Faruk Nafiz Çamlıbel yahut Anadolu'da el gibi dolaşmamak
Faruk Nafiz için Anadolu bin bir baharı saklayan bir diyardır. Onun Han Duvarları ve pek çok şiirinde bu duygu hissedilir. Vatanın şiirleşerek millete mal olduğu önemli bir isim olan Faruk Nafiz; Biz o şiiri isteriz ki çifte giden babalar Ekin biçen genç kızlarla odun kesen analar Yanık sesin dinlerlerken gözyaşlarını silsinler Başlarını açık beyaz sinesine koysunlar; Yüreğimin, özleriyçün çarpındtğın duysunlar, Bu çarpıntı, bu ses nedir? Ne diyor? Bilsinler, mısralarında şiiriyle Anadolu’yu nasıl terennüm etmek ve anlatmak/anlaşılmak istediğini söyler. Ve O, buranın öyle gelişi güzel gezilmeyecek bir yer olduğunu ifade babında: El gibi dolaşma Anadolu’nda, Arkadaş yurdunu içinden tanı: Dinle bir yosmayı pınar yolunda, Dinle bir yaylada garip çobanı. Bir ıssız ev gibi gezdiğin bu yurt Yıllarca sana gözyaşı döktürür, Yavrunun derdiyle ah eder Bayburt, Tüm anın hasreti yakar Maraş’ı... Bir çölü andırır, bil ki, dört yanın Bağrını delmezse yanık türküler, Varlığı bu korla tutuşmayanın Kirpiği yaşarsa gözleri güler. Türküleşen vatanda el gibi dolaşmayıp içinden tanınıp bilinip sevilesi bir yer olmalıdır Anadolu. Bunun yanında müstakbelin bütün meselelerinde de kaynağın, ilhamın Anadolu olması beklenir. Milli Edebiyatın o yalın ve derin sesleri içinde sanat şiiri üzerinden Faruk Nafiz bitmeyen medeniyet ikilemimizi kendi tarzınca gösterir. Lakin birkaç asırdır çözmediğimiz bunun yolu ve ilkeleri mevzuunda yaşadığımız savrulma ve bölünmeler hâlâ iki yakamızı bir araya getirmedi. Milli olanın lafzı bir amma mefhumu söylene malum aleme meçhul!
Modernleşmenin
açıldığı yolda ülkemizde terkibi bir bakışın yerini eski ve yeninin bitmez
tükenmez ayrışması hatta tepişmesi aldı. Kimse millete bir yol açmayı düşünmeden
kendi cephesinde daha çok taraftar toplamayı çıkarına uygun gördü. İtiş, kakış;
haraç mezat işte. Herkesin doğrusu dogması oldu; kurguları hakikati. Hayat ise
yandan şaşa kaldı bu hale. Bizim doğu sizin batı derken devranın dönüşünde mest
u harap serildik yerlere. Bir çekiştirmedir bitmedi gitti. Burada seslenir
şiirinde Faruk Nafiz: Yalnız senin
gezdiğin bahçede açmaz çiçek, Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar! Kolumuzdan
tutarak sen istersen bizi çek İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar. Burada hem düşülen ikilem, dogmanın
çekiştiren doğası hem de kolumuzdan çekiştirilirken incinmelerimize işaretle
yaşanan vaziyet resmedilir gibidir. Bir ülke, memleket manzarasıdır şiirde dile
gelen. Lakin şair bizim diyarımız diyerek durduğu yeri de gösterir. Tek gerçek
sen değilsin çiçekler bizim buralarda da açar diye başlar söze. Bu söz aslında
millete vatanın çocuklarınadır en çok.
Faruk Nafiz şiirin
devamında sanat üzerinden, çok sade bir üslup ile anlatır kendini. Aslında mekânda
oluşan bir zihniyetin tarafları arasındaki bakış açısını gösterir bir yandan: Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda Gezersin
kırk asırlık mabedin içini Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, Bize
heyecan verir bir parça yeşil çini. Türk ruhunun mekânda gördüğü hal ile sen
denilerek karşıya konulan zihniyet ideolojik savrulma diline düşmeden ortaya
konulmaktadır.
Milletlerin hayatları
ve zihniyetleri birbiriyle mutabık bir halde cereyan ettiğinden estetik
tezahürler de buna uygun oluşur. Faruk Nafiz doğu batı ikileminden baktığı
yerden bu defa milli oyunlar üzerinden karşılaştırmasına devam eder. Sen raksına dalarken için titrer derinden Çiçekli
bir sahnede bir beyaz kelebeğin Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden Toprağa
diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin. Modernleşmenin getirdiği yeni formlara
karşı kendi dünyasından Anadolu’nun içinden çok sağduyulu ve manidar bir ses
olarak Faruk Nafiz sen ve biz ayrımıyla kendiliğini ve kendini bildiği yeri
gösterir.
Istırap ve istiğrak
doğunun varoluşundan fevkalade önemlidir. Burada ses ile nefesin iki taraf
açısından ifade de seçilmiş olması bile vaki durumu anlatmak bakımından
manidardır. Çok sesli orkestralar ile acıklı bir nefes hu olup musikimizi var
der. Fırtınayı
andıran orkestra sesleri Bir ürperiş getirir senin sinirlerine, Istırap
çekenlerin acıklı nefesleri Bizde geçer en yanık bir musiki yerine. Faruk
Nafiz sanat üzerinden belki de insan varoluşunun en önemli hususları ile
memleketin yaşadığı medeniyet dikotomisine temas ediyor. Yine aynı şekilde
plastik sanatlar üzerinden de vaki uygarlık bölünmesine işaret eder: Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun Yabancı
bir şehirde bir kadın heykelini, Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun Görünce
bir köylünün kıvrılmayan belini… Lakin burada dikkat çeken bir şey hakaret
etmeden, küçümsemeden kendini ortaya koyuş, terbiyeli ve saygılı bir dil ile
milli olanın Anadolu ilhamı ve insanı üzerinden anlatılışı vardır. Yabancı bir
köyde anlayan gözle denirken de aynı saygılı eleştiri halini görmekteyiz.
Burada dil, din, tarih ve hayat birleşir. Hayatın olağan akışı içerisinde
entelektüel gevezeliğe girmeden milletin içinden millete doğru bir dil ile
mesele ortaya konulur.
Nihayet şiirin de,
sözün de, düşüncenin de sonuna gelirken Anadolu ve türküler üzerinden milletin
sanat ile varoluşu ortaya konulur: Başka
sanat bilmeyiz karşımızda dururken Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz Arkadaş,
biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun… ayrılıyor yolumuz. Karşılıklı
iki bakış açısının sanat değerleri ve olguları ile ortaya koyulduğu bu şiir
biterken mimari, musiki, dans gibi sanat unsurları üzerinden Anadolu’ya bir
ilham gözüyle bakarak el gibi dolaşma yurdunu, içten tanı dediği yerde bunun nasıl
olacağını bu şiiriyle cevaplarken bitmeyen medeniyet meselemizin zihniyet
yarılması da çok sade, sarih ve kesin bir şekilde ortaya konulur. Memleketi
edebiyat ile mesele edinen şair buradaki kültür ve kendilik meselesini ortaya
koyarken vatana estetik ile ve zarif bir yerden bakarak kaba, kurnaz ve
kategorik zihinlere aslında bir ders verip, yol göstermez mi?
Faruk Nafiz Çamlıbel’in bahsettiği
fikrin insanına dair sessiz ama fedakâr yaşayan kitleyi gösteren Başıboş kırlara salar tayını Elinden
düşürmez okla yayını
Aklına getirmez zafer payını Memleket yolunda kurban olurlar mısralarını
paylaşarak bitirelim. Kendiliğimizi aradığımız uzakların yakınımız olduğunu,
hayatın ve vatanın sade ama derin varlığından beslenerek ve nefeslenerek
geleceği düşünmek ve hareket için biraz durup şiirle nefeslenmek vaktidir. Tam
burada Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Çağlayanlar’da 1911 yılında yazılan Yarayı Kanatan hikâyesi ile o cihana
yayılan Türkün son halini göstererek nereden nereye tespitini yaptığı eseri
akla geliyor. Doğu ve batı arasında sıkışan muasır eğitim almış Doktor
Pertev’in kendi dünyasına dair ön yargılarının fikir ve mantık ile değil de
sanat üzerinden ona kendini hatırlatmak suretiyle hafızanın yenilenmesi yöntemi
üzerindeki kurgu son derece nefistir. “Ben
vatanımı beğenmiyorum beğendirecek etrafımda ne bir olay ne bir manzara
görebiliyorum”, diyen bir “garpzedeyi” tatmadığı bir lezzeti sanat
üzerinden tattırarak iyileştiren o bakış ile Sanat şiirindeki anlayışın açacağı
yol üzerinden hayatımız içinde başaracağımız ve var edeceğimiz insanlık
değerlerinin Türkleri gelecekte anlamlı bir konuma getireceği şüphesizdir. Lakin
unutmayalım ne Anadolu ne de Türk sihirli değnek kavramlar değildir; var olmak
düşünmek ve hareket etmektir.
Vesselam.