13 Mart 2017

Fetih ve Sömürge Sarkacı

Avrupa ile son dönemde yaşanan gelişmeleri/gerginlikleri güncel bağlamlarının yanında ve dahi onların varoluş gerçeği anlamak adına bir tefekkür kabına atarsak, karşımıza çıkacak pek çok veçheden biri olarak iki ayrı medeniyetin farklı vizyonu gözümüzün önüne geliverir. Medeniyetin mimi düşünce edeniyet olduğu gerçeği ile yüz yüze kalıveririz bir anda. Bu bir nizam anlayışı, bir insan kavrayışı ve bir ahlak perspektifini hatırlamayı zorunlu kılar. Burada zihniyet bağlamında Batı ve Doğu kavramları inşa olunur. Bunun görülebileceği ve anlaşılabileceği en iyi ölçütlerinden birisi ise “ötekine” dair ortaya konulan eylemde tezahür eder. Modern dünya güç merkezli çatışmacı rekabetle çıkar odaklı bir kafayla ötekine dair bir tecrübeyi gösteriyor. Milletler, medeniyetler tarih içinde güçle sınanırlar. Gücün kendilerinde iken öteki ile muameleleri aslında ne olduklarını belli oranda gösterir. Bu çerçeveden bir zihin yolculuğu, karşılaştırma bizi meselenin idrakine taşıyabilir. Bir zihniyet olarak tezahür eden Doğu ve Batı, kendi güç devirlerindeki olgular olarak fetih ve sömürge kavramları özelinde tarihe yansır. Nasıl?

Fetih-vakıf-devşirme-saygı

Osmanlının temsil ettiği nizam bir başka toprağa girişi fetih olarak görür. Fethin en önemli özelliği gittiği yeri vatan kılan ve oradakileri de emanet gören bir bakış açısını söz konusu kılmasıdır. Bu yeni yer şenlendirilmelidir. İnsan emanettir, mekân ise bu uğurda seferber edilmesi gereken araç. Bu bakımdan bu nizam anlayışı gittiği yerleri sömürmez, açar, fetih eder, oraya hizmet götürür. Sömürgeci şirket kurar, Fatih ise vakıf. Yani oranın varidatını oranın insanı için faydaya dönüştürür. Fatih, devşirirken kendine yabancı kılmaz bütünün iyiliği için faydalı olacak bir hale getirir. Sömürü imparatorluğunda köle vardır; hiçbir zaman bunlardan bir Başbakan çıktığı görülemez. Hâlbuki Osmanlının yüzlerce devşirme sadrazamı vardır. Fatih, misyonerlik yapmaz. Elbette bir sebebe istinat eder ve bir teklifi vardır ama zorlamaz. Dini bir yabancılaştırma yöntemi olarak kullanmaz. Kendini dilini dayatmaz Fatih, kendi dinine zorlamaz, ötekine saygı inancının, ahlakının insana bakış tarzının gereğidir çünkü. Hoşgörülüdür: Fatih'in Bosna'da verdiği gibi dini müsamahayla, kendi varoluş sebeplerini ve hakkını tehdit altında görmeme, öngörülebilir bir hayat temin eden hukuki metinlerle bunu tarihe kazır. Bunu yaranmak, hoş görünmek, kandırmak için değil inancı böyle olduğu için yapar. Hülasa Fatih fethettiği yeri vatan bilir, şirket değil vakıf kurar, köle etmez devşirerek kendiliği olan bir dünyanın parçası haline getirir ve ötekinin emanet görerek muhafaza eder.

Sömürü-şirket-köle-misyoner

Modern Avrupa tarihi bir yönüyle sömürge tarihidir. Sömürge demek onlar için ekonomik çıkar demektir. Bunun dışındaki tüm gerekçeler meşrulaştırma çabasıdır. Sömürgeci şirket kurar demiştik. Hollanda bu aralar pek popüler ülkemizde. Bakın onların sömürgecilik macerası da böyle başlar. “1602'de Doğu Hindistan Şirket'in ve 1621'de de Batı Hindistan Şirket'nikurdular.  Bu şirketler, büyük kısmı İspanya ve Portekiz'in egemenliği altında bulunan sömürgelerde faaliyet göstererek Hollanda sömürge İmparatorluğunu meydana getirdiler. Mart 1599'da Amsterdam'dan hareket eden Jacop van Neck yönetindeki bir deniz filosu ilk defa “Baharat Adaları” olarak da adlandırılan bugünkü Endonezya'nın doğusundaki Maluku Adalarına ulaştı ve % 400 oranında yüksek bir kâr elde ederek geri döndü. Hollanda hükûmeti, 31 Aralık 1799 tarihinde şirketi feshetti ve tüm mal varlığını devlete intikal ettirdi. Tüm koloniler de Hollanda hükûmetinin doğrudan yönetimi altına girdi.” (İsmail Hakıkı Göksoy “Hollanda Sömürgeciliği”, Sömürgecilik Tarihi, (Ed. Azmi Özcan, Esk., 2014, s. 25vd.) Evet sömürgeci şirket kurar, vakıf gibi bir medeniyet perspektifi hiçbir zaman olmadığından zaman içinde özel şirketler maliyet nedeniyle devletleşti daha sonra ise sömürge bölgesinde mankurtlaştırılan tiplerle aktüel zamana kadar gelen süreç söz konusu oldu. Sömürgeci ile Fatih arasındaki büyük farkın işte tarihi şahitlikle ilk parametresi budur.

Sömürgecinin insan kavrayışı ve öteki yaklaşımı tamamen kölecidir. İnsan da topraklar, zenginlikler gibi sömürülmelidir. Zira insan olmak bakımından öteki kendine eşdeğer ve eşit görülmez. Elbette Hollanda'nın sömürü tarihinde de köleler ve köleliğin kara gölgesi ve acıları vardır. “Hollanda'nın batıdaki kolonilerinde faaliyet gösteren Batı Hindistan Şirketi, Batı Afrika kıyılarında kurduğu istasyonlar sayesinde çok sayıda köle elde etmiş ve bunları Amerika'dakisömürgelerine taşımıştı. 1637 yılında Portekizlilerin köle toplama merkezi olan Batı Afrika sahilindeki Elmina'yı, 1641 yılında da Angola'daki Portekiz yerleşimlerini ele geçirdi. Bu merkezlerden çok sayıda siyahî köleyiBrezilya sahillerindeki şeker kamışı tarlalarına taşıyarak ucuz iş gücü sağladı. (s. 31)  Güney Afrika topraklarında tahıl ekip biçmeye, çiftlikler kurarak at yetiştirmeye başlamışlardı. Buradakigeniş arazilerişgal eden çeşitliHollandalı göçmen grupların sayısı kısa sürede 27 bine ulaşmıştı. Bunlar, işgal ettikleri bölgeleri, 30 bin zenci köle ve 20 bin kadar da köleleştirilmiş Hotantolu yerlisini çalıştırarak tarım arazisi olarak değerlendiriyorlardı. (s.33-34)” Bunlar yorum olmadığı için tarihi gerçekliğin bize gösterdiği vakalardır. Sömürü şirketlerinin köleleri sömürücünün vatanı için çalışmak zorundadır. Misyonerler ötekine din ve dil dayatırlar. Hak kavramını öteki için söz konusu değildir.

Köleliğin kaldırılmasıyla birlikte ortaya çıkan iş gücü ihtiyacını karşılamak için 1890 ve 1939 yılları arasında Surinam'a çok sayıda Çinli, Cavalı ve Hindistanlı göçmen getirildi. Dışarıdan getirilen yeni göçmen işçilerle birlikte Surinam'dakihalkın demografik ve dinî yapısı da çeşitlendi. (s. 33)” Almanya, Hollanda vs yerelere giden gurbetçi kardeşlerimiz işte bu üst başlığın vesaire sebeplerin eşliğinde göçmen işçi oldular. Sömürgecinin vatanını şenlendirmek için emeklerini sundular. Sömürgeci gittiği yeri vatan görmez, sömürülecek yer olarak bakar. Bugün kendi ülkelerinde görünüşte yerli ama muhtevada mankurt tipler de aslında o uzaktaki vatana hizmet eden kuklalar olmanın ötesinde bir gayret ve amaç taşımazlar. Yabancılaştırıldıkları toplumlarından, tarihlerinden, vatanlarından, milliyetlerinde, diyanetlerinden kopuk bu tipler için şahsi menfaatleri ve patronlarının gerçekleri vardır.

Hülasa, bir zihniyet, nizam, insan ve ahlak ayrışması bugün hayatımızı çevreliyor. İslamfobya, Türkofobya sömürge ahtapotunun aktüel kolları olarak kendi strateji ve taktikleri ile işlemeye devam ediyor. Dünya ne yazık ki ekonominin gerçeklerinin söz söylediği ahlakı kurduğu bir dünya olduğundan piyasa icat oldu mertlik bozuldu. Burada kuru ve yavan husumet yerine Hollanda özelinde verdiğimiz zihniyetin esasını anlayarak meseleleri ele almak en doğru yol olacaktır. Ötekine Fatih zihniyetiyle bakmayı fikir genetiğinde taşıyanların torunlarının Sömürge zihniyetiyle hayat kuranlarla ilişkilerinin türbülanslar yaşamasından daha doğal bir şey olamaz. Fetih, vakıf, devşirme ve saygı ile sömürü, şirket, köle ve misyoner kavramlarının zihni kısa tefekkürü bile bazı gerçekleri sezmeye başlamamızı sağlıyor.

Hollanda mı dediniz? Şu Boşnakları Sırplara teslim edip kadeh tokuşturanlar değil miydi onlar?