14 Aralık 2015

Erdoğan Teşkilat-ı Mahsusa ruhunu uyandırdı

Enver Paşa yurtdışına çıkmaya mecbur kalmasından kısa bir sure önce Teşkilat-ı Mahsusa'nın önemli isimlerini topluyor ve teşkilatı Umum İslâm Alemi İhtilal Teşkilat'ına dönüştürüyor.

Enver Paşa'nın bu hamlesinin ürünü olarak, Anadolu'da biz işgalcilerle ve emperyalizmle mücadele ederken, Fas, Cezayir, Libya, Mısır, Sudan, Irak, Suriye, Yemen, Bosna, Kosova, Azerbaycan, Kafkasya, Orta Asya'da Milli Mücadeleler başlıyor...

Haçlı-Siyonist ittifakına karşı İslâm coğrafyasının dört bir yanında bu mücadeleleri verenlerin çok büyük kısmı ise Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarından oluşuyor.

Emir Halid el Cezayiri'den, Ömer Muhtar'a, Şeyh Meragi'den, Salih Tunusi'ye, Azem Beyta'dan, Mehmet Emin Resulzade'ye, Mirza Küçük Han'dan Abdülmecid Çermoyef ve Mustafa Çokay'a, Törekul Aytmatov'dan, Mağcan Cumabay'a kadar bir çok kahraman sayılabilir bu listede.

Peki bütün bu gerçekliklerin üstü neden örtülüyor? Çünkü bu coğrafyanın insanı, Edirneyle Kars arasına sıkıştırılmış küçük bir Türkiye'ye razı bırakılmak isteniyor.

Bizim yapmamız gereken, bu tarihi gerçeklikleri bir şekilde gün yüzüne çıkarıp, bu ülkeyi 100 yıl önce bu topraklarda yaptığı anlaşmaları da planları da cetvelle çizdikleri sınırları da tanımamak. Çünkü bugün Ortadoğu'da yeniden dizayn etmek istedikleri coğrafyaların tamamı bu ülke insanına ecdad mirası.

Bakmayın siz İngiliz, Rus, Amerikan muhiblerinin bugün Türk askerinin Musul'da oluşunu “emperyal emel” olarak nitelendirip eleştirmesine…

Emperyalizmin bu topraklardaki uşaklarının, bu toprakların nesepsizlerinin bu tür manipülasyonlarına aldanmak yerine, yukarıda yazdığım Ümmetin kahraman evlatlarının verdiği şanlı mücadelenin tarihine ulaşmayı deneyin. O tarihi, gün yüzüne çıkaracak dirayetli bir devlet aygıtının oluşması için verilen mücadeleye omuz atın.

Evet! Biz bugün, Suriye'de Irak'ta ve diğer mazlum coğrafyalarda olmalıyız, olacağız, olmak zorundayız…

İçimizdeki Rus muhiplerinin yaygarasını bir kenara bırakacak olursak, Rus uçağının vurulmasıyla birlikte Türkiye, yukarıda işaret ettiğim misyona da oturmuş oldu.

Azerbaycan, Türkmenistan ve Katar'la yapılan enerji hususundaki anlaşmalar, İslam Dünyası'nın dört bir yanından Türkiye'ye destek çağrıları, bizi enerji ve doğal kaynak hususunda Cezayir, Türkmenistan, Azerbaycan Katar gibi kardeş devletlere yöneltti. Bir başka yönü de, Türkiye, Rusya veya herhangi bir Haçlı-Siyonist ülkesine bağımlı olmadığını gördü.

Yine çok yüksek sesle dillendirilmese de, Pakistan Ordu sözcüsü Asıl Saleem Bajwal'in önemli bir açıklaması ilişti gözüme. Bajwal, “Rus ve Kuzey Kore'nin nükleer tehdidine karşı Türkiye'de nükleer silah yoksa kardeşi Pakistan'da var” mealinden açıklamada bulunmuş.

Diyelim ki bu nükleer silah meselesi şehir efsanesi; unutmayalım ki Pakistan, Karabağ'ın işgalinde Azerbaycan'a destek veren ülkelerin başında geldi. Ermenistan'ı tanımadı, Kıbrıs meselesinde Türkiye'ye tam destek Verdi. En önemlisi de 1960'lı yılların sonunda Yunanlarla Kıbrıs meselesinde tansiyon yükseldiğinde, Pakistan Ordusu resmi bir açıklama yaparak, “olası bir Türk-Yunan Savaşı'nda Pakistan Ordusu, Türk Genelkurmayının emrine girmeye hazırdır” ifadelerini kullandı.

Türkiye maalesef yıllarca batılılaşma edebiyatı üzerinden, kendisiyle sıkı bağları olan bu coğrafyalardan koparıldı.

Teşkilat-ı Mahsusa'nın vatan toprağı saikiyle her karışında var olduğu bu coğrafyalara eski Türkiye, batının icazetini alamadan giremedi.

Şimdi Yeni Türkiye'ye yönelik taarruzun, içinde bulunduğumuz kuşatma ikliminin asıl sebebi de bu zaten.

Erdoğan, Teşkilat-ı Mahsusa ruhunu uyandırdı. O ruhu bu coğrafyalardaki Ümmetin onurlu halklarına hissettirmeyi başardı. Ve o coğrafyalar, Türkiye'yi ve Türkleri yeniden umut olarak görmeye başladı.

Bundan sonraki her hamle emperyal bir emel değil; ecdad mirasına sahip çıkmak olacaktır; bu böyle biline…