28 Eylül 2022

Evlerimiz ezan sesiyle dolsun, göklerimiz ezan sesiyle çınlasın

Ezan, günde beş vakit îmanımızı tazeleyen semavî bir ses. Allah ve Resûlüne beş vakit icabetin sesi bu... Âlimanın sözüyle “Ezan sözlerin en temiz olanı ve semâ sâkinleriyle dünyadakilerin aynı anda dinledikleri” ilahî bir çağrıdır. İ’lâ-yi Kelimetullah’ın günde beş vakit ilânıdır. Günde beş vakit hüviyetimizi, yâni Hû’dan geldiğimizi hatırlatır.                       Millet-i beyzâ bu mukaddes sesin dâvetiyle gaflete düşmemiş, vaktin oğlu olarak yaşamıştır. Müslüman için hayat ezanla başlar, ezanın sesiyle güne uyanır, bir gününü beş vakitte ezanın devranıyla tamamlar ve o günü kurtulmuş gün olarak bitirip ertesi güne aynı îman ve kanaatle başlar. Bu ulvî sebepten dolayı milletimiz çocuklarına İslâmî ilk şuuru ezan sesiyle vermiştir. Çocuğunun kulağına ezan okuyan baba onun sabî dimağına Müslüman kimliğini üflemektedir.                                                                                                                                       BİR YERDE EZAN OKUNUYORSA ORADA MÜSLÜMANLAR VAR                             Bir yerde ezan okunuyorsa orada Müslümanlar vardır. Ezan bir beldenin İslâmî nişanı ve şahadetidir. Ezansız topraklar vatan sayılmaz. Bir beldenin Darü'l İslâm olduğu o beldede ezanın okunup okunmadığıyla anlaşılır. Necip Fâzıl, ezansız vatanın olmayacağını yazmış: “Denildi mi bir yerin adına Türk beldesi. Gözüm al “bayrak” arar kulağım ‘ezan’ sesi.”İstiklâl Marşı’nda “Bu ezanlar-ki şahadetleri, dînin temeli / ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” mısraı ile ezanın Müslümanların vatanında kıyamete kadar susmayacağı bildirilir. HZ. BİLÂL EZAN OKUYUNCA…                                                                        Ezanı ilk okuyan Hz. Bilâl’di. Peygamber Efendimiz dâr-ı bekaya göçünden sonra ezan okumayı bırakmıştı. Mekke ve Medine’de hüzünden duramayıp, münzevî bir sahabe olarak tenhalarda yaşıyordu. Şam’a yerleştiğinde Efendimiz aleyhissalatüvesselâmı rüyasında görür. Bu işaret üzerine Medine’ye gelerek Peygamber Efendimiz’in mübarek kabrine yüzünü sürerek ağlar. Öyle çok ağlar ki Ravza-i Mutahhara’nın hasırları onun gözyaşları ile ıslanır. “Hz. Peygamber’in müezzini Bilâl gelmiş” diyenler mescide gelip etrafını sararlar. Hz. Hasan ve Hüseyin onun boynuna sarılır, “Ya Bilâl! Senin Mescid-i şerifte Resûlüllah’a okuduğun ezanı işitmek isteriz. Dedemiz seni de çok severdi. Onun hatırı için bir kere daha ezan oku. Resûlullah’ın ‘Bilâl, ezan oku da içimize bir su serp’ buyurduğu gibi ne olur gönlümüze bir kere daha inşirah sal” dediler.                                                                                        Ezan okuması için yalvaranlar Peygamber Efendimiz’in gül yüzlü torunlarıydı. Onların yüzünde Efendimiz aleyhissalatüvesselâmın gül sîmasını görüyordu Hz. Bilâl. Gözlerinden yaşlar akmaya devam eder. Senelerce sonra bir kez daha Mescid-i şerifin duvarına çıkar. Siyah nurlu yüzünden akan terler, hüzünlü gözlerinden boşalan yaşlarla birleşir, siyah tenini kaplar. Titreyen siyah elini kulağına götürür ve Medine-i Münevvere’nin son kez duyacağı ezanı okumaya başlar. Hançeresinden çıkan ezan sesi gökle yer arasında dolaşır ve Medinelilerin kalbine nurdan bir nağme olarak girer. Her “Allahüekber” dediğinde mesciddekiler cezbeye kapılarak Hz. Hasan ve Hüseyin’le birlikte ağlamaya başlarlar. Hz. Bilâl, ezanın “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” kısmına geldiğinde gözyaşları daha fazla akmaya başlar ve ezan sesi birden kesilir. İkinci kez okuyamadan müminlerin kucağına düşüp yığılır.                                                                                                                                              Hz. Bilâl’ın ezan aşkını anlatmak bu abdi- âcize düşmez. Bu güzel vak’ayı Ahmet Cevdet Paşa “Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ” adlı eserinde (cilt:1, s.261) şöyle anlatıyor: “Hazret-i Bilâl, Mescid-i şerifin sathına çıkıp ve vakt-i saâdette ezan verdiği yerde durup: ‘Allahü Ekber! dediği gibi Medine yerinden oynadı: ‘Eşhedü enlâ ilâhe illallah’ dedikte Medine çalkandı. ‘Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!’ deyicek, Resûlüllah dirilmiş diyerek kızlar sokaklara uğradı. Memleket altüst oldu. Resûlüllah’tan sonra Medine’de böyle bir ağlayış görülmemişti. Hazret-i Bilâl’e dahi hayret geldi. Ol ezanı tamam edemedi.” s.261) “BEŞ VAKİT EZAN BEŞ AYRI MAKAMDA” OKUNURDU                                           Nihat Sami Banarlı’nın yazdıklarıyla devam edelim anlatmaya: “Türk milleti, ezanı semâvî bir hitap hâlinde benimsemiş; onun için büyük ve âdeta mânevî bir mimârî yaratmış; göklere minâreler yükseltmiş; ezanı en güzel seslerle işleyerek bir dâvete dinî bir mûsikî hüviyeti vermiş. Ezan, Türkler elinde alelâde bir ibâdet çağırışı olmaktan yükselerek bir mûsikî gücü kazanmış, bu dâvet kullar tarafından değil de Tanrı diyarından yapılıyormuş gibi bir ilâhî ölçüsüne yükselmiş ve böylece günümüz beş vaktinde insan ruhlarını dünya kirlerinden yıkayıp temizleyen bir mânevî haz vâsıtası olmuştur. (Edebiyat Sohbetleri, 2. Cilt, s. 47)                  EZAN GÜNDE BEŞ VAKİT İ’LÂ-Yİ KELİMETULLAH’IN İLÂNIDIR                                   Biz Müslüman Türkler, Hazret-i Peygamberimizi çok sevdiğimiz gibi ezan-ı Muhammedî’yi de çok seven bir milletiz. Öyle bir sevgi ki bu, beş vakit ezanı makamlarla okumuş ve okutmuş. Tasavvuf ehli Ömer Tuğrul İnançer’in kitaplarında anlatıldığı üzere eskiden “beş vakit ezan beş ayrı makamda” okunurdu. “Sabah ezanını Dilkeşhâverân veya Sabâ, öğle ezanını Hicaz, ikindi ezanını Hüseynî veya Uşşak, bazen de Beyatî, akşam ezanını mutlaka Segâh, yatsıyı ise Rast makamında okumak usuldendi. Bunun sebebi de güneşin hareketleriyle ilgili. Güneşin her namaz vaktinde farklı durumlarda olması insan ruhuna da tesir ettiği için, her vakit bu ruhî durumlara uygun bir makamla okunmaya başlanırdı.” Bediüzzaman Hazretleri ezanın diline karşı çıkanları ikaz etmişti: Ezan-ı Muhammedî bir ilânat değildir. O divâneler bilmiyorlar. Şayet öyle olsaydı, her millet kendi lisanına  göre 'namaza gelin' diye çağırırdı. Halbuki bu ezan asr-ı saadetten beri  öyle devam ediyor. Bu i’lâ-yi kelimetullahtır. Îmanın esasını günde beş defa dünyaya ilân etmektedir. İslâm’ın şeâiridir. Bu şeâir, farzlar kadar  ehemmiyetlidir.”(Son Şahitler, Necmeddin Şahiner)                                        “EMR-İ BÜLENDSİN EY EZÂN-I MUHAMMEDΔ                                              Yahya Kemal, “Eski Şiirin Rüzgârıyla” adlı kitabında (s.23) ezanın ulvî gücüne dair yazdığı “Emr-i bülendsin (yüce emirsin) ey ezân-ı Muhammedî / Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî / Gök nûra gark olur nice yüzbin minareden…” mısralarının yanında “Ezansız Semtler” makâlesinde nesillerin terbiyesi bakımından “ezan ve Kur'an seslerinin tılsımlı tesirine” inandığını anlatır:                                                                                                                             “Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derece nasib alabiliyorlar mı? O semtler ki minâreler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilemez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler? İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini işittiler, bir raf üzerinde duran Kitabullâh'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir'i dinlediler, dînin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular. Fakat fazla medenîleşen üst tabakanın çocukları, ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocuklarının en güzel rüyasını göremiyorlar...” (Aziz İstanbul, s.126)                                                                                                                                        “VE TEKRAR UYUYAYIM VE KALKAYIM EZANLA”                                                 Göklerin ve yerlerin ulvî sesi ezanın hayatımız ve ruhumuzdaki yerini üstad Necip Fâzıl mısralara çekmiş. “Ölürken aynı âhenk, salâ sesinden sızan / Kulağıma doğduğum günde okunan ezan” ve “Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla / Yaşaya dursun insan, hayat dediği anla” mısralarıyla ezanın rûhuna verdiği gücü vecde geçerek anlatır.                                Ahmet Haşim “Allahü Ekber” adlı şiirinde ezan sesinin ulvîliğine meftun olduğunu mısralarla dile getirmiş: “O sırada doğruluk yolunun ışığı, ilahî ses / (…) Bütün dünya güzellikleri gözümden uzaklaşır / Şükredici secdelerle bu dünyadan ayrılırım!..” Haşim'in, “Müslüman Saati” dediği ezanî saatti. Vaktimiz ezanlara göre ayarlanmıştı. Gün ezanla başlar yine ezanla biterdi.                                                                                                                        “EZAN İLÂHÎ BİR İSTİKLÂL MARŞIDIR”                                                               “Ezan ilâhî bir istiklâl marşıdır” diyor Sezai Karakoç “Şehrin en yüce yerinde” başlıklı yazısında. “Kâinat, asılmış bir adamsa, ezan onu darağacından indirir; mermerleri kararmış bir tapınaksa, bembeyaz ve pırıl pırıl yapar, bir nefesle. (…) Tutsakların bağları çözülür, kurtulurlar; zulüm ölür. Önünüzde açılan vadileri görürsünüz. Kaçışan günahkârları, Allah’ın rahmetine sığınan mü’minleri müthiş bir ışık içinde yakalarsınız” sözleriyle ezanı ilâhî kurtuluşun çağrısı olarak târif ediyor. (İslâm, s.47)                                                               Batılılaşmanın ve modernizmin ifsadına uğrayıp ezanın ulvî çağrısını anlamayanlara Arif Nihat Asya’nın “Seccaden kumlardı / Devirlerden, diyarlardan / Gelip göklerde buluşan / Ezanların vardı!” mısralarıyla başlayıp ezan şuuru ve sevgisini aşılamak millî bir vazifedir. Mütefekkir Nurettin Topçu’nun sözüyle, evlerimiz ezan sesleriyle dolsun, yüzümüz bu ilâhî sesle nurlansın kıyamete kadar.(ilbeyali@hotmail.com)