06 Şubat 2017

Evim benim her şeyim

Önce kavramların herkesin zihninde aynı karşılığı ifade etmediğini anlatmaya çalışalım.

Herhangi bir insanın ev dediğinde; başını sokabileceği, kendisini kötülüklerden koruyan, ailesi ile birlikte, en özel anlarını yaşadığı, içinde huzurla bulunduğu, bahçeli, müstakil, tavuk, kedi ya da köpek besleyebildiği, domates, biber, elma, armut ya da bilimum sebze ve meyve yetiştirebildiği, misafir ağırlayabildiği, sevdiği diğer insanların yaşadıkları evlere, parka, okula, çarşıya, camiye, sağlık birimine yakın mesafede, güvenli mahallelerde, etrafı onun evinin güneşini, manzarasını, rüzgarını, yolunu kesmeyen binalardan oluşan, bulunduğu coğrafyanın doğal malzemesinden yapılmış, geleneksel teknikle kolayca inşa edilebilen, ona sahip olmak için en temel insani vazifelerini yapmanın yeterli olduğu (doğmak, büyümek, evlenmek, meslek edinmek, vatandaşlık görevlerini yerine getirmek, çalışmak ve benzerleri gibi) şeyler aklına gelir.

Yoksa; yüksek katlı, ağır betonarme teknikle yapılmış, yan taraftaki komşuyu tanımadığı, asansördeki kişiye selam bile vermediği, sahip olabilmek için ömrü boyunca faizli kredi ödediği, markalı bir rezidans olduğu için daha pahalı, herhangi bir inşaat firmasının bilmem kaçıncı proje numarasını taşıyan, reklamcıların kolay satmak için uydurduğu ve gerçeklerle dalga geçen sahte ve anlamı kaydırılmış bir ismi olan, etraftaki vatandaşlardan uzaklaşmak için etrafı yüksek duvarlarla çevrili, herhangi bir tanıdığının ona ulaşmak için güvenlikten geçip, arabasını yerin kaç kat altındaki otoparka bıraktığı, ya da yetersiz otoparktan yer bulamadığı için dakikalarca sitenin bahçesinde yer aradıktan sonra yerden yaklaşık 90 metre yukarıdaki hücresine ulaşmak için asansörün 30. kat düğmesine bastığı, kata varınca tamamıyla birbirinin aynısı onlarca kapıdan hangisinin doğru olduğunu bulmak için endişeyle etrafı gözlediği, olası bir depremde yıkılmasa bile en az 1 metre salınarak onu yataktan atacak, masadaki eşyaları yüzüne fırlatacak, elektriklerin kesilmesi veya jeneratörün çalışmama ihtimalinde yeryüzüne ulaşmak için ömrünün en kötü 30 dakikasını geçireceği karanlık merdivenlerden oluşan, aidatlarını ödemek için bayağı bir zorlandığı, kültürüne uymadığı ya da pek fırsatı olmadığı için sadece uzaktan seyrettiği havuzu bulunan, değeri yükselse de yediği kazıktan ve ödediği faizden kurtulmak için ilk fırsatta satmayı düşündüğü, uzaylılar inşa etmiş gibi heyyula, bir yapı aklına gelmez.

Şimdi hangisinin mantıklı olduğunu bir düşünün. İlk paragraf mı? İkinci paragraf mı?

İkinci paragraf diyenler yazıyı okumayı burda bırakabilirler. Zira burdan sonra ilk paragrafta anlatılanı mümkün kılmak için yazacakalarımıza ya inanmayacaklar ya da imkânsız olduğunu düşünecekler. Ancak ilk paragrafta anlatılanların insanlık tarihi boyunca yaşandığını ve uygulandığını belirtmek gerekir.

Her şeyden önce çözüm sorumluluğunun sadece mimari bir yaklaşımda ve bu konuyu yazan, düşünen mimarların üzerinde olmadığının bilinmesi gerekir.

Teknik ve teknoloji arasındaki fark çok iyi irdelenmeli ve teknolojinin zararlarını, bizi nasıl köleleştirdiğini doğayı nasıl yok ettiğini anlamalıyız.

Para, banka, faiz, kredi, borç ne demektir, nasıl üretiliyor, hayatımızda ne kadar olmalılar, buna karar vermeliyiz.

Mal biriktirmek, ihtiyaç fazlası konutu ticari değer ya da kira geliri için yapmak veya satın almak, bu ve benzeri konuların dinimizdeki ve kültürümüzdeki yerini ve klasik kaynaklarımızda bu husustaki hükümleri gerçekleri eğip bükmeden ortaya çıkarmalıyız.

Betonarme yerine, ahşap, taş, kerpiç ve benzeri geleneksel yapı malzemelerini yeniden tanımalı ve bu tekniği ortaya çıkarmalıyız.

Modernleşmenin beşiği Avrupa'da geleneksel şehirlerin ve evlerin hiçbir şekilde yıkılıp yokedilmediğini bilmemiz gerekir. Bundan 200 yıl önce belgelenmiş Paris, Londra, Viyana ve benzer şehirlerin hala aynı fotoğrafik görüntüyü ortaya koyduğu ortadadır.

Geleneksele dönük yaptığımız atıflara karşı aynı Mekkeli müşriklerin Peygamber Efendimize (s.a.v) dediği gibi, “nasıl mümkün olacak bu dediklerin?” yaklaşımının yanlışlığını anlamaya çalışmalıyız.

Herhangi bir eski yapıyı gördüğümüzde söylediğimiz ”Allah Allah o dönemde alet de yokmuş, nasıl yapmışlar acaba?” sorusunun bizim ne kadar cahil ve aciz bırakıldığımızın bir sonucu olduğunu iyi düşünmeliyiz.

Günümüze ait sonradan ortaya çıkan kavramların bizim en temel yaşam, barınma, evlenme gibi meselelerimizi nasıl ifsad ettiğini ve bunun karşılığında doğruya ulaşmak için maddeci, rantçı, çıkarcı yaklaşımlardan uzaklaşmamız gerektiğini anlamalıyız.

Her sözün başında hamasetle Osmanlı, Selçuklu deyip, yaptığımız binalarda sadece onlara ait motif, sembol ve benzeri şeyler kullanmakla Osmanlıcı olunmayacağını, bununla birlikte, Anadolu'nun kanaat ekonomisi olan Tımar sisteminin emeğe dayalı yaklaşımını anlamalı ve uygulamalıyız.

Safranbolu, Geyve, Taraklı, Mudurnu, Beypazarı ve İstanbul'da Süleymaniye, Zeyrek, Sultanahmet ile Eyüp, Beykoz ve Üsküdar'ın çok az yerlerinde kalan geleneksel evlerimize sadece tarihe bir öykünme, tiyatral bir arka fon olarak kullanma, folklorik bir değer olarak görme, turistlere pansiyon yapma hatasından kurtulup bu örnekleri geleceğimizi inşa ederken kullanacağımız en iyi örnekler olarak görmeliyiz.

İmar kanununu, imar yönetmeliğini, imar planlarını, plan notlarını, basit, sade, net, anlaşılır, önce insanı, şehri, ahlakı, yerelliği, gelenekseli, kolay tekniği esas alan bir şekilde revize etmeliyiz.

Eğer tüm bunlarda anlaşabiliyorsak,

Şehirlerimizi küçültmeliyiz.

İstanbul'un nüfusunu azaltmalıyız.

Marmara Bölgesi'nde toplanmayı bırakmalıyız.

Anadolu'ya yayılmalıyız.

Şehir yasası çıkarmalıyız.

Büyükşehir olmaktan vazgeçmeliyiz.

Betonarme ev yapmayı acilen terk etmeliyiz. Beton mezarımıza kadar girdi maalesef.

Ranttan ve biriktirmekten vazgeçmeliyiz.

Evimizi ticari bir meta ve ipotek malı olmaktan çıkarmalıyız.

Ev üretimini finansal yöntemlerden uzak tutmalıyız.

Evimizi alınıp satılan, değeri ile oynanan bir meta olmaktan çıkarmalıyız. 

Kiracılık zulümdür. Bedeli ne olursa olsun bitirmeliyiz.

Teknolojiyi azaltıp tekniği hayatımıza sokmalıyız.

Doğal olana dönmeliyiz.

Sünnetullaha uygun yaşamalıyız.

Ahireti unutmamalıyız. Bizimle sadece hayırlarımız gelecek. Bu dünyadakiler burada kalacak.

Eğer yazıyı buraya kadar okuduysanız umut var demektir.

Nasıl diye sormayın. Birlikte yapacağız.

Vesselam.