09 Şubat 2022

​Farabî, Toplum-Medeniyet ve Z Kuşağı

Türkiye’de medeniyet krizinden bizar olan ortalama bir ferdin fikir dünyasına baktığımızda, muhtevasını anlamaya çalıştığımızda bu zihinde toplum ve devlet kategorilerine ait bazı kavramların ya yokluğuna dair bir arayışın ya da bu meselelerden yola çıkılarak yapılan bir eleştirinin söz konusu olduğu görülecektir. Uzunca bir zamandır medeniyet hasretimizle arıyor ve eleştiriyoruz. Toplum ya da devlet derken bir medeniyet aradığımızı fark ediyor muyuz? Yoksa güncelin sisleri arasında ne aradığımızı bile bilemeden yolumuzu mu kaybediyoruz? Lakin bizi kaidemize dayayacak bir düşünce karargâhımız olmadığından ya da olanların irtibatsız ve parçalı bir düzende dağınıklık göstermesinden dolayı aradığımızı nerede ve nasıl bulacağımız konusunda da kafalar fevkalade karışık kalıyor. Buna bir de dâhili rekabeti eklersek bahsedilen fert açısından durum daha da içinden çıkılmaz olmaktadır. Günümüz Türk’ü kendisini ve aklını kime ve neye emanet edecek? İşte tam bu yerde milletimiz fertleri ve özellikle Z kuşağı olarak adlandırılan evlad-ı vatana deriz ki, zihninizdeki o vatan ve millet uzakta değil ama bulamazsanız asırlarca geride belki de malum olmayan bir gelecektedir. Günün yozlaştıran ve uzaklaştıran hay huyu arasında maziye saklanmak bir çare değildir. Onu red ve inkâr nasıl bir ifrat ise ona saklanmak ve günü ve geleceği o uyuşma hali içerisinde elde kaçırmak da bir o kadar tefrit olacaktır. Bu sebeple ister geçmiş, ister an isterse de gelecek bir düşünce ve tefekkür alanı olarak düşünülüp, üzerine fikir yürütülmediği müddetçe sırtımızda yük olarak kalacaktır. Kültürümüzün kendi malzemesinden “evrensel” değerler var ettiği gerçeğini hamasetin ötesinde düşünüp idrak mevzuu haline getirebilirsek belki de mazi bize gelecek için konuşmaya başlayacaktır. Erdemin bir retorik olmanın ötesinde bir hayat ilkesi ve zihniyeti olduğunu, bugün aslında eleştirdiklerimize mukabil görüşlerin kültür dünyamız içinde var olduğunu keşfettiğimizde, ideolojik saplantılar ötesinde, gerçekliğin dünyasından sadece kendimize değil insanlığa da aydınlık bir gelecek vaad etmemiz mümkün olabilecektir. İşte bu kısa yazıda medeniyet meselemizin temellerinden toplum konusunu dinamikleri ve kendi gelişim mantığı içinde değerlendirmek babında töremizin esaslı fikir kaynaklarından Farabî üzerinden düşünmeye çalışacağız. Burada Farabî’den mülhem olarak toplum kavramı etrafında zihnimizdeki dağınıklığa bir kaide, bir istinatgâh bulmaya çalışmak faydadan hali olmayacaktır. Burada Farabî, Türk ve Müslüman olması bakımından kültürümüzün yerli bir değeri olarak ortaya koydukları ise insanlığa bu zeminden değer kazandırmış bir mütefekkir-filozof olması hasebiyle düşünülmelidir. Bu meyanda medeniyet unsurlarından olarak Ok-Yay medeniyet teorimizde bahsettiğim toplum kavramının geleneğimiz mefhumuna dair de bir çerçeve çizmiş olacağız.  

Bilgelik ve erdem anlam dünyamız açısından kristalize olmuş bir iç olgunluğun hayata aksetmesidir, demek yanlış olmayacaktır. Bu, kendisi için olma bilincinin insan aklından hayata aksetmesidir. Bu bilgelik ve erdemin bir toplum hayatını şekillendirdiği bir durum, ütopya olmayı bırakın şimdilerde distopya olarak bile zihinlerimizde canlanmazken, Z kuşağı denilen evlad-ı vatanın acısını ve hasretini çekerek eleştirel bir tutumla her şeyi yadsıdıkları değerlerin de aslında esası özü olabileceğini hiç düşündük mü? Kendimize ve onlara bu zaviyeden bir vatan ve toplum teklif ettik mi? Retoriği ve ideolojik sanrıları aşan bir hayat gerçekliğinin imkânını önlerine koyduk mu? Ötesinde bizim müntesibi ve mesulü olduğumuzu söylediğimiz bu dünyaya kendimizin tahammülü var mı? Kendimize samimi miyiz? Putlarını yiyen cahiliye zihniyeti gibi bilgi yoksulu ve kaba bir akıl ve kalple batığımız hayata, Farabî tabiriyle, erdemli/faziletli bir toplumun erdemli bir başkan tarafından yönetilen toplum olacağına dair medeniyet standardımıza müntesip ve ait miyiz? Biz kimiz? Peki, bu toplumun oluşması ve bu başkanın gökten inmeden töreyi içinde varoluş hikmetimizce var etmiş ve bilgelerin hayat erdemini anlamış bir şahsiyetle söz konusu olacağını/olması gereğini düşünüyor muyuz? Burada güncel bir yakınma yahut ima söz konusu değildir. Bu sadece meseleyi pespaye etmek olacaktır. Töremizin bilgeliği bize neyi hangi manayı öğretiyor? İşte tam burada bunun mümkün kılanın erdemli/faziletli toplumun, bireylerinin hakiki mutluluğu/saadeti bilen(bilgeliğe giden yol), bu mutluluğun oluşmasını sağlayan erdemleri/faziletleri toplumdaki şahısların hayatına dâhil ederek birlikte ve ahenk içinde çalışan, kötülükleri def edip iyilikleri çoğaltmak yolunda dayanışma ve işbirliği içindeki toplumun erdemli bir başkan ve hayat iddiasında olabileceğini düşünüyor muyuz? Farabî’nin bu çerçevesi ütopik bir erdem bakışından ziyade hayatın içinde bireylerin hayatında tezahür eden bir tatbikat sahası olarak görülüyor. Ona göre, erdemli toplum, fertlerinin diğerine sevgiyle bağlandığı, adalet erdemiyle denetlenen ve muhafaza edilen bir toplum zaviyesi anlayışımıza bir ölçü, ahlak, mana ve izan getirebilir mi? Erdem, ahenk ve dayanışma toplumunu sevgi ve adaletin ayakta tutacağı Farabî’den beri medeniyet anlayışımızın esası ve zemini olarak hayatımızda bir al bayrak gibi dalgalanmıyor mu? Burada görüleceği gibi bir ideolojik bakışın ötesinden hayatın için şimdi ve şu an varlığının bizi mutlu edeceği kavramlarla karşılaşmak bizi şaşırtıyor mu? Tarihi bize vatan yapan, bizi o vatana bağlayan şahsiyetimizi bunlarla millet kılan o çerçeve ve zaviye Z kuşağını kendisine bigâne kılan kaosa ne söyler? Peki, Z kuşağının beklentilerine bir toplum zemini olarak ne anlatır?

Farabi’ye göre kendi içinde muhtelif kesimler arasında kaynaşmanın, irtibatın, düzenin ve daha önemlisi sözle değil amelle birbirini desteklemenin, yardımın ve alakanın olduğu bir toplumun ancak söz konusu kılacağı bir yapıya sahiptir ve bu ilkeler etrafında hayatı düzenler. Kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşma duygusu üzerinde sevgi ve adalet ilkelerini kötülüğü def edip iyiliği var etmeye çalışan ahenkli bir toplumun içinde o erdemli devlet ve yönetimin çıkacağını söyleyen Farabî retoriği yırtan bir kendilik bilinci ve eylem beklentisi içinde değil midir? Modern zamanlarda doğusundan batısına kendimizi aradığımız şu cihanda Farabî’nin bu satırları arasında kendimizi ve medeniyet zemininde toplumun esaslarını bulamaz mıyız? İddialı olabilir belki ama insanlığın bu yaşadığı bunalımlar içinde, özel saplantıları olanlar dışında, bu çerçeveye yüz çevirecek çok kimse var mıdır bilmiyoruz?

Burada Farabî dememiz kimseyi yeni bir puta tapınma daveti yahut bir dogmaya ihtiram bunalımına sokmasın; göstermek istediğimiz değerler medeniyetçi milliyetçilik olarak adlandırdığımız pratik alanın kavram çerçevesi içinde önemli insani değerleri teklif etmesi bakımından ehemmiyetli olduklarından sebeple meseleye buradan bakmak faydalı olacaktır diye düşünüyoruz. Burada söz konusu olan kavramlar bir kendilik arama karargâhının esasları mahiyetindedir. Toplum dediğimiz yapının bir ezber ya da retorik olmayıp kendi dinamik ve ilkeleri ile kültürümüz içerisinde düşünülüp insanlığa miras bırakıldığının farkında mıyız? Asıl soru ve sorun budur! Erdem kavramı bir güzelleme ve nazari ideal olmanın ötesinde medeniyet var ve vaz eden; toplumu teşekkül ettiren esasların çerçevesinin oluşmasını sağlayan omurga hükmündedir. Bir insan güruhunu toplum ve ötesinde millet yapan yer burada başlar. Devletin bu çerçevede ortaya çıkması da bu zeminin ne olduğuyla yakından alakalıdır. Boşuna nasılsanız öyle yönetilirsiniz denmemiştir.

Bu söylediğimiz çerçevenin oluşması salt bu nazari çerçevenin ve kavramların tespiti ile elbet olup bitmiyor; bunu mümkün kılan şey en basit tabirle bilgi ve amel temelli bir eğitim ahlakı ve kültürüne bağlıdır. Farabî erdemli toplumun mutluluğa/saadete bilgi ve bu bilgiye münasip eylem/davranışla (amel) ulaşabileceğini söylüyor. Yani kimseye gökten zembille kut inmiyor. Kutlu olmak için bilgi ve davranış ile düzenlenen bir şahsiyetin içinde bilginin davranışa dönüşeceği bir hikmet süreci yaşamak gerekiyor. Farabî için işte bunu yapabilen fertlerin toplumu olan erdemli cemiyet iyi düşünebilen ve muhkem bir irade gücüne sahip gerçek manada hür insanlardan oluşur. Bu düşünebilen, iradeli ve hür insan erdemli toplumu oluşturacak bireylerin eğitiminden beklenen esasları da gösteriyor. Doğuyu bir despotik köleler dünyası görenler kendi içindekiyle doğuya bakarken doğuyu bu hale getiren her yozlaşma ise dışarıdan vaki bu ötekileştirmenin değirmenine su taşıyor. Nihayet Farabî bu toplumda erdemliliği iş ve vazifelerin kişilerin kabiliyetleri, yetenekleri, istidatları ve eğitimlerinin düzeyine göre belirlendiğine dair liyakat kriterini de ortaya koyarak bitiriyor. Aslında zamanın dışında zamana bir ayna tutuyor. Erdem ise retorik olmaktan çıkıp bir hayat ilkesine dönüşüyor.

Medeniyet bilgelerimiz, erdemi bir retorik gevezelik olmaktan çıkarıp bir ameli alanın eylem dünyası olarak hayatı anlama şekli ve dünya görüşü haline getirdiler. Burada söz konusu toplum/millet hayatını kabullenmeyecek, mefhumunca anlatıldığında ait ve müntesip olmayı istemeyecek Z kuşağı denilen evlad-ı vatan ya da milletimizin bir ferdi var mıdır, bilmiyoruz? Lakin bu aynada kendimize bakıp kendiliğimizi düşünmeyeceksek medeniyet kelimesini ağzımıza almamız en hafifinden müptezellik olacaktır. Medeniyetin temeli olarak Ok-Yay teorimizde de zikrettiğimiz bu durumun toplum gerçekliğinden buradan bakarak Z kuşağı denilen evladı vatana da buraya buyurun demek istedik. Hayaller peşinde evlad-ı vatanı yozlaştırmak yerine, kültür milli mücadelesinin zemininde, Türkistanlılık çerçevesinde, medeniyetçi milliyetçi bir tutumla toplum/millet yapısının esaslarına dair bu zaviye kalabalığı yeniden millet yapar umudumuz bakidir!

Özgürlük, liyakat bağırtıları ile başı döndürülen gençlerimiz, hür ve liyakatlı; bilgiyi değer gören, düşünen, sevgi ve adaleti davranış olarak hayatına aksettirmiş insanlardan oluşan bir cemiyetten medeni/erdemli bir toplum çıkacağını öngören bilge geleneğin/törenin ne kadar farkındalar, daha önemlisi ne kadar farkındayız?

Vesselam.