Farabî, Toplum-Medeniyet ve Z Kuşağı
Türkiye’de medeniyet krizinden bizar olan ortalama bir ferdin fikir dünyasına baktığımızda, muhtevasını anlamaya çalıştığımızda bu zihinde toplum ve devlet kategorilerine ait bazı kavramların ya yokluğuna dair bir arayışın ya da bu meselelerden yola çıkılarak yapılan bir eleştirinin söz konusu olduğu görülecektir. Uzunca bir zamandır medeniyet hasretimizle arıyor ve eleştiriyoruz. Toplum ya da devlet derken bir medeniyet aradığımızı fark ediyor muyuz? Yoksa güncelin sisleri arasında ne aradığımızı bile bilemeden yolumuzu mu kaybediyoruz? Lakin bizi kaidemize dayayacak bir düşünce karargâhımız olmadığından ya da olanların irtibatsız ve parçalı bir düzende dağınıklık göstermesinden dolayı aradığımızı nerede ve nasıl bulacağımız konusunda da kafalar fevkalade karışık kalıyor. Buna bir de dâhili rekabeti eklersek bahsedilen fert açısından durum daha da içinden çıkılmaz olmaktadır. Günümüz Türk’ü kendisini ve aklını kime ve neye emanet edecek? İşte tam bu yerde milletimiz fertleri ve özellikle Z kuşağı olarak adlandırılan evlad-ı vatana deriz ki, zihninizdeki o vatan ve millet uzakta değil ama bulamazsanız asırlarca geride belki de malum olmayan bir gelecektedir. Günün yozlaştıran ve uzaklaştıran hay huyu arasında maziye saklanmak bir çare değildir. Onu red ve inkâr nasıl bir ifrat ise ona saklanmak ve günü ve geleceği o uyuşma hali içerisinde elde kaçırmak da bir o kadar tefrit olacaktır. Bu sebeple ister geçmiş, ister an isterse de gelecek bir düşünce ve tefekkür alanı olarak düşünülüp, üzerine fikir yürütülmediği müddetçe sırtımızda yük olarak kalacaktır. Kültürümüzün kendi malzemesinden “evrensel” değerler var ettiği gerçeğini hamasetin ötesinde düşünüp idrak mevzuu haline getirebilirsek belki de mazi bize gelecek için konuşmaya başlayacaktır. Erdemin bir retorik olmanın ötesinde bir hayat ilkesi ve zihniyeti olduğunu, bugün aslında eleştirdiklerimize mukabil görüşlerin kültür dünyamız içinde var olduğunu keşfettiğimizde, ideolojik saplantılar ötesinde, gerçekliğin dünyasından sadece kendimize değil insanlığa da aydınlık bir gelecek vaad etmemiz mümkün olabilecektir. İşte bu kısa yazıda medeniyet meselemizin temellerinden toplum konusunu dinamikleri ve kendi gelişim mantığı içinde değerlendirmek babında töremizin esaslı fikir kaynaklarından Farabî üzerinden düşünmeye çalışacağız. Burada Farabî’den mülhem olarak toplum kavramı etrafında zihnimizdeki dağınıklığa bir kaide, bir istinatgâh bulmaya çalışmak faydadan hali olmayacaktır. Burada Farabî, Türk ve Müslüman olması bakımından kültürümüzün yerli bir değeri olarak ortaya koydukları ise insanlığa bu zeminden değer kazandırmış bir mütefekkir-filozof olması hasebiyle düşünülmelidir. Bu meyanda medeniyet unsurlarından olarak Ok-Yay medeniyet teorimizde bahsettiğim toplum kavramının geleneğimiz mefhumuna dair de bir çerçeve çizmiş olacağız.
Bilgelik ve erdem anlam dünyamız açısından kristalize olmuş
bir iç olgunluğun hayata aksetmesidir, demek yanlış olmayacaktır. Bu, kendisi
için olma bilincinin insan aklından hayata aksetmesidir. Bu bilgelik ve erdemin
bir toplum hayatını şekillendirdiği bir durum, ütopya olmayı bırakın şimdilerde
distopya olarak bile zihinlerimizde canlanmazken, Z kuşağı denilen evlad-ı
vatanın acısını ve hasretini çekerek eleştirel bir tutumla her şeyi
yadsıdıkları değerlerin de aslında esası özü olabileceğini hiç düşündük mü?
Kendimize ve onlara bu zaviyeden bir vatan ve toplum teklif ettik mi? Retoriği ve
ideolojik sanrıları aşan bir hayat gerçekliğinin imkânını önlerine koyduk mu?
Ötesinde bizim müntesibi ve mesulü olduğumuzu söylediğimiz bu dünyaya
kendimizin tahammülü var mı? Kendimize samimi miyiz? Putlarını yiyen cahiliye
zihniyeti gibi bilgi yoksulu ve kaba bir akıl ve kalple batığımız hayata,
Farabî tabiriyle, erdemli/faziletli bir
toplumun erdemli bir başkan tarafından yönetilen toplum olacağına dair
medeniyet standardımıza müntesip ve ait miyiz? Biz kimiz? Peki, bu toplumun
oluşması ve bu başkanın gökten inmeden töreyi içinde varoluş hikmetimizce var
etmiş ve bilgelerin hayat erdemini anlamış bir şahsiyetle söz konusu olacağını/olması
gereğini düşünüyor muyuz? Burada güncel bir yakınma yahut ima söz konusu
değildir. Bu sadece meseleyi pespaye etmek olacaktır. Töremizin bilgeliği bize
neyi hangi manayı öğretiyor? İşte tam burada bunun mümkün kılanın erdemli/faziletli toplumun, bireylerinin
hakiki mutluluğu/saadeti bilen(bilgeliğe
giden yol), bu mutluluğun oluşmasını sağlayan erdemleri/faziletleri toplumdaki şahısların hayatına dâhil ederek birlikte
ve ahenk içinde çalışan, kötülükleri def edip iyilikleri çoğaltmak
yolunda dayanışma ve işbirliği içindeki toplumun erdemli bir başkan ve
hayat iddiasında olabileceğini düşünüyor muyuz? Farabî’nin bu çerçevesi ütopik
bir erdem bakışından ziyade hayatın içinde bireylerin hayatında tezahür eden
bir tatbikat sahası olarak görülüyor. Ona göre, erdemli toplum, fertlerinin diğerine sevgiyle bağlandığı, adalet
erdemiyle denetlenen ve muhafaza edilen bir toplum zaviyesi anlayışımıza
bir ölçü, ahlak, mana ve izan getirebilir mi? Erdem, ahenk ve dayanışma
toplumunu sevgi ve adaletin ayakta tutacağı Farabî’den beri medeniyet
anlayışımızın esası ve zemini olarak hayatımızda bir al bayrak gibi
dalgalanmıyor mu? Burada görüleceği gibi bir ideolojik bakışın ötesinden
hayatın için şimdi ve şu an varlığının bizi mutlu edeceği kavramlarla
karşılaşmak bizi şaşırtıyor mu? Tarihi bize vatan yapan, bizi o vatana bağlayan
şahsiyetimizi bunlarla millet kılan o çerçeve ve zaviye Z kuşağını kendisine bigâne
kılan kaosa ne söyler? Peki, Z kuşağının beklentilerine bir toplum zemini
olarak ne anlatır?
Farabi’ye göre kendi
içinde muhtelif kesimler arasında kaynaşmanın,
irtibatın, düzenin ve daha önemlisi sözle
değil amelle birbirini desteklemenin, yardımın
ve alakanın olduğu bir toplumun ancak
söz konusu kılacağı bir yapıya sahiptir ve bu ilkeler etrafında hayatı
düzenler. Kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşma duygusu üzerinde sevgi ve adalet
ilkelerini kötülüğü def edip iyiliği var etmeye çalışan ahenkli bir toplumun
içinde o erdemli devlet ve yönetimin çıkacağını söyleyen Farabî retoriği yırtan
bir kendilik bilinci ve eylem beklentisi içinde değil midir? Modern zamanlarda
doğusundan batısına kendimizi aradığımız şu cihanda Farabî’nin bu satırları
arasında kendimizi ve medeniyet zemininde toplumun esaslarını bulamaz mıyız?
İddialı olabilir belki ama insanlığın bu yaşadığı bunalımlar içinde, özel
saplantıları olanlar dışında, bu çerçeveye yüz çevirecek çok kimse var mıdır
bilmiyoruz?
Burada Farabî dememiz kimseyi yeni bir puta tapınma daveti
yahut bir dogmaya ihtiram bunalımına sokmasın; göstermek istediğimiz değerler
medeniyetçi milliyetçilik olarak adlandırdığımız pratik alanın kavram çerçevesi
içinde önemli insani değerleri teklif etmesi bakımından ehemmiyetli olduklarından
sebeple meseleye buradan bakmak faydalı olacaktır diye düşünüyoruz. Burada söz
konusu olan kavramlar bir kendilik arama karargâhının esasları mahiyetindedir.
Toplum dediğimiz yapının bir ezber ya da retorik olmayıp kendi dinamik ve
ilkeleri ile kültürümüz içerisinde düşünülüp insanlığa miras bırakıldığının
farkında mıyız? Asıl soru ve sorun budur! Erdem kavramı bir güzelleme ve nazari
ideal olmanın ötesinde medeniyet var ve vaz eden; toplumu teşekkül ettiren
esasların çerçevesinin oluşmasını sağlayan omurga hükmündedir. Bir insan
güruhunu toplum ve ötesinde millet yapan yer burada başlar. Devletin bu
çerçevede ortaya çıkması da bu zeminin ne olduğuyla yakından alakalıdır. Boşuna
nasılsanız öyle yönetilirsiniz
denmemiştir.
Bu söylediğimiz çerçevenin oluşması salt bu nazari
çerçevenin ve kavramların tespiti ile elbet olup bitmiyor; bunu mümkün kılan
şey en basit tabirle bilgi ve amel
temelli bir eğitim ahlakı ve kültürüne
bağlıdır. Farabî erdemli toplumun
mutluluğa/saadete bilgi ve bu
bilgiye münasip eylem/davranışla (amel)
ulaşabileceğini söylüyor. Yani kimseye gökten zembille kut inmiyor. Kutlu
olmak için bilgi ve davranış ile düzenlenen bir şahsiyetin içinde bilginin
davranışa dönüşeceği bir hikmet süreci yaşamak gerekiyor. Farabî için işte bunu
yapabilen fertlerin toplumu olan erdemli cemiyet iyi düşünebilen ve muhkem bir
irade gücüne sahip gerçek manada hür insanlardan oluşur. Bu düşünebilen, iradeli ve hür insan
erdemli toplumu oluşturacak bireylerin eğitiminden beklenen esasları da
gösteriyor. Doğuyu bir despotik köleler dünyası görenler kendi içindekiyle
doğuya bakarken doğuyu bu hale getiren her yozlaşma ise dışarıdan vaki bu
ötekileştirmenin değirmenine su taşıyor. Nihayet Farabî bu toplumda erdemliliği
iş ve vazifelerin kişilerin
kabiliyetleri, yetenekleri, istidatları ve eğitimlerinin düzeyine göre
belirlendiğine dair liyakat kriterini de ortaya koyarak bitiriyor. Aslında
zamanın dışında zamana bir ayna tutuyor. Erdem ise retorik olmaktan çıkıp bir
hayat ilkesine dönüşüyor.
Medeniyet bilgelerimiz, erdemi bir retorik gevezelik
olmaktan çıkarıp bir ameli alanın eylem dünyası olarak hayatı anlama şekli ve
dünya görüşü haline getirdiler. Burada söz konusu toplum/millet hayatını
kabullenmeyecek, mefhumunca anlatıldığında ait ve müntesip olmayı istemeyecek Z
kuşağı denilen evlad-ı vatan ya da milletimizin bir ferdi var mıdır,
bilmiyoruz? Lakin bu aynada kendimize bakıp kendiliğimizi düşünmeyeceksek
medeniyet kelimesini ağzımıza almamız en hafifinden müptezellik olacaktır.
Medeniyetin temeli olarak Ok-Yay teorimizde de zikrettiğimiz bu durumun toplum
gerçekliğinden buradan bakarak Z kuşağı denilen evladı vatana da buraya buyurun
demek istedik. Hayaller peşinde evlad-ı vatanı yozlaştırmak yerine, kültür
milli mücadelesinin zemininde, Türkistanlılık çerçevesinde, medeniyetçi
milliyetçi bir tutumla toplum/millet yapısının esaslarına dair bu zaviye
kalabalığı yeniden millet yapar umudumuz bakidir!
Özgürlük, liyakat bağırtıları ile başı döndürülen
gençlerimiz, hür ve liyakatlı; bilgiyi değer gören, düşünen, sevgi ve adaleti
davranış olarak hayatına aksettirmiş insanlardan oluşan bir cemiyetten
medeni/erdemli bir toplum çıkacağını öngören bilge geleneğin/törenin ne kadar
farkındalar, daha önemlisi ne kadar farkındayız?
Vesselam.