Fetih

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

“Hayatımın tek manası İstanbul sevgisidir!” (Ahmet Hamdi Tanpınar)

Epey büyük bir sözdü Tanpınar'ınki. Kalpten gelen bir fetih cümlesiydi. Hayat denilen onca detaylı, girift, belirsiz, garantisiz, sadece olacakları değil, olagelenleri dahi belirsiz olan süreci, İstanbul'un ayaklarına sermişti âdeta. Bunu yaparken de hiç gücenmemişti. Ve bu cümle, gayriihtiyari Fatih Sultan Mehmed'in, “Ey Kostantiniyye! Ya sen beni alacaksın, ya ben seni!” cümlesindeki fetih azametini hatırlatıyordu.

Tanpınar, İstanbul sevdasını -yukarıdaki istisna cümleyi bir kenara koyarsak- çok keskin sevgi sözcükleri ya da umutsuz yakınmalarla anlatmamıştı aslında. Kaybolana özlemleri, yadigârlara övgüleri her yazısına diyagonal yerleştirilmiş gibiydi. Ve cümleler bir yolunu bulup İstanbul'a çıkıyordu.

Tanpınar'ın nesirlerindeki İstanbul'a dair endişeli gerçekçilik, sık sık Yahya Kemal'i hatırlatıyor. Boşuna olmamalı. Tanpınar, Yahya Kemal'den bağımsız olabilen, ama onun üzerindeki tesirinden gocunmayan bir sanatçıydı. Belki, Yahya Kemal'i de İstanbul'a dönebilen bir adam olduğu için sevdi. Ya da İstanbul'u Yahya Kemal'den mülhem sevdi...  Yine de İstanbul'a bunca sevginin asıl kaynağı ne ise Tanpınar'la sırlandı.

Yahya Kemal'de ise İstanbul'un bütün hakikatiyle farkına varma çabası vardı. Şiirinde dahi temaşa ettiği bu hakikatin etkili bir ifadesini ortaya koyuyordu. Aziz İstanbul'daki, “Çok parlak fetih vak'aları, İstanbul'un fethinden evvelki asırlarda da, sonraki asırlarda da yüzlerce defâ vuku bulmuş, lâkin hiçbiri İstanbul'un fethi kadar efsunlu bir tesir bırakmamış, onun kadar derinden duyulmamış, onun kadar sürekli bir merakla hatırlanmamıştır. Bu görüş, her türlü edebî şişirmelerden ârî bir görüştür, diyebiliriz.” sözüyle, dünya tarihinden İstanbul'a cümleler damıttığını izliyorduk. Buna o kadar inanıyordu ki mısralarında tekrar tekrar fethedilmiş bir İstanbul'la karşılaşıyorduk.

Gün geldi Necip Fazıl satır satır, mısra mısra fethetti İstanbul'u. O da eve dönen ve dönüş tecrübesiyle nesilleri yoğuran bir adamdı. Dünya hafızasına nakşedilmiş bir mücevheri andıran şehrin kıymetini anlamaya teşvik etti, Ayasofya'ya hitabe yazdı. O satırlarda tarih temaşasından süzülen, kesin bir fetih bilinci vardı. “Târihimizde, Fatih'ten başka her hükümdarın aksiyonu -isterse vatana eklediği toprak Fatih'inkinden bin misli fazla olsun- ulvî kemâl ve noksansızlık mânasına, tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatih'dedir ki, kendi zaman ve mekânına göre, dâva hedefini, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde buluyoruz.” dedi ve şehrin kalbine Ayasofya'yı yerleştirdi. Ayasofya, İstanbul'un fethinden sonraki ilk Cuma namazında fethedilmişti; Necip Fazıl'ın satırlarıyla bir kere daha fethedildi.

Sezai Karakoç'un, İstanbul'un kalbi ve Fatih Sultan Mehmed'in yeniden kurduğu şehir Fatih için dile getirdikleri, bize hakiki İstanbul'u nerede bulacağımıza dair açık adres gösteriyordu. “İstanbul'un içinde ikinci bir İstanbul'dur. Yüzde yüz Fatih şehridir. Fatih Camii, İslâm-Türk kültürünün bu ölmez abidesinin çevresinde halka halka fatih medreseleri ve semti, en saf Müslüman Türk heyecanının ördüğü bir toplumdur.” cümleleriyle izi sürülesi ve korunası şehir hafızasının ihmal edilen keşfini tadıyorduk. Antik İstanbul'un Fatih Camii'yle taçlandırılışını görmezden gelmiş, civarına kenar mahalle muamelesi yapmıştık. Karakoç'un kör noktayı aydınlatmasıyla merkezî kıymeti unutulan semt, bir defa daha fethedildi.

Fetih sabit bir hamle değildi. Gelişen, yerleşen, genişleyen kutlu bir işti. Zira fetih yağma değil, azametti. Yıkmak değil, inşa etmekti. Unutmak değil, hatırlamaktı. Uzak değil, yakındı. Heves değil, hakikatti. Hırstan doğan bir arzu değil, emr-i ilahiydi.

Fetih, Levh-i Mahfuz'da yazıldığında gerçekleşti. İstanbul ilk defa, Peygamber Efendimiz'in (SAV), “Kostantiniyye muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!” hadis-i şerifiyle fethedildi.

Ve sonraki bütün fetihler, bu hadisin izinden gitti.

Ki İstanbul'la kesiştiyse yolunuz, her bir temaşanız fetih sayılır. Fatih'in aştığı surlardan başlayın fethe. Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii'nden Yavuz Sultan Selim Camii'ne, Fatih Camii'nden Şehzadebaşı Camii'ne, Süleymaniye Camii'nden Yeni Camii'ye, Ayasofya Camii'nden Sultan Ahmet Camii'ne dek karış karış Müslümanlaşmış İstanbul'u bir daha keşfedin. Bu kutlu zincirin keşfiyle İstanbul muhabbetini, hürmetini, kıymetini anladığınız an İstanbul'u fethedersiniz, İstanbul da sizi fetheder.

***

Künye: Fetih, Arapça bir kelime olup açma, açılma, küşat; bir memleket, şehir veya mevkii savaşla düşman elinden alma, ele geçirme, zapt etme anlamlarına gelir. (Kubbealtı Lügatı)