21 Nisan 2017

Fırat’ta Dirilen Türk

Haçlı Seferleri başladığında, coğrafyamız siyasi ve mezhepsel bölünmüşlüklerle malul, siyasi birlikten yoksun ve güçlü liderliklerden mahrum bir vaziyetteydi. Haşhaşiler gibi içeriden kaynaklı saldırılar yanında bölgeyi alt üst eden Haçlı hücumları sonunda Urfa, Antakya, Trablus ve Kudüs hattında Sina'ya kadar olan bölge sahillerinde bir kama gibi Haçlı devletçikleri var olmuştu. Bunun karşısında ise bölgede yer alan Türk-İslam kuvvetleri - Selçukluların mirasçısı olan devletçiler- Urfa'nın güneyinden Halep, Hama, Humus ve Dımaşk hattında, Anadolu'da da olduğu gibi, bir Türk-İslam kalkanı olarak bu kamanın karşısına dikilmişlerdir. İlk Haçlı darbesinin şokunu müteakip toparlanmaya başladıktan itibaren en büyük ideal birlik ve taarruzla Haçlılara nihai darbeyi indirmek olmuştur. Halep gibi şehirler çevresinde başlayan mücadele Zengiler zamanında Musul-Halep şehirlerinin birleşmesi ile bir geniş saha mücadelesine dönüşür. Urfa Haçlı Kontluğu bu suretle yıkılır. Nureddin Mahmud Zengi bu büyük Türk-İslam mücahidi Mısır'ı da bu savunma hattına dâhil eder. Zengilerin içinden çıkan, Selçuklu Devlet nizamı terbiyesinde yetişen Selahaddin taarruz döneminde Kudüs Haçlılarına nihai darbeyi indirir. Haçlılar sahile sıkışırlar. Eyyubilerin memlûkleri olan ve Memlûkler Devletini kuran Türk-İslam yapısı Suriye'de onlara nihai darbeyi indirir. Antakya Haçlı devletçiği bu süreçte 1268'de yıkılır. Haçlıların bölgedeki işbirlikçisi Ermenilerin Devleti ve Haçlıların Kıbrıs'taki devletleri Memlukler eliyle yıkılır. Anadolu, Suriye Mısır kıyılarındaki Doğu Akdeniz Haçlılara dar edilmiştir. İlk Haçlı seferinden itibaren süren giden ve hiç dinmeyen direniş iradesi ve cihad mefkûresi Türk-İslam dünyasının içine bir hançer gibi giren Haçlılara karşı sürekli başarılarla iki aşırı aşan bir mücadele ile onları bölgeden uzaklaştırır. Bu olurken bir dönem sonra Moğollar da 13. Asırda bölgeye tasallut ederler. Haçlı kaması karşısında Suruç-Harran hattında başlayıp Halep, Hama, Humus ve Dımaşk hattında ayağa kalkan Türk-İslam kalkanı Musul ve Mısır'ı da yanına alarak büyük bir güçle bu saldırıya karşı durur. Fırat'ın batısından doğusuna doğru Haçlılar, Doğusundan batısına ise Moğollar geçirilmeyerek bölge savunulmuştur. Onlar inandılar ve başardılar.

Haçlı Saldırıları çağında bu direniş sürerken bölgede iç çekişmeler ve asimetrik iş birlikleri de eksik olmamıştır. Gerek İslam güçlerinin birbirini aleyhine gerekse Haçlılarla kurulan ittifaklarla bu seferler sürecinde sıkıntılar eksik olmaz. Haşhaşiler Mevdud, Aksungur gibi Haçlılara karşı mücadele eden komutanları suikastlarla öldürürken, Selahaddin Eyyubi'ye de saldırmaktan geri durmazlar. Bir süre sonra bunlar vekaletçi terör unsuru haline geleceklerdir. Bazen o tarafta bazen bu tarafta alınıp satılarak varlıklarını sürdürürler. Bütün bunlara rağmen ilk dönemden itibaren Türk-İslam hükümdarları bölünmüşlüğe son verip birliği sağlama ve bu yolla müstakim bir direniş için çalıştılar. Kan ve ter döktüler.

Irak, Suriye, Mısır ve ülkemiz ise küresel kaosun çıkmaz sokağında işgal ve teröre maruz. YPG/DAEŞ'e karşı Fırat kalkanı harekâtı bu manada itirazi bir çıkıştır. Haçlıları tarihte Fırat kavsine sokmayanların güncel bir karşı duruşudur. Dün, kuzey-güney hattındaki kama bugün doğu-batı yönlü saplanıyor. Her halükarda kalkan yerde kama ise hala içimizde. Mısır, Suriye'nin durumu, Anadolu'da yaşananlar ise ortadadır. Bu süreçte bölge her yanıyla tam bir muhasaraya maruz durumdadır. Dün kendilerine destek karşılığında Ermenilere baronluk kurup onlara kral unvanı verenler bugün başka unsurlarla işbirliği halinde başka emeller peşindeler. Fırat yine hazin akıyor. Fırat Kalkanı kalkmışsa da her taraftan taarruz sürüyor. Tarih garip temadilerin beşiğidir. Anlayarak bakanlara, idraki olanlara mütemati hikâyeleri anlatır durur. Artuklu İlgazi, Sokman, Belek Gazi, Dımaşk Atabeyi Tuğtekin, Musul valileri Mevdud, Aksungur, Zengi devletini kuran Atabeg İmadeddin Zengi, Nureddin Mahmud Zengi, Selahaddin Eyyûbî, Sultan Baybars'ın hatırası ve iradesi bölgenin her yerinde mezarlarından ulu birer ruh olarak yaşayan ölülere dirilme mesajı söyleyip duruyor. Nureddin Mahmud'un yakılan minberinden gelen ses kulaklarımıza ve ruhlarımıza dokunmuyorsa söz bitmiş demektir. Büyük Türk-İslam mücahidi Nureddin Zengi'nin 1168 yılında Kudüs'ü fetih hayali ile bir gün oraya konulmak üzere bir minberin yapımını emretti. Oğlu Salih İsmail'in tamamlandığı bu minber, 1187 yılında onun izinde yürüyerek Kudüs'ü fetheden Selahaddin Eyyubi tarafından Halep'ten Kudüs'e getirilerek, Mescid-i Aksa'ya konulur. İşte bu minber Minber, Mescid-i Aksa'da, 762 yıl kaldıktan sonra. 21 Ağustos 1969 tarihinde yakılır. Aslında yakılan bir tarih ve bir iradenin hatırasıydı. Kudüs'e varanların yolu Halep, Musul, Kahire'yi birleştirmekten geçti. 

Tarihte, Anadolu, Suriye, Irak ve Mısır kocaman bir kalkan olarak elden ele dolaşarak büyük bir mefkûreye hizmet ettiler. Bu çizginin son emanetçisi Osmanlı kalkanı parçalanana kadar bu böylece devam etti. Nurettin Topçu'nun “Zamanımızın Haçlı kuvvetleri, modern maskeler ve yeni metodlar kullanan murdar çehreleriyle Amerika ve Rusya'dır. Bin yıldan beri Haçlılar İslam'ı dıştan yıkmaya çalışırlarken, onlar kadar menhus ve onlardan çok çürütücü olan içteki sahtekâr kaideciler, ruhunu zehirlemek suretiyle İslam'ı içinden yıktılar. Bunlar, tasavvuf ehlinin karşısına dikilen ve bir türlü kana doymayan saltanat arabalarında sırmalı esvaplarla bürünmüş taylesanlı saray soytarıları idi.” tespitleri burada akla geliveriyor. Haçlı ve Moğol karakterini taşıyan birileri hep olacağı gibi, Türk karakteri taşıyanlar da eksik olmayacak. Âlemde şer Türk'te er tükenmez.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; (Mehmet Akif Ersoy)

 

Vesselam…