Evliya Çelebi'yi Nasıl Bilirsiniz?
Rahmetli Teoman Duralı, evvel zaman içinde, bir okurunun kitaplarını kalın bularak okuyamadığını ve bu yüzden kendisinden şikâyetçi olduğunu, bunun yerine ince kitaplar yazmasını istediğini söyleyerek “Omurgasızlaştırılmış Türklük” kitabını bu yüzden kaleme aldığını anlatmıştı.
Evet, milletimizin
kalın kitaplarla arası pek iyi değildir. Peki, halkımız ince kitaplara bayılır
mı? Bayılmaz ama idare eder. İnanmazsanız, çok okunan kitaplara bakınız!
Şimdi dönelim sorumuza
yani başlığımıza. Bu soruya kimimiz “İyi biliriz, Allah rahmet eylesin.” ya da
“Dedemizin izindeyiz, ne hakkımız varsa helal olsun!” diyeceğiz. Belki de “Komik
adamdı, mekânı cennet olsun!” hatta “Vah vah ölmüş mü adamcağız, Allah
taksiratını affetsin!” diyenler de olur mu, olur…
Evliya Çelebi’yi iyi
bilir [sevme anlamında] ama tanımayız! Çünkü Çelebi’nin elimizde bulunan tek
eseri “Seyahatname” edebiyatımızın en kapsamlı eserlerinden biridir. Hatta
Robert Dankoff asıl adı “Tarih-i Seyyah” olan bu eseri, dünya edebiyatının en
uzun ve ayrıntılı seyahat kitabı olarak zikretmiştir. Bu durum Türk toplumunun mezkûr
eseri yeterince okumamasındaki sebeplerden biri olabilir ama asla bir mazeret
değildir. Ayrıca kitabın kısaltılması, sadeleştirilmesi; belgesel, film, çizgi
film yapılması gibi şekillerde çocuklarla/gençlerle ve toplumun diğer kesimleriyle
yeterince buluşturulamaması da bir kaçış yolu olamaz.
Evliya Çelebi’mizi severiz
onun torunları olarak ama onun gibi ne çalışır/çabalar ne de çocuklarımızı
eğitiriz. Belki dedemizin aslen Kütahyalı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da
doğduğunu [1611] biliriz ama onun sarayda kuyumcubaşı olan babasından tezhip,
hat ve nakış öğrenip hafız olduğunu bilmeyiz. Yine onun Arapça ve Farsça öğrenip
Rumca ve Latince dersi aldığını, musikiyle ilgilendiğini ve önce Enderun’a
sonra Sultan IV. Murad’ın hizmetine girdiğini bilmez ve de bunlarla ilgilenmeyiz.
Çelebi dedemizin izinde
olmak sadece Seyahatname’nin girişinde ifade edilen 19 yaşındayken rüyasında
Hz. Peygamber’i görüp ondan “şefaat ya Resulallah” diyerek şefaat isteyecek
yerde, dili sürçüp “seyahat ya Resulallah” diyen ve bunun üzerine Sevgili
Peygamber’in ona gezme ve uzak ülkeleri görme imkânı verdiğini anlatmasını
bilmek değildir.
Evliya Çelebi’yi bilmek
için, onun 51 yıl gibi bir zaman diliminde hiç evlenmeden 147 farklı dilden
kelime toplayarak, gezip gördüğü yerler ile ilgili benzetmeler yaparak, atasözü
ve deyimler ile birlikte hikâyeler, türküler, halk şiirleri, masallar, maniler
ve halk oyunlarını kullanarak nasıl bir şaheser vücuda getirdiğini eserinden
okumak gerekir.
Hâlbuki Seyahatname’yi
okuyabilseydik Trabzon bahsinde balıkların hangi hastalıklara iyi geldiğini, hamsi
pilakinin nasıl yapıldığını öğrenecektik. Yine Bursa çeşmelerinin sayısının 2060,
akarsuların sayısının 23.000 hanede birer akarsu olduğunu ve nihayet şehirdeki
17 su kaynağının adlarını öğrenip “Kısacası Bursa demek, sudan ibaret bir
sözdür.” ifadesine şahit olacaktık.
Evliya Çelebi’nin eserini
okumuş olsaydık Ayasofya Camii’nin onun hayatının bir dönüm noktası olduğunu ve
“136 yılı Kadir Gecesi’nde Büyük Ayasofya’nın müezzin mahfilinde hıfz
kıraatiyle hatm-i şerife başlayıp En’am suresini tamamlayınca iki ağa mahfile
çıktı. Yüz bin cemaatin içinde başıma altınlı bir Yusuf tacı giydirerek ‘Buyrun
sizi saadetli padişah ister.’ dediler.” hitabına muhatap olduğunu öğrenmiş olacaktık.
Evliya Çelebi’nin
torunları, onun Erzurum’un soğuğunu anlatırken “Latife şeklinde anlatılan bir
darb-ı meseldir.” diye ekleyerek yer verdiği “Hatta bir kere bir kedi, bir
damdan bir dama atlarken aralıkta donup kalır. Sekiz aydan sonra bahar gelince,
kedinin donu çözülüp mırnav deyip yere düşer.” ifadelerden dolayı ona “Komik
adamdı!” diyemez. Tam tersine Ahmet Hamdi Tanpınar gibi “Ben ona inanmak için
okurum.” tespitini yapar.
Çünkü Evliya Çelebi,
mensup olduğu kültürün ve medeniyetin bütün ruhunu ve zekâsını nefsinde taşıyan
ve etrafına bu nazarla bakan bir fert olarak eserini ortaya koymuştur. Neşeli
bir mizaca sahip oluşu, ele aldığı kişileri ve olayları karikatürize etmesini
sağlamıştır. Eserini konuşma diline yakın bir dille kaleme almış; özgün, eğlenceli,
sürükleyici, alaycı ve hoş bir üslup ile mübalağalı bir anlatımı tercih
etmiştir. Dikkatlice okunduğunda eserdeki abartıların anlatılan durumun iyice
kavranması ve akılda kalması için ustaca yapıldığı görülür.
Sonuç olarak Evliya
Çelebi’nin torunları, onun 1630’da gördüğü bir rüyadan sonra Rum, Arap ve
Acem’de, İsveç, Leh ve Çek’te 51 yıl, 7 iklimi, 18 padişahlığı bin bir zorlukla
baş edip buralarla ilgili eserinde müthiş bilgiler topladığını bilmelidir.
Dahası bu gezip görülen yerlerin büyük kısmının Osmanlı Devleti’nden ayrılarak
bugün 40’tan fazla devlete dönüşmüş durumda olduğunun bilinci/özgüveni ve
sorumluluğu ile hareket etmelidir.
Vesselam…