17 Aralık 2017

Eşkiyanın yüceltildiği kültürde demokrasi yükselmez

 

Hakikatlerin değil, imaj ve kalpazanlığın geçer akçe olduğu bir çağda yaşıyoruz. Toplumların yaşadıkları kafa karışıklığının temelinde yaşanan travmalar ile üretilmiş sahte kahramanların oluşturduğu kimlik ve değer kaymaları yatıyor.

Yaklaşık yüzyıldır ülkemizin gelecek vizyonunu bir karabasan gibi karartan, yönetime başıbozuk müdahaleler, bir mantar gibi işte bu kültürde üreme fırsatı buluyor.

Bundan yaklaşık 100 yıl önce Rumeli'nde asayişi yeniden tesis etmek üzere Hükümet tarafından gönderilen Şemsi Paşa Manastır'da güpegündüz vurularak öldürüldü.

Şemsi Paşa'nın katili genç teğmen Atıf, onun azmettiricisi ise bölüğü ile birlikte hükümete isyan ederek dağa çıkan İttihatçı kolağası Resneli Niyazi idi. Resneli Niyazi, Kışlasından 160 kişilik taifesi için ikişer tüfek almış, içinde 550 Lira bulunan Kışlanın kasasını da boşaltmıştı.

Tarih kalpazanlığının numune örneklerinden biri olarak; bu katil azmettiricisi mason asker, sonradan hürriyet kahramanı olarak ilan edildi.

Şemsi Paşa'nın katili olan Atıf Kamçıl ise Cumhuriyetin kurulmasının ardından TBMM de 6.ve 7. dönemde Çanakkale'den mebus tayin edilerek ödüllendirildi.

Resneli Niyazi ile dağa çıkan Binbaşı Eyüp Sabri de 1. mecliste Eskişehir mebusu yapılarak ödüllendirilen bir başka şahıs oldu.

Bu günkü perspektiften bakışla izah edecek olursak; Doğu Anadolu'da askerleriyle birlikte dağa çıkan ve devletin Paşasını öldürten yüzbaşının ve onun katili teğmenin ödüllendirilmesi gibi bir yaklaşım bu...

 Böyle bir anlayış üzerine oturtulan kültürde hiç Demokrasiye yer olur mu? 

 İkinci eşkıya vakası 1913 yılında cereyan etti.

 İttihatçı Enver Paşa, yanında bir grup fedai ile Babıali'deki Hükümet Merkezini güpegündüz Kabine Toplantısı sırasında silahla basarak cehenneme çevirdi.

 Enver ve fedailerinin tabancalarından çıkan kurşunla; Başbakanlık Yaveri Nafiz Bey, Harbiye Nazırının Yaveri Tevfik bey, Polis komiseri Celal Bey, Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa vurularak öldürüldü.

 Enver Paşa, Sadrazam Kamil Paşanın alnına silah dayayarak onu ve kabinesini istifa ettirdi.

 İşte bu eşkıyalık, tarihe kahramanlık olarak geçti. Olayın kahramanı Enver Paşa halk ve hürriyet kahramanı ilan edildi. Bilahare rütbe ve makam atlayarak terfi etti. Harbiye Nazırı yapıldı.

Yine bugünkü bakışla olayı ifade edecek olursak; Başbakanlığı silahla basan, Savunma Bakanı başta olmak üzere birçok kişiyi öldüren, Başbakanı ve kabineyi silah zoruyla istifa ettiren şahsın sonradan kahraman ilan edilmesi ve Savunma Bakanlığına getirilmesi gibi bir yaklaşım bu...

 Böyle bir anlayış üzerine oturtulan kültürde hiç Demokrasiye yer olur mu? 

 Kurtuluş savaşı günlerinde Karadeniz Bölgesinde çetecilik yapan Topal Osman, 27 Mart 1923 günü, muhalif mebus Ali Şükrü Bey'i boğarak öldürdü. TBMM de çok büyük bir öfke patlaması oldu. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, katili de azmettiricilerini de ağır bir dil ile eleştirdi. Bunun üzerine güvenlik kuvvetleri Topal Osman‘ın üzerine yürüdüler.

 Topal Osman vurularak öldürüldü, cesedi Meclisin önüne asıldı.

 Zavallı Ali Şükrü Bey'in oturduğu sandalyenin hasırı, can acısından avucunun içinde kalmıştı. Ali Şükrü Bey,1. Meclis'in en entellektüel mebuslarından olup İngiltere'de tahsil görmüş bir deniz subayıydı. Dinine ve değerlerine bağlı bir yiğit kişi idi.

 O unutuldu, onu boğan katil kahraman oldu.

 Yine bugünkü bakışla olayı ifade edecek olursak; Güney-Doğuda PKK'ya karşı büyük yararlılıklar gösteren bir Korucubaşı'nın bu kimliğinin verdiği şımarıklıkla Ankara'da bir milletvekilini boğarak öldürmesi gibi bir şey bu.

 PKK başarısı bir Korucubaşı'nın suç makinesi haline gelmesini meşru kılar mı? Öyleyse Topal Osman'ın bir kahraman olarak yüceltilmesi bir değer sapmasından başka bir şey değildir.

 Tıpkı Denizli'yi basarak bir çok kişi öldüren Demirci Mehmet Efe'nin  halk arasında kahraman tanınması  gibi.

          ..............................

 Bir yabancı düşünür “Bir toplumun türkülerini ben yazayım, kanunlarını kim yazarsa yazsın!” diyerek türkülerin bir toplum içerisindeki değerine işaret eder.

 Yukarıda işaret ettiğimiz yüceltilmiş eşkiyalık olaylarının bir de türkülerimize kadar sızmış örnekleri var.

 Hekimoğlu türküsü onlardan biri. 1908 yılında Ünye –Fatsa-Ordu civarında çetecilik yapmış bu eşkıya, bugün türkülerle yüceltiliyor.

 (...) Ünye-Fatsa arası ordu da kuruldu,

Hekimoğlu dediğin de narnim  ordu da baş edemedi.

Hekimoğlu dediğin de narnim aslan yürekli.

 Bir eşkiyanın, hükümetin güvenlik güçlerine karşı verdiği mücadelenin yüceltildiği başka bir ülke var mıdır acaba?

 Yine bugünkü bakışla olayı ifade edecek olursak; bir bölgemizde çetecilik yapan eşkıya için kahramanlık methiyesi düzülmesi gibi bir şey bu.

İşte size bir başka örnek:

 (...)  Müfreze dağı sarar, dağda kaçaklar arar.

Dağın yamaçlarına yaslan be Halil İbrahim.

 Bir başka eşkıya kahraman(!) da Debreli Hasan... Debreli Hasan, askerde yüzbaşısını öldürerek kaçan sonra da çeteciliğe soyunan bir katil eşkıyadır.

 Onun türküsü de şöyle:

 (...)  At martini bre Debreli Hasan Dağlar inlesin,

Drama da namın yürüsün.

 Tam yüzyıldır bu karabasanla boğuşuyoruz. Artık kararımızı vermeliyiz. Eşkiyalığı mı yücelteceğiz yoksa Demokrasiyi mi?