Ermeni sûikastlarına dair yazımın başına gelenler
Batı’nın ve Ermeni “diasporası” nın Türk Devletini zor duruma düşürme plânı olan “Ermeni soykırımı” gündeme gelince yeniden, otuz dokuz yıl önce yazdığım bir yazımın başına gelenleri hatırladım. Saygıdeğer okuyucularımız şahsî bir hâtıramı yazıya döktüğüm için hoş görsünler. Şahsıma ait bir hâdiseyi anlatmak ve övünç payı çıkarmak âdetim değil. Fakat dönemin yetkililerinin tavrındaki çarpıklığı göstermesi bakımından “hayret!” dedirtecek bir düşünceye sevk edebilir.
Yıl 1982. Roma’dan Paris’e, Yunanistan’dan Kanada’ya, İsviçre’den
Amerika’ya kadar birçok ecnebî ülkelerdeki Türk elçilerine ve konsoloslarına
Ermeni/Asala terör örgütü tarafından düzenlenen kanlı suikastlarla sarsılıyordu
Türk milleti. Öyle ki, birkaç güne bir gelen şehit cenazeleri milletimizde
büyük bir infial yaratmıştı. Yürekler yaralı, millî öfke had safhadaydı.
Herkesin bildiği üzere o yıllarda Türkiye’de 12 Eylül
darbecilerinin cunta hükümeti vardı. Basın yayın ve görüş bildirme hürriyeti
gayet sınırlıydı. 12 Eylül darbesinin Sıkıyönetim Kanunu yürürlükteydi. Siyasî
yasaklar sürdüğü gibi basın yayın sahasındaki örtülü baskı da devam ediyordu.
Şehr-i Maraş’ta o şartlarda birkaç mahallî gazeteden biri olan “İstiklâl
Gazetesi” nde gençlik heyecanıyla yazı yazmaya başlamıştım. Câhil cesaretiyle
Türk fikir hayatını ayağa kaldıracaktım. Bir heyecan bir heyecan ki, derinliği
olmayan hamasî yazılarımla “Dünya atımın nalları altında eziliyor, attığım
oklar Roma’nın kalbini deliyor” hissine kapılıp âdeta uçuyordum.
Sadede geleyim; işte böyle bir vasatta, Ermeni/Asala örgütünün
kanlı sûikastlarının oluşturduğu millî öfkeyle adı geçen gazetenin 18 Ağustos
1982 tarihli nüshasının 1.sayfasında “Türk
Kanı İçen Vampirler” başlıklı derinliği olmayan, fakat şedit mi şedit bir
yazı yazmıştım. Bâzı cümleler şöyleydi:
“Hangi Ermeni vahşetini, hangi Asala cinayetini yazsam… Zaten
Ermeni mezalimi aklıma düştükçe tüylerim diken diken oluyor, titriyorum. Her
Ermeni suikastının ardından felç geçiriyorum… Bir zamanlar….Taşnak ve Hınçaklar
tarafından bizden biri öldürülse… yedi mahalle ötede onu bulur ve tokatlardım.
Ama şimdi tokatlayamıyorum. Onlar şimdi bizim çarşılarda kabadayılığa başlamış,
kalleşçe öldürüyor… Ermenilerce yeni soykırım hareketi başlatılmıştır.
Anaların, babaların gözyaşları dinmeli artık!... Hunharca işlenen cinayetler
son bulmalı. Bunun çaresi var elbet. Gözdağı vermeli, bâzılarını kovmalı, TC.
mensubiyetleri ellerinden alınıp, Haçlı kıtasına sürmeli… Bâzı haklarına tahdit
koymalı… Türk milletinin tansiyonu çok yükselmiştir. İçimizden birileri çıkıp
bir harekette bulunursa, bu ferdî değil, milletçe yapılmış bir fiil olur. Biz
onları İstiklâl Savaşı’nda Fransızlara karşı savaşırken de gördük. Ekmeğimiz
yediler, sonunda soysuzlarının göstererek nankörlük ettiler. İşgalci
Fransızlara destek çıkarak, bizi arkadan vurdular…”
Gazetenin dağıtıldığı aynı günün birkaç saat sonrasında
Kahramanmaraş Sıkıyönetim Komutanlığı’nın tâlimatıyla askerî bir araçla üç
asker ve iki polis ellerinde silahlarıyla gazetenin matbaa ve bürosuna
pür-telâşla giriyorlar. Dağıtımdan geriye kalan iki yüze yakın gazeteyi ve
gazetenin iki editörünü alıp askerî araçla Sıkıyönetim Komutanlığı’na
götürüyorlar. Sıkıyönetimin Subayı iki editörü odasında sorguya çekiyor:
“Kıtale sebep olacak, kışkırtma, kin ve tahrik unsuru taşıyan bu yazıyı kim
yazdı?”
İki editörden biri çabuk davranıyor ve “ben mahlas kullanarak
yazdım” diyor. Komutan iki editöre aba altında değnek göstererek, tatlı-sert
nasihatlerde bulunuyor: “Bir daha böyle yazılar yazarsanız, sizi Adana
Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi’ne gönderirim…”
Hülâsa mesele kapanmıştı. 657 Sayılı Kanuna tâbi kamu görevlisi
olduğum için editörler bendenizin istikbâlini düşünüp “ortalığı karıştıran”
yazımızı sağ olsunlar sahiplenmişlerdi. Üzerinden yıllar geçen bu hâdiseyi
yazmamın sebebi, devrin cunta hükümetinin ve askerî bürokrasinin tavrını
göstermektir. Ermeni terörüne karşı millî bir hassasiyet gösteren ve öfkesini
dile getiren mahallî bir gazetedeki sıradan bir yazıya yapılan bu muamele
vicdanımızı yaralamıştı. Bu millî öfke milletçe gösterilmeye başlanınca bir
müddet sonra hükümetin ve askerî bürokrasinin bu tavrı değişti elbet.
Elan gündemde olan “Ermeni Soykırımı” tehdidi karşısında bugün
devletin en üst makamında olan idarî, siyasî ve askerî erkânı, bizim otuz dokuz
yıl önce yazdığımız cümlelerden daha şedidini dobra dobra kullanıyorlar. Ne
güzel…
(ilbeyali@hotmail.com)