02 Temmuz 2016

Eskimiş kadro anlayışını artık çöpe atmak gerek…

Hiç kuşku yok ki bir ülkenin, zamanın getirdiği değişimlere uyumunu olumlu olumsuz etkileyecek en önemli etkenlerden biri kadrolarıdır.

Yapılacak her bir işin, bir faaliyetin yürütülmesi için gerekli çalışanların tamamı olan kadro, iş yönetimi açısından işin yapılması kadar sunulacak hizmetin etkinliğini, hızını ve kalitesini de belirleyen unsurlardan biridir çünkü.

Bu sebepten kadrolaşma, verilecek hizmetlerin ve planlanan projelerin yeni bir anlayış, yöntem,  sistem ile daha başarılı olacağını düşünen her samimi ve ciddi yönetimin doğal olarak ilk işi olur.

Kamuda veya özelde, iktidarda veya muhalefette olsun, üretim ve hizmet akışında yaşanan sorunların da ilgili çözümlerin de çoğunlukla insan kaynaklarından oluştuğunu dolayısıyla kadro gerçeğiyle sıkı sıkıya ilişkili olduğunu bilir çünkü.

Bizde seçilmiş hükümetlerin, kadrolaşma konusunu hem kaynakların doğru kullanımı hem de hizmet ve üretimin etkinliği ve kalitesi açısından bilimsel ve profesyonel bir anlayışa oturtulması gibi bir dertleri olmamıştır çoğunlukla.

Her iktidar genellikle var olan kadrolar ile işe başlamak zorunda kalmışlardır.

Sonrasında ise siyasi düşüncelerine, politik geçmişlerine, kendilerince partiyi biçimlendiren değerlere ve maalesef bir takım çıkar ilişkilerine göre kadrolarını oluşturmayı tercih etmişlerdir.

Genelde kısa ömürlü hükümetlerin varlığı nedeniyle alelacele yapılan bu kadrolaşmaları, usturuplu bir liyakat anlayışının üzerine oturmak düşüncesi maalesef hiç akla gelmemiştir. 

Büyük oranda siyasal hareketin gündelik dar mantığı üzerinden kadrolaşmalara gidilmiş olması, kadro meselesinin nitelikli elemanlarla kaliteli iş üretmek veya hizmet vermekten çok ideolojik bir yapılanmanın aracı olarak görülmesine sebep olmuştur.

Öyle ki her yeni hükümet, verdikleri vaatlerin, planladıkları programların hedefe istenilen hızda ve sürede ulaşması için hâlihazırda var olan kadroların niteliksel olarak güçlü ve zayıf yanları kadar içerdiği fırsatlar ve engeller açısından iyi bir analize tabi tutulması şartını hiç kaale almamıştır.

Sahip olunan insan potansiyelinin objektif bir yaklaşımla mesleki donanım, kapasite, yeniliklere açıklık isteği kadar, kişisel gelişmişliğe ve demokratik kültür düzeyine göre ciddi analizi insan kaynaklarının doğru kullanımını kadar verilecek hizmetin düzeyi ve kalitesini de belirleyebileceği gerçeği daima göz ardı edilmiştir.

Ortak politik geçmiş ve siyasi, dini ve kültürel birlikteliklere göre belirlenen kadrolaşmalar, profesyonel temellere oturtulamadığı için bir zaman sonra işin ve hizmetin kalite ve etkinliğinin çok düşük seviyede kalmasına neden olmuştur.

Aynı şekilde kadrolar sürdürülebilirlik ve ekonomik fayda-zarar ilişkileri açısından ele alınmadığı için bütünlüklü bir gelişim ve dönüşüm sağlanamamış, aksine kadro meselesi partidaşı nemalandırmanın,  karşıtı ise cezalandırma ve etkisizleştirmenin aracı olarak kullanılmıştır.

Bu yaklaşım, kadro meselesini her daim ‘tartışmalı' ve ‘şaibeli' bir konu yapmıştır.

Kadro meselesinin başından beri mesleki donanım ve yeterlilik kadar yerel ve evrensel insani değerler açısından ele alınmaması, kadroların bütünsel olarak niteliğini ve kalitesini yükseltecek bir özgün ve özerklikten uzak da bırakmıştır.

Kuşku yok ki güne endeksli pragmatist bakışlar, ülke kaynaklarının doğru kullanımını engellediği gibi üstüne verimsiz, donanımsız, zamana uyum sağlayamayan, çıkarcı ve oportünist bir memur anlayışının yerleşmesine sebep olmuştur.

Bugün bürokratik oligarşi diye suçlanıp, memleketin her alanda gelişip, dönüşmesine engel olan muhafazakâr memur anlayışının temeli de bu dar, yanlı, fırsatçı ve tekelci kadro anlayışlarının sonucu ve eseridir.

Mesleki açıdan donanımlı, dinamik, yeniliklere açık; düşünsel açıdan hür, eşitlikçi, zamanı yakalayabilen; insani açıdan adaletli, müşfik, doğru ve haklı olanın yanında tavır alabilecek ilkeli, özgüvenli ve demokrat insanlarla donanmamasının ceremesi çekilmektedir.

Ortadaki manzara, her iktidarın kendi partisiyle organik bağı olan ve memleketten çok partinin gelişim ihtiyacına göre denetlenip ve yönlendirilecek, kolayca ideolojisi altına girebilecek, kişilik savrulmalarını önemsemeyen insanları tercih eden menfaatçi ve ucuz politikalarının sonucudur.

Kadroya, dolayısıyla insana dair ısrarla sürdürülen sakat bakış zaman içinde Einstein'ın ‘sorunlar, bizzat kendilerini yaratanların yöntem ve yaklaşımları ile çözülemezler' sözünü doğrularcasına bugünkü haline evirilmiştir.

Lakin geldiğimiz nokta, kadro niteliğini, donanımını, verimliliğini dert etmeyen, işin gerektirdiği şartları ve koşulları önceli yapan bir anlayışı sistemleştiremeyen hiçbir yönetimin kadro meselesini çözmesine, dolayısıyla memleketi daha ileriye götürebilmesine imkân vereceği bir nokta değildir.

Bu önemli konuya devam edeceğiz.