20 Aralık 2021

​Faruk Nafiz Çamlıbel yahut Anadolu'da el gibi dolaşmamak

Faruk Nafiz için Anadolu bin bir baharı saklayan bir diyardır. Onun Han Duvarları ve pek çok şiirinde bu duygu hissedilir. Vatanın şiirleşerek millete mal olduğu önemli bir isim olan Faruk Nafiz; Biz o şiiri isteriz ki çifte giden babalar Ekin biçen genç kızlarla odun kesen analar Yanık sesin dinlerlerken gözyaşlarını silsinler Başlarını açık beyaz sinesine koysunlar; Yüreğimin, özleriyçün çarpındtğın duysunlar, Bu çarpıntı, bu ses nedir? Ne diyor? Bilsinler, mısralarında şiiriyle Anadolu’yu nasıl terennüm etmek ve anlatmak/anlaşılmak istediğini söyler. Ve O, buranın öyle gelişi güzel gezilmeyecek bir yer olduğunu ifade babında: El gibi dolaşma Anadolu’nda, Arkadaş yurdunu içinden tanı: Dinle bir yosmayı pınar yolunda, Dinle bir yaylada garip çobanı. Bir ıssız ev gibi gezdiğin bu yurt Yıllarca sana gözyaşı döktürür, Yavrunun derdiyle ah eder Bayburt, Tüm anın hasreti yakar Maraş’ı... Bir çölü andırır, bil ki, dört yanın Bağrını delmezse yanık türküler, Varlığı bu korla tutuşmayanın Kirpiği yaşarsa gözleri güler. Türküleşen vatanda el gibi dolaşmayıp içinden tanınıp bilinip sevilesi bir yer olmalıdır Anadolu. Bunun yanında müstakbelin bütün meselelerinde de kaynağın, ilhamın Anadolu olması beklenir. Milli Edebiyatın o yalın ve derin sesleri içinde sanat şiiri üzerinden Faruk Nafiz bitmeyen medeniyet ikilemimizi kendi tarzınca gösterir. Lakin birkaç asırdır çözmediğimiz bunun yolu ve ilkeleri mevzuunda yaşadığımız savrulma ve bölünmeler hâlâ iki yakamızı bir araya getirmedi. Milli olanın lafzı bir amma mefhumu söylene malum aleme meçhul!

Modernleşmenin açıldığı yolda ülkemizde terkibi bir bakışın yerini eski ve yeninin bitmez tükenmez ayrışması hatta tepişmesi aldı. Kimse millete bir yol açmayı düşünmeden kendi cephesinde daha çok taraftar toplamayı çıkarına uygun gördü. İtiş, kakış; haraç mezat işte. Herkesin doğrusu dogması oldu; kurguları hakikati. Hayat ise yandan şaşa kaldı bu hale. Bizim doğu sizin batı derken devranın dönüşünde mest u harap serildik yerlere. Bir çekiştirmedir bitmedi gitti. Burada seslenir şiirinde Faruk Nafiz: Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar! Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.  Burada hem düşülen ikilem, dogmanın çekiştiren doğası hem de kolumuzdan çekiştirilirken incinmelerimize işaretle yaşanan vaziyet resmedilir gibidir. Bir ülke, memleket manzarasıdır şiirde dile gelen. Lakin şair bizim diyarımız diyerek durduğu yeri de gösterir. Tek gerçek sen değilsin çiçekler bizim buralarda da açar diye başlar söze. Bu söz aslında millete vatanın çocuklarınadır en çok.  

Faruk Nafiz şiirin devamında sanat üzerinden, çok sade bir üslup ile anlatır kendini. Aslında mekânda oluşan bir zihniyetin tarafları arasındaki bakış açısını gösterir bir yandan: Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda Gezersin kırk asırlık mabedin içini Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, Bize heyecan verir bir parça yeşil çini. Türk ruhunun mekânda gördüğü hal ile sen denilerek karşıya konulan zihniyet ideolojik savrulma diline düşmeden ortaya konulmaktadır.

Milletlerin hayatları ve zihniyetleri birbiriyle mutabık bir halde cereyan ettiğinden estetik tezahürler de buna uygun oluşur. Faruk Nafiz doğu batı ikileminden baktığı yerden bu defa milli oyunlar üzerinden karşılaştırmasına devam eder. Sen raksına dalarken için titrer derinden Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin. Modernleşmenin getirdiği yeni formlara karşı kendi dünyasından Anadolu’nun içinden çok sağduyulu ve manidar bir ses olarak Faruk Nafiz sen ve biz ayrımıyla kendiliğini ve kendini bildiği yeri gösterir.

Istırap ve istiğrak doğunun varoluşundan fevkalade önemlidir. Burada ses ile nefesin iki taraf açısından ifade de seçilmiş olması bile vaki durumu anlatmak bakımından manidardır. Çok sesli orkestralar ile acıklı bir nefes hu olup musikimizi var der.  Fırtınayı andıran orkestra sesleri Bir ürperiş getirir senin sinirlerine, Istırap çekenlerin acıklı nefesleri Bizde geçer en yanık bir musiki yerine. Faruk Nafiz sanat üzerinden belki de insan varoluşunun en önemli hususları ile memleketin yaşadığı medeniyet dikotomisine temas ediyor. Yine aynı şekilde plastik sanatlar üzerinden de vaki uygarlık bölünmesine işaret eder: Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini, Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini… Lakin burada dikkat çeken bir şey hakaret etmeden, küçümsemeden kendini ortaya koyuş, terbiyeli ve saygılı bir dil ile milli olanın Anadolu ilhamı ve insanı üzerinden anlatılışı vardır. Yabancı bir köyde anlayan gözle denirken de aynı saygılı eleştiri halini görmekteyiz. Burada dil, din, tarih ve hayat birleşir. Hayatın olağan akışı içerisinde entelektüel gevezeliğe girmeden milletin içinden millete doğru bir dil ile mesele ortaya konulur.

Nihayet şiirin de, sözün de, düşüncenin de sonuna gelirken Anadolu ve türküler üzerinden milletin sanat ile varoluşu ortaya konulur: Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun… ayrılıyor yolumuz. Karşılıklı iki bakış açısının sanat değerleri ve olguları ile ortaya koyulduğu bu şiir biterken mimari, musiki, dans gibi sanat unsurları üzerinden Anadolu’ya bir ilham gözüyle bakarak el gibi dolaşma yurdunu, içten tanı dediği yerde bunun nasıl olacağını bu şiiriyle cevaplarken bitmeyen medeniyet meselemizin zihniyet yarılması da çok sade, sarih ve kesin bir şekilde ortaya konulur. Memleketi edebiyat ile mesele edinen şair buradaki kültür ve kendilik meselesini ortaya koyarken vatana estetik ile ve zarif bir yerden bakarak kaba, kurnaz ve kategorik zihinlere aslında bir ders verip, yol göstermez mi?

Faruk Nafiz Çamlıbel’in bahsettiği fikrin insanına dair sessiz ama fedakâr yaşayan kitleyi gösteren Başıboş kırlara salar tayını Elinden düşürmez okla yayını
Aklına getirmez zafer payını Memleket yolunda kurban olurlar
mısralarını paylaşarak bitirelim. Kendiliğimizi aradığımız uzakların yakınımız olduğunu, hayatın ve vatanın sade ama derin varlığından beslenerek ve nefeslenerek geleceği düşünmek ve hareket için biraz durup şiirle nefeslenmek vaktidir. Tam burada Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Çağlayanlar’da 1911 yılında yazılan Yarayı Kanatan hikâyesi ile o cihana yayılan Türkün son halini göstererek nereden nereye tespitini yaptığı eseri akla geliyor. Doğu ve batı arasında sıkışan muasır eğitim almış Doktor Pertev’in kendi dünyasına dair ön yargılarının fikir ve mantık ile değil de sanat üzerinden ona kendini hatırlatmak suretiyle hafızanın yenilenmesi yöntemi üzerindeki kurgu son derece nefistir. “Ben vatanımı beğenmiyorum beğendirecek etrafımda ne bir olay ne bir manzara görebiliyorum”, diyen bir “garpzedeyi” tatmadığı bir lezzeti sanat üzerinden tattırarak iyileştiren o bakış ile Sanat şiirindeki anlayışın açacağı yol üzerinden hayatımız içinde başaracağımız ve var edeceğimiz insanlık değerlerinin Türkleri gelecekte anlamlı bir konuma getireceği şüphesizdir. Lakin unutmayalım ne Anadolu ne de Türk sihirli değnek kavramlar değildir; var olmak düşünmek ve hareket etmektir.   

Vesselam.