinden, her şeyden önemlisi de inancından ve özünden uzaklaşıp yüzünü batıya çevirdi. Batılı Haçlı Ruhu, böylece kendi geleceğiyle ilgili hiçbir endişe taşımayan bir nesil yetiştirmiş ve işi savaşsız ve mücadelesiz başarmış oldu. Böylece babanın çocuğu; babaya düşman kesildi. Dedesini yok sayan bir torun ortaya çıktı. Hani; “Yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmez bir çocuk!” diyoruz ya! Dedesine, geçmişine kültür ve medeniyetine, inancına küfretmeye başladı. Aşağılık karmaşasına düşerek kendine olan güvenini yitirdi; hatta geçmişiyle anılmadan utanır oldu. Bundan sonra; ”Gerisi çorap söküğü gibi gelmeye başladı.”İşte Menderesler ve gelecekte yetişecek olan Menderesler bunun için asıldı/asılacak! Bu darbeler de belli aralıklarla tekrar tekrar denendi/denenecek ve birçok yetişmiş insan gücü yok edildi/edilerek her şey yeni baştan ele alınıp böylece hem zaman kaybı hem de olanak kaybı sağlanarak; Batı’nın istediği gibi ülkemiz yerinde saymış olacaktır.

Planın ikinci  aşamasının da ülkemizde gerçekleştirildiğini kanıtlayan somut olaylara gelince:

Tek Parti tarafından hazırlanan bir talimatnameyle; "Beş yüz metre  yakında olan ikinci caminin gereksinim fazlası olarak kabul edilmesi" hükmü getirilmiştir. Böylece gereksinim fazlası bırakarak camilerin, önce kapatılması arkasından da satılmasının yolu açılmıştır...

Daha sonraları ise çıkarılan 2845 sayılı Yasa’nın l/2. maddesine göre; "Gereksinim fazlası olarak kabul edilen cami ve mescitler yeni yöntem ve yasal düzenlemelere göre kendilerinden başkaca yararlanılmak üzere kapatılır!" denmiştir.

Dr. Nazif Öztürk'ün, Vakıflar Genel Müdürlüğünün arşiv kayıtlarında yaptığı araştırmalara göre; 1926-1972 yılları arasında 2.815 cami ve mescit satılmıştır. Afyonkarahisar'daki Umurbey At Pazarı Camii, Afyonkarahisar gibi geniş bir ovada kurulu bulunan şehirde başka bir yer kalmamış gibi 1933 yılında Cumhuriyetin 10. Yıl hatırası için 1290 TL'ye Afyon Belediye Encümenin 1168 no.’lu kararı ile kamulaştırılmıştır. Camii yıktırılmış ve yerine Avusturyalı heykeltıraş H. Krippel'e 59.446 TL'ye Zafer Anıtı yaptırılmıştır. Caminin yerine yaptırılan Zafer Anıtı 24 Mart 1936 tarihinde Başvekil İsmet İnönü'nün de katılımı ile açılmıştır.

Yine Tek Parti dönemde ülkedeki camilerin %50'si satılmıştır. Camilerin üçüncü şahıslara veya kamu kuruluşlarına satışı yetmemiş gibi, bir kısmı da parti binası veya halkevi olarak satılmıştır.

Edremit Yıldırım Beyazıt Camii, avlusu ve bitişiğindeki mezarlık 300 lira bedelle Partiye satılmıştır.

İstanbul'da Yavaşça Şahin Camii ve Tekkesi 1.000 TL bedelle  partinin İstanbul il başkanlığına satılmıştır.

Gaziantep Balıklı Selim Efendi Camii partiye 1660 TL'ye satılmıştır.
İstanbul Küçüksu Camii üzerine "altıok" işareti konularak parti teşkilatı haline getirilmiştir.

Bu dönemde, birçok cami hiç gereği yokken orduya da tahsis edilmiştir. Ordu da bu camileri, yatakhane, depo, mühimmat deposu, hava savunma bataryası, at ahırı, samanlık, v.s olarak kullanmıştır. Öyle ki, Bursa Karacabey'deki tüm camiler orduya tahsis edilmiş ve halkın namaz kılacağı hiçbir camii kalmamıştır.

Konya'daki Alâeddin Cami ve müştemilatı da Orduya tahsis edilmiştir. Cizre'deki M. Nuri Camii askeri tavla ve samanlık olarak tahsis edilmiş, sonra da kumarhane olarak kullanılmıştır.

Bursa Osmangazi Şahadet Camii; uzun süre koğuş ve bando-mızıka eğitim yeri olarak kullanmıştır.

Dr. Nazif Öztürk'ün tespitlerine göre, Türkiye'de toplam 488 adet cami Askeriye'ye tahsis edilmiştir.

Çorum Osmancık Akşemsettin Camiine hayvan konulmuş, Kemalpaşa'daki 12 caminin biri cezaevi, biri ot deposu, on tanesi de askeriyenin tasarrufuna verilmiştir. Karaman'da Nuh Paşa Camii depo, Arapzade Camii tahıl ambarı haline dönüştürülmüştür. Malatya'da bulunan Çınarlı Camii önce kışla, sonra  zahire ambarı olarak kullanılmıştır. Bursa'daki Şehreküstü ve Reyhan Camileri ot deposu olarak kullanılmıştır. Kahramanmaraş'taki Cumhuriyet Mahallesi Ulu Camii, kapatılarak ahır haline getirilmiştir. Konya Ereğli'deki Selimiye Camii, 1950'li yıllara kadar semer, kaşağı ve gübre deposu olarak kalmıştır. Söğüt'teki Ertuğrul Gazi Camii tahıl deposu, Çaltı Köyü camii ise deri deposu haline getirilmiştir. Antalya Yivli Minareli Camii bir dönem ahır olarak kullanılmıştır. Siverek Sulu Camii depo-ahır olarak kullanılmıştır. Bingöl Isfahan Bey Camii tahıl deposu ve hayvan tablası olarak kullanılmıştır. Bolu'da Musa Paşa Camii, köpek yuvası ve hela olarak kullanılmıştır. Keşan'da 7 adet tarihi cami hayvan yemliği olarak kullanılmıştır. Yine Dr. Nazif Öztürk'ün tespitlerine göre, Türkiye'de toplam 120 adet cami Ziraat Bankası ve TMO’nun hububat deposu olarak kullanılmıştır.

Yine Tek Parti dönemde camiler üzülerek belirtelim ki içkili lokanta ve pavyon bile olmuştur. Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice'nin anlattığına göre dedesinin Amasra'da yaptırdığı Eyice Mescidi’nin satılıp içkili lokantaya dönüştürülmesine mani olamadığını büyük bir üzüntü ile anlatmıştır. Katip Mustafa Çelebi Cami satılmış olup bugün, aynı mahalleye adını vermesine rağmen Çukurçeşme sokaktaki caminin yerinde meyhane mevcuttur.

Tek Parti döneminde 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre; Ayasofya Camii müzeye çevrilmiştir. (Avukat Ali Özkaya)

Bir amcazademizin bizzat bana anlattığına göre: Bir keresinde Diyarbakır’a gittiğinde Ulu Cami’ye namaz kılmaya gitmiş. Caminin avlusuna girdiğinde bir de ne görsün? Caminin içerisi askerle doldurulmuş! O arada askerler arasında bir tanıdığını görmüş ve hal hatır sorulduktan sonra, amcazademiz tanıdığı askere sormuş: "Kaç gündür burada, bu caminin içindesiniz?” Asker şöyle cevap vermiş: "Yaklaşık bir aydır buradayız, affedersiniz tuvalet ihtiyacımızı bile karşılayamıyoruz. Beni en çok üzen, sahabenin bize hediyesi olan ve içinde namaz kılıp dua ettikleri; bu güzelim kutsal ibadet yerimizin bu duruma getirilmesidir; İslam’ın 5. Harem-i şerifi Ulu Cami’nin, -affedersiniz- dibinde işemediğim sütununun kalmadığıdır.”

Diyarbakır’ın Roma İmparatorluğu’nun zulmünden kurtarılmasından sonra altı ay Diyarbakır’da valilik yapmış ve çarpışmada aldığı yarayla şehit olmuş sahabe Hz. Sa'saa (R.A) 'nın Diyarbakır eski belediye binasının yanında; Hasan Paşa Hanı'nın karşısında son zamanlara kadar çay bahçesi olarak kullanılan; şu anda yeniden Vakıflar Bölge Müdürlüğünce, küçük bir mescit ve temsili bir mezar haline çevrilen Sa'saa Hazretleri'nin (R.A.) türbe ve mescidi 1926 yılında dönemin belediye başkanı Nazım ÖNEN tarafından yıktırılmıştır. Hz. Sa'saa'nın (R.A.) mübareknaaşı bugünkü Adliye Sarayı’ndan Kurt İsmail Paşa Camisi’ne kadar olan kısımda bulunan Diyarbakır’ın en büyük mezarlığı durumundaki Rızvanağa Mezarlığı'na taşınmış ve daha sonra mezarlığın da yıktırılması nedeniyle kayıplara karışmıştır. Bu ayetin bildirdiği suçu işlemiş olanlara daha pek çok örnek verilebilir, ancak şimdilik bunlarla yetinelim.

Allah, Kerim Kitabı hürmetine hepimize aklımızı başımıza almamızı ve doğru yoldan (sırat-ı müstakim) ayrılmamamızı nasip eylesin inşallah!