13 Şubat 2016

Erdoğan’a göre Başkanlık ve Yeni Anayasa

Diktatör diye itham ettikleri Erdoğan'ın, “özgürlük, eşitlik ve adalet” üzerine inşa edilmesi için ısrarcı olduğu, “yerlilik ve millilik” kavramlarının karşılık bulacağı, katılımcı, çoğulcu, demokratik ve özgürlükçü bir anlayışla millet iradesini eksiksiz yansıtan Yerli ve Milli bir Anayasa talebi, başta CHP olmak üzere Eski Türkiye artığı ne kadar kurum, kuruluş, kamusal merkez varsa hepsinin kabusu oldu.

Ulusalcılaa göre “devrim” Millicilere göre –doğru bir tanımlama ile- “darbe” diye anılan 27 Mayıs 1960 Cuntası, bürokratik oligarşinin siyaset üzerindeki vesayetini kurumsallaştıran bir eylemdi. Bu eyleminin son halkasını da başta Şehit Başbakan Adnan Menderes olmak üzere onun yol arkadaşlarının siyaset kurumunu temsilen idam sehpasına çıkarılması oluşturdu.

Mustafa Kemal'den devraldığı Türkiye Cumhuriyeti'ni “tek adam diktatöryası” ile çok partili sisteme geçiren “Milli Şef” İsmet İnönü, çok partili sistem içerisinde “açık oy gizli tasnif” metoduyla iktidarını pekiştiren tek örneğidir Türk siyaset tarihinin.

Partisinin genetik kodlarında yer alan “diktatörlük” referansı bugün “Yeni” makyajıyla pazarlanmaya çalışılan CHP'nin de yol haritasını oluşturmuştur oluşturmaya da devam eder.

İnönü ve o CHP'nin öncülüğünde evrildiğimiz çok partili siyasal sistem ve parlamenter rejim de, İnönü ve CHP'nin referansı olan baskıcı, ötekileştirici ve diktatöryal kodlarla şekillenmiştir.

Bugün Türk siyasetine yeni bir soluk kazandıran, siyaset kurumunun güvenilirlik seviyesini yukarı taşıyan ve en önemlisi toplumun bütün kesimlerini kucaklayarak, özgürlükçü, eşitlik ve adalet üzerine oturmuş bir devlet anlayışını tesis etmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan için “diktatör” yakıştırmasında bulunanların temel kaygısı, tesis ettikleri parlamenter oligarşi ve onun olugarkına dönüşen bürokrasinin, lağvedilme aşamasına gelmiş olmasıdır.

Diktatör diye itham ettikleri Erdoğan'ın, “özgürlük, eşitlik ve adalet” üzerine inşa edilmesi için ısrarcı olduğu, “yerlilik ve millilik” kavramlarının karşılık bulacağı, katılımcı, çoğulcu, demokratik ve özgürlükçü bir anlayışla millet iradesini eksiksiz yansıtan Yerli ve Milli bir Anayasa talebi, başta CHP olmak üzere Eski Türkiye artığı ne kadar kurum, kuruluş, kamusal merkez varsa hepsinin kabusu oldu.

Erdoğan'ı hedef alan saldırıların tümünün geri planında bu kabusun paranoyaya dönüşen atakları var.

Bu şizofreniye dönüşen panik ataklara karşı Erdoğan'ın yanında ise bu milletin kahir ekseriyetinden başka kimse görünmüyor maalesef.

Çünkü ismi ne olursa olsun, Parlamenter oligarşinin çarkları içerisine giren herkes maalesef ama maalesef o çarka entegre oluyor. Buna Erdoğan'ın yol arkadaşları da dahil.

Bu minval üzerinde Anayasa ve Başkanlık tartışmalarına baktığımızda, Erdoğan'ın öngördüğü içerik ve yol haritasıyla, AK Parti yönetiminin hedeflediği içerik ve yol haritasının bile örtüşmediğini ifade etmek mümkün, en azından sergiledikleri algı bunu gösteriyor.

Erdoğan'ın ısrarla vurguladığı “Türk tipi Başkanlık ve Yerli ve Milli Anayasa” hedefinin, AK Parti yönetimi tarafından, Parlamenter oligarşinin çarkları içerisinde, “makul uzlaşı” sloganına esir düşürüldüğü görülüyor.

Erdoğan'ın, Türkiye gerçeklerini göz önünde bulundurarak önerdiği “Türk tipi Başkanlıkta” Federatif ya da Eyaletlere dayalı bir sistem yok. Erdoğan, dış etkilere açık olan demografik ve çoğulcu toplum yapısının, bu iki unsur üzerine oturtulacak bir sistemde negatif etkiler göstereceğini öngörüyor. “Öz yönetim ve Özerklik” tartışmalarına hitaben kullandığı, “bu heves içinde olanların başına dünyayı yıkarız” çıkışı da bundan kaynaklı.

Erdoğan, Yerli ve Milli Anayasa tanımlamasını da teslimiyetçi bir süreci tetikleyecek olan beyhude uzlaşı arayışlarını reddedip, uzlaşı adresini sadece millet olarak gösteriyor. Parlamentoda temsil edilmesine karşın, “Yerli ve Milli” kavramlarına alerjisi olan siyasi muhalefetle yürütülecek sürecin zaman ve enerji kaybı olduğuna inanıyor. Bu nedenle de tek adres olarak milletin kendisini gösteriyor. CHP ve HDP'nin “milleti temsil noktasında” aldıkları pozisyona baktığımızda haksız da sayılmaz.

Oysa AK Parti yönetimi, Erdoğan için bir tuzağa dönüşmeye açık olan “Anayasa Uzlaşma Komisyonunu”, yerli ve milli bir anayasa yapımının yol haritasına olarak kabul etti.

Çok yalın bir soru: Ne siyasi referansında ne de ahlaki değerlerinde “Yerli ve Milli” kavramlarının altını dolduracak kırıntıya bile rastlayamayacağınız CHP ve HDP'nin olduğu bir masadan Erdoğan'ın tanımladığı Yerli ve Milli bir Anayasa çıkar mı?

Yine; 1960 Cuntasını Devrim diye alkışlayan CHP, o darbe ile kurumsallaşan vesayetin ortadan kaldırılmasını da hedefleyen yeni bir Anayasa'ya katkı sağlar mı?

Ya da vesayetçi sistemin kendi meşruiyetini sağlamak adına geliştirdiği korku algısını zinde tutmak için desteklediği bölücü terör bileşenlerinden HDP, mevcudiyetini borçlu olduğu sistemin tasfiyesi anlamına gelecek Yerli ve Milli Anayasa çalışmalarına katkı sağlayabilir mi?

Cevapların ne olduğu aşikar. Buna rağmen bunlarla yürünecek bir yoldan keramet ummak büyük handikap.

Türk Tipi Başkanlığın en temel argümanı olan Federasyonsuz ve Eyaletsiz sistemde ısrarcı olan Erdoğan'a rağmen, bu iki argümanla şekillenecek Başkanlık Sistemine karşı çıkmak Milliliğin ve Yerliliğin gereğidir.

Özetle; makul uzlaşı adına ülke böyle bir felakete mahkum edilmemeli.

Aynı şekilde, katılımcı, çoğulcu, demokratik ve özgürlükçü bir anlayışla millet iradesini eksiksiz yansıtan Yerli ve Milli bir Anayasa'da ısrarcı olan Erdoğan'a rağmen, Eski Türkiye temsilcilerinin etkilerine açık ve bir zenginlik olan farklılıkları çatıştıracak bir Anayasa metninden uzak durulmalı.

zihnicakir@gmail.com

@zihnicakir