27 Eylül 2017

Ev alma komşu al

TDK sözlüğüne göre bu deyim ‘iyi komşuya sahip olmak çok önemlidir anlamında kullanılan bir söz.' şeklinde anlamlandırılmıştır. Halk arasında anlamı şudur: “İnsanın komşuları iyi olmalıdır. Kavgacı, gürültücü, geleni gideni çok, hastalıklı, çocuklu, işsiz - güçsüz komşularla yaşamak güçtür. Alacağın ev kelepir veya işçilik anlamında birinci sınıf da olsa, komşularınla huzur içinde yaşayamadıktan sonra o eve müşteri olma.”

Deyimin böyle anlamlandırılması içinde yaşadığımız topluma nazar edince tutarlı görünmektedir. Atalarımız belki asırlara dayanan tecrübesiyle yeni nesillere böyle ‘öğüt' vermektedir.

Mekânın değerini insanın şerefiyle ölçen bu anlamlandırma başka bir sözü de hatırlatmalıdır: “Şerefü'l-mekân bi'l-mekîn.” Yani bir mekânın şerefi, mekândan değil, o mekânı tutan, ikâmet eden, orayı mesken edinen şerefli insandan gelir. Bu nedenle İslâm şehir teorisinde şehri kuran asıl unsur, binalar, tesisler değil, içinde yaşayan fazıl, salih, arif, âlim insanlardır. Seyahatlerimizde ziyaret ettiğimiz mekânlar da o beldelerde daha önce yaşamış zikri geçen vasıftaki zâtların mezarları, türbeleri, kalmışsa evleri veya onlar adına açılmış müzeler, hatıra evleridir.

Bu meseleyi önemsememiz gerekmektedir. Çünkü örneğin Bursa'dan bahsedildiğinde şehrin gezilecek yerlerini görmek isteyen insanların aklına Ulu Camiî, Yeşil Camiî, Emir Sultan, Osman Gazi Türbesi gibi mekânlar gelmektedir. Yüz yıl sonranın Bursa ziyaretleri de bu merkezlere yapılacak ve bugün belki milyonluk değere sahip binaların o günlerde esamesi okunmaz olacak. (Esame, isim kökünden gelir).

Böylece şehir kurmanın sadece bina yapmak anlamına gelmediği de sanırım anlaşılmaktadır. Şehri varlığa çıkaran şey, “bir zamanlar burada gerçekten Allah'ın aziz kulları yerleşmiş ve insanlığa hizmet etmiş.” dedirten sembollerdir.

Ankara'nın da böyle manevî değerleri şehrin kuruluşuna vesile olmuş, fakat ne hikmetse âhî geçmişini unutturmak isteyen bir siyasetle kent bina şehvetine uğratılmıştır. Böylece geçmişimiz de silinmiş, Ahi Mesud, Etimesgut olmuş; Ahi Mamak, Mamak diye anılmıştır. Hacı Bayram-ı Veli'nin türbesinin hemen yakınında yer alan Ahi Gül Baba ise Bent Deresi'ne inen yolun tam ortasında modernizme meydan okuyan türbesiyle yüzlerce yıl öncesinden bölgeye mührünü vurmuştur. Yahya Kemal'in “İstanbul'a dönmesi güzel.” diyerek kınadığı Ankara, bir türlü tarihe ve evlatlarına emanet ettiği ruh hamlesini yapamamış, entelektüellerinin sinesinde de ‘kasvetli şehir' damgasıyla lekelenmiştir. Oysa Gül Baba, “Ankara Türklerin eline geçtiğinden dolayı ‘gülmüş' bir Baba”dır.

Anlaşılacağı üzere, ev almak biraz da ‘ölülerle birlikte yaşamaya yanaşmak' demektir. Komşuların Allah'ın aziz kulları olmasına dikkat etmek, geçmiş kültür varlığımızın muharrik gücü olmuştur. Komşularımız evveliyetle birlikte Allah'a kulluk yapacağımız mekânların çevresinde hâlelenmiştir. Hâlelenmeye ‘ağıllanmak', yani ağıl gibi çemberlenmek, toplanıp izzet ikram görmek anlamı da verilmektedir. Bu şekilde kenetlenme sağlanmakta, bir topluluk haline gelinmekte, rızık topluluğa inmektedir. Bu nedenle İslâm düşüncesinde mekânın inşası, kulluk fikrinin bir yansıması olarak kendini mümkünse tarihe bağlamaktadır.

Mekânı ve şehri meydana çıkaran şey, o mekân ve şehre ait olduğu sanılan ‘kutsal ruh' değil, onu anlamlandıran beşerî fedakârlıklardır.

Kendi zaviyemizden ‘Ev alma komşu al.' sözünü aslına uygun olarak okuduğumuzda yukarıdan beri anlattıklarımızdan bambaşka neticeler çıkardığımızı ifade etmenin zamanı şimdi gelmiştir.

Mezkur deyimin anahtar kelimesi ‘komşu'dur. Bu kelimenin etimolojisi üzerine yapılan bir çalışmadan anladığımıza göre kelimenin aslı ‘konşu'dur.

Çalışmaya göre ‘ko – bırakmak - koymak' kökünden gelen kelime, ‘konuş' ve ‘kon - bir yere konmak' fiillerine ait kökten türetilmiştir. Yazar komşu sözcüğünün Eski Türkçe'den Batı Türkçesine kadar ‘kon' kökünden hareket ettiğini, ko > kon > konuş  şeklinde evrildiğini ifade eder. Yazara göre ‘konmak' eylemi, Batı'ya yönelen Oğuzlar için daha öncelikli bir anlam içermekteyken; ata yurdunun bekçisi Doğu Türkleri için ‘birliktelik', ‘olanı paylaşmak', ‘kader birliği etmek' anlamındaki ‘koşmak' sözcüğü komşuluk ilişkisini anlatmak için kullanılmıştır (Fatma Sibel Bayraktar, Komşu Sözcüğü Üzerine, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi - Fırat University Journal of Social Science, Cilt: 12, Sayı: 2, Sayfa: 129-138, Elaziğ, 2002).

Ev'in fizik - mimarî bir yapı sayılamayacağı, onun ancak komşuluk değerlerine, mahalle inşasına, yani cemaat halinde yaşama ülküsüne uygun ailelerce ‘ev' olabileceği bilgisine böylece eriştik. İslâm düşüncesinde ‘komşu', sadece aynı binada ve hatta şimdilerde yan dairede yaşayan sakinleri ifade etmemektedir. M. Selim Arık'ın bir çalışmasında da ifade edildiği gibi komşuluk ‘kırk kapı'dır:

“ (…) ‘Dikkat edin! Kırk ev komşudur.' Hadis, zayıf kabul edilmekle birlikte (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, X, s. 447), burada komşu hukukunu bildirme ve komşu haklarına dikkat çekme bakımından ‘kırk ev' şeklinde bir sınır çizilmiştir (…) Bir başka rivâyette ‘Komşu hakkı sağdan, soldan, önden arkadan kırk evdir' (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VIII, s. 168) denilmiştir. (…) Bazıları ‘Sesimizin ulaştığı herkes komşudur' derken, bazıları da ‘Mescidde seninle sabah namazını kılan komşudur' demişlerdir.” (Arık, 2014: 156).

Bu yaklaşıma göre ‘Ev alma komşu al.' demek ‘komşuluk kırk kapıdır, böyle yaşa.' anlamına gelmektedir. Yani bu söz, ‘Mahalle sisteminde yaşamalısın.' emrini kültürel bir kodlama olarak sunmaktadır. Bunu da iki şekilde yorumlayabiliriz: 1) Birinci yorumda bu söz, mahalleli tarafından mahalleye katılacak ‘aile / hane' sahibini ikaz etmektedir. ‘Ev alma, komşu al. Çünkü mahallemizde avarız akçası var. Sana da kefil oluyoruz. Komşuluğumuzu kazan. Bize tabî ol.' ihtarını yapar; 2) İkinci yorumda bu söz, mahalleye katılması talep edilen varlıklı / izzetli / şerefli kimseye ‘Mahalle ilişkilerimiz iyidir, seni de aramızda görmek isteriz.' ricası içerir. Dolayısıyla bu söz, sermaye sahibinin mülkiyet alımıyla sosyal ayıklama arayışının bileşimine ait bir refleksi ifade etmez.