30 Nisan 2016

FETÖ ile mücadele: birileri yine bizimle dalga mı geçiyor?

Paralel yapının 17-25 Aralık operasyonlarıyla birlikte gerçek yüzünün ortaya çıkmasının ardından geçmişte olduğunda bir anlam verilemeyen olaylara dair taşlar yerine oturmaya başladıkça nasıl bir uçurumun eşiğinden dönüldüğü de daha iyi anlaşıldı.

İşin ciddiyetini kavrayanların, FETÖ'nün planladıklarında başarılı olması halinde bütün bir ülkeye ne menem bir felakete götüreceğini düşündükçe hala uykuları kaçıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘İnlerine gireceğiz' gibi haklı bir kararlılıkla sürekli bu tehlikeye vurgu yapmasının ardında da ‘Ya başarılı olsalardı?' sorusunun insani korkuları var aslında.

Fakat başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, bu meselenin gideceği yere kadar götürülmesini isteyenlere karşın paralel ile mücadelenin yeterince yapıldığına, gayri üzerlerine gitmeyi gerektirecek kadar güçlerinin kalmadığına veya kadrolarına karşı yürütülen mücadelede kantarın topuzunun kaçtığına inananlarda var.

Bu kesimlerin, paralel yapı içinde yer alanlarla olan dini, mezhebi, cemaati ya da en sıradan beşeri ilişkileriyle şekillenen, tamamen insani acıma duygularından mı yoksa onlara karşı yürütülen mücadelenin sekteye uğratılması için taktiksel bir sahtelikle mi öyle konuşup, davrandıklarını anlamak gerekiyor.

Üstelik bahsettiğim kesimler cemaatin kirli metotlarla ayar verdiği CHP, yönetimsel değişikliklerin planlandığı MHP ya da ‘düşmanımın düşmanı dostumdur' tavrıyla sıkı fıkı ilişkiler içine girdiği HDP değil.

Paralel yapıya dönük mücadeleyi yeterli ya da artık önemsiz ve gereksiz görme düşüncelerin filizlendiği kesimler, daha çok paralel yapı ile sonuna kadar mücadele edeceğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yanında, yöresinde olan, olduğunu söyleyen kesimler.

Devletin her bir resmi noktasına sızdığı kadar eğitimden basına, güvenlikten hastanelere kadar özel sektörün yönetimindeki her alana ve kuruma yerleşmiş ve bütün başarısız operasyonlarına rağmen hala umutla ‘Devran dönecek' diye bekleyen öfkeli müritlerin varlığı iddiasına dahi kuşkuyla bakıyorlar. Ya da FETÖ yandaşlarının bir tilki kurnazlığıyla büründükleri ‘mazlum' rollerle, insanları kutsal değerleri kullanıp etkilemeye devam ettiklerine inanmıyorlar.

Yani FETÖ kadrolarına karşı yapılanları ‘Ya sonuçta din kardeşiyiz' ya da ‘Onca iyi ve önemli işler de yaptılar', ‘Çoğu işinde gücünde akıllı, çalışkan insanlar' sözlerinin ardına gizlemeye çabalayanların kirli taktiğini göremeyenlerin sayısı hiç az değil.

Anlayacağımız, kendi orijinal emellerinin yanında Türkiye üzerine oyun oynamayı adet edinmiş küresel güçlerin hayallerini de gerçekleştirmek isteyen tehlikeli bir örgüte karşı hukuk çerçevesinde verilen bir mücadelenin dahi ‘elinizi öpsünler barışın' noktasına gelme tehlikesi var.

Dini, mezhebi veya siyasi geçmişle şekillenen sadakat olgusunun iş, ilişki ve kadro yürütmelerde hala oldukça etkili olduğu ve kendi demokratik standartlarını oluşturarak hukuksal bir mücadeleyi sürdürme geleneği olmayan bir toplumda bu tehlike maalesef her zaman vardı.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki'nin ‘Paralel yapı ne zaman ki fabrika kodlarına döner, o zaman bu mücadele biter' açıklamasını da hem bu sadakat olgusunun neleri kolayca affettirecek denli güçlü olduğunu göstermesi açısından hem de demokratik mücadele kararlılığının eksikliği açısından ele almak daha yararlı.

Bu olgular o kadar güçlü ki bir Genel Başkan Yardımcısı dahi ‘20-25 sene önce ilk tanıdığımızda yaptığı faaliyetler şöyle görülüyordu; talebe faaliyetleri, insan yetiştirme, ülkeye, vatana, millete faydalı olmak. Bu arada fukara hizmetleri de ortaya koymuşlardı. Devam eden bu yapıyı içimizden birçok insan da sevdi, açık, gizli destekler verdi. Güçlendirdik. Çalışmalara baktık 'Elinize sağlık, Allah razı olsun' dedik' yumuşaklığında paralel yapıyı anlatırken bütün bu iyi niyetli fabrika kodlarının, paralel yapının bugün devletin her bir noktasına sızmasını sağlayan paravan eylemler olduğu gerçeğini gözünden kaçırabiliyor.

Sanki paralel yapı, o hayır işleriyle uğraşırken 'Biz bu devleti ele geçiririz', ' Biz burada her şeyi yaparız', 'Dış güçlerle temasımız devam eder' düşüncelerinde değilmiş de, sonradan kandırılıp, kötü yola düşürülmüş gibi.

Oysa bir ülkeyi insanın tüylerini diken diken edecek denli hukuk, demokrasi ve insanlık dışı metotlarla ele geçirmeyi planlayan bir yapının fabrika kodlarına döneceği anlar ile bugün geldikleri nokta arasında pek bir fark olmadığı ortada.

Devletin ve toplumun her noktasına sızmış bir yapının gizli ajandalı eylemlerine inanmanın ve oyunlarına kanmanın bedeli en ağır şekilde yaşanırken dahi, kendimizi yeniden kullanışlı aptal konumunda hissettirecek öneri ve açıklamaların olması garip.

Tıpkı Ergenekon'da olduğu gibi ‘Birileri bizimle yine dalga mı geçiyor?' diye düşünmeden edemiyor insan.