Esenlikler ülkesinden izler ve izlenimler
İbrahimi davete, Muhammedi icabetin ibadeti için buradayım.
Gelinecek
en mukaddes yerdeyim.
Gidilecek
en muazzez yerdeyim.
Görülecek
en mübarek yerdeyim.
Girilecek
en emin yerdeyim.
Buralar,
iki cihan güneşinin etrafındaki yıldızlarıyla birlikte bütün dünyayı
nurlandırdığı yerler.
Buralar
edeple girilecek, gönül gözüyle görülecek ve uğruna canlar verilecek mübarek
diyarlar.
İşte
şu Mekke dağlarında yankılanan ses
Hz.Bilal’in sesi.
Gönüllerden
taşarak yüzlerde ve gözlerde parıldayan sevinç İslam’ın neşesi.
Burası
Asr-ı saadet diyarı,esenlikler ülkesi.
Burası
Mekke,Fatihler Fatihi’nin,fetihler fethi’ni
gerçekleştirdiği mükerrem şehir.
Şurası
Kabe;göremiyenlerin hasretiyle yandığı görenlerin etrafında aşk ile döndüğü
kıblegahımız, karargahımız, ulu dergahımız.
Hemen
şurası Safa,Merve arası; zemzem, hareketin bereketi, Hz.Hacer annemizin kabul
olmuş duası.
Karşımızda
hicretin sembolü Sevr, hicretle başladı, yeni bir devir.
Yanı
başımızda Hira; Muhammed’ül Emin’in Rahmetelil Alemin olduğu Kur’an’ın indiği, İslam’ın
yükseldiği, son Peygambere son kitabın ilk emrinin verildiği yer.
Arafat’tayız,
marifetin ve mağfiretin menbaaındayız.
Veda
hutbesinin okunduğu yerdeyiz. Rahmet Elçisi’nin 14 asırdır kalplere dokunduğu
yerdeyiz. İşte Mina, İşte Müzdelife, ancak sadakat ve teslimiyet ile varılır
hedefe
Alabilenlere
bu mübarek toprakların verdiği mesaj şu:
‘’İbrahim
ol, kurban et kurtul, İsmail ol kurban ol kurtul.’’
Burada
taşladığın şeytanı, gaflete düşüpte gittiğin yerlerde alkışlama.
‘’Tepesine
dağına,
Suyuna
toprağına
Nurlu
saadet çağına
Kurban
olduğum şehir’’
diye
haykırmak gelir içimden.
Dünya’nın
her tarafından herkes ve her ses burada, şaşılacak bir şey yok çünkü merkez
burada.
İhramlar
içinde arşa yükselen telbiye nidaları, işte kalplerin ve ruhların gerçek
gıdaları.
Bir
an kendi kendime soruyorum, şu an neredeyim?
Evet,
şu anda gökten rahmetin, bereketin ve mağfiretin yağdığı yerdeyim.
İmkansız
olduğunu biliyorum, lakin bu mübarek diyarlarda anı dondurmak, zamanı durdurmak
istiyorum.
Mekke,
Medine arası, zahmetin rahmete, hicretin devlete dönüştüğü dersler ve
ibretlerle dolu en sevgilinin kutlu yolu.
İslam’a
kucak açan Hz.Muhammed’e(s.a.v) muhabbette ocaklaşan, ensar olup muhacirlerle
kucaklaşan münevver şehir.
‘’Selam
sana, selam Peygamber sancaktarı, Musab’a ve onun çağrısına gönülleriyle
‘’evet’diyen ensara’’
Medine
bir gül şehri, bir gül nehri, bir gönül şehri.
Şairin:
Gül alırlar gül satarlar
Gülden
terazi tutarlar
Gülü
gül ile tartarlar
Çarşı
pazarı güldür gül’’
diyerek
tarif ve tasvir eylemeye çalıştığı şehir işte bu şehrin ta kendisi.
Bu
şehrin bağrında yatar alemlerin efendisi. İşte bundan dolayı bu münevver şehrin
meftunu ve mecnunuyuz.
Rahmet
elçisinin (s.a.v) mescidinde ve Ravza-i Pakindeyiz. Canlar canının, sultanlar
sultanının, imamlar imamının huzurundayız. Onun huzurunda olmanın huzurunu
anlatmaya kifayet edecek kelimeler henüz hiçbir dilde mevcut değil.
Aslında
Nebiler nebisini ziyaret etmeye yüzümüz yok, suçumuz ve günahımız hayli çok. Lakin
onun şevkat merhamet ve şeffatinden başka da kapımız yok.
Riayet
edemesek de hakkıyla sünnetine ya Rabbi affet bizi Habibin hürmetine.
Gözlerden
dökülen yaşlara eşlik eden dillerden dökülen salatü selamlar. Onun hürmetine ‘’Ya Rab!’’cümlesiyle başlayan
dualar. Bize emanet edilmiş selamları arz ederken hakkında yazılmış bütün
naatları okumak geçiyor içimden.
Biliyorum
kendisini ALLAH Teala’nın övdüğü o yüce zatın,biz
aciz ve günahkar kulların övgüsüne
ihtiyacı yok, fakat biz aciz ve günahkar kulların onu sevmeye ve övmeye
ihtiyacımız çok.
Bu
gelen senin aciz, günahkar bir ümmetindir Ya Resullullah!
Gariplere
ve acizlere kucak açmak sünnetindir Ya Resullullah!
Birkaç
dakika süren ziyaretim esnasında Nebevi iklim beni alıp halden hale, alemden aleme
götürdü durdu.
Peygamberlik
makamı ve Peygamberlerin dünyamıza getirdikleri ve dünyamızdan götürdükleri
üzerine uzun uzun tefekkür etmeye çalıştım.
Peygamberler
dururken insanlar kendilerine neden başka başka rehberler ararlar ki diye
sormadan edemedim.
Gönderdiği
peygamberleri, önderlerimiz kılan ALLAH Teala’ya hamdüsenalar olsun.
Aramıza,
dünyamıza, gönlümüze, hayatımıza ve ufkumuza hoş geldin Ya Resullullah!
ALLAH’ın
salat ve selamı üzerine olsun, dedim.
Huzurunda
ümmetinden olduğunu hatırlamak beni hem umutlandırdı, hem de tir tir titretti.
Efendimizin
Ravza-i Pakinde gerçekleştirmeye çalıştığım tefekkür müstakil bir yazının
konusu olacak inşallah!
Evet,
Mescid-i Nebi’nin yanıbaşında Hz.Ebu Talha’nın infak ettiği kuyusunun
başındayız.
Kuyunun
suyunu içemiyoruz fakat mesajını alıyoruz. Her kim ki en sevdiğini en sevdiği
için infak eder, şüphesiz o kimse rahmeti ve cenneti hak eder.
An
itibari ile Medine sokaklarında yürüyorum.
Aman
Allah’ım sanki bir rüya görüyorum.
Temelleri
takva üzere atılan Kuba mescidindeyim. Tarifi imkansız duyguların içindeyim.
Kıblenin
değiştiği mescidde kıblemizin değişmemesinin duasındayım.
Hendek’te
Sevgili Peygamberimizin ve Ashab’nın İslam’ı bugünlere taşıyabilmek için
çektikleri darlık ve zorlukları derinlemesine düşünüyor Din-i Mübin-i
İslam için ödenmiş bedelleri tam
ödendiği yerde hatırlıyorum.
Okçular
tepesine varıyor, Uhud’un mesajını alıyor, bugün bizim okçular tepemiz acaba
neresidir diye soruyorum. Bu meseleye hayli kafa yoruyorum. Okçular tepemiz
imamesi kopmuş tesbih taneleri gibi paramparça olan İslam Alemi.
Okçular
tepemiz, her geçen gün kan kaybeden
evimiz, ailemiz.
Okçular
tepemiz, çalışılmış sorularla imanları çalınmak istenen gençliğimiz, geleceğimiz.
Evet,
dün içinden geçen mübarek diyarların bugün içinden geçtiğimin farkındayım. Hakikate
dönüşmüş bir hayalin şahidiyim.
Kabul
edilmiş bir duanın mesruruyum.
Bugün
mesruru olduğum bu kıymetli demlerin hakkını veremezsem yarın mesulü olacağımın
bilincindeyim.
Bir
anı bir ömre bedel o kutlu iklimde yaşamanın şükründen acizim.
Sonsuz
kerem sahibi olan Rabbim bu güzellikleri bütün Mü’min kullarına tekrar tekrar
yaşatsın Azizim.