20 Kasım 2015

Fransa'yı bekleyen tehlike

Bataclan tiyatrosunun adını aldığı “Ba-Ta-Clan” oyunu 19. yy.da Jacques Offenbach tarafından yazılmış ve Napolyon'un hedefe konulduğu bir hiciv olarak çeşitli ülkelerde sahnelenmişti. Napolyon döneminin baskı ortamında hüzünlü bir Paris hikâyesiydi.

Paris, kendisini hedef alan saldırılardan sonra, yine Bataclan üzerinden bu kez daha hazin bir hikâyenin adresi oldu. Fransa ve başkenti Paris böylesi kanlı bir saldırıyı 2. Dünya Savaşı'ndan beri görmemişti. Charlie Hebdo saldırısının üzerinden bir yıl geçmeden bu ikinci şok büyük bir toplumsal travmaya dönüşüyor.

Söylemeden geçmeyelim: Fransa Yahudileri, Paris saldırısının ilk saatlerinde, Jacques Offenbach'ın Yahudi kökenine atıf yaparak, saldırının antisemit bir eylem olduğu gibi zorlama bir iddia ortaya attılar. Soykırım endüstrisi acıları nakde dönüştürmek için her platforma sahne alıyor. Neyse ki bu kez hadisenin büyüklüğünden kimsenin onları duyacak hali yok.

Şimdi her şey olup bittikten sonra herkesin kafasında sorular kaldı.

IŞİD saldırmak için neden Fransa ve Türkiye'yi seçiyor? Terör saldırısı gerçekleştiren örgüt mensubu neden eyleme pasaportuyla geliyor ve pasaporta hiçbir şey olmuyor? Hakikaten IŞİD'in bu saldırıları neden İran ve Rusya'da değil de, Batı Avrupa'da gerçekleştirdiği bir muammadır. Ya da eylemin sebebi ve azmettiricisi hakkında bir ipucu. Sorulması ve cevaplanması gereken epeyce soru var.

Öncelikli olarak söylenebilecek olan şu ki, Avrupa ve Amerika, Ortadoğu'daki barışçıl İslamcı unsurların tasfiye edilmesine ses çıkarmamanın bedelini ödüyorlar, ödeyecekler de. Hiçbir İslamcı siyasi gruba kendi güvenliği adına tehdit olarak algılayan ve tahammül göstermeyen İsrail'i korumak için nasıl bir maceraya atıldıklarının farkına varamadılar.

Yani bütün bu olup bitenler, bu ülkelerin kendi güvenliklerini değil, İsrail'in güvenliğini tercih etmelerinden kaynaklanıyor. Dün “bana dokunmayan yılan istediği kadar kan dökebilir” havasındaki Avrupa ülkeleri bugün en önemli sorunları mültecilik ve terördür. Bu da, ibretlik bir gösterge olarak hafızalara yerleşecektir.

7 milyonluk Müslüman nüfusuyla öne çıkan Fransa, teşvik edeceği yerde Müslümanların okul ve cami açmalarına bin bir zahmet verip bezdirirken, ulusal kimlik tartışmaları ve anlamsız uygulamalarıyla ötekileştirip düşmanlaştırırken, bugün ortaya çıkan musibetleri çağırıyordu.

Müslümanların, Müslümanca yaşayabilmek için çektikleri çileler, uğradıkları saldırı ve hakaretler ve sık sık tartışma konusu olmaları yıllar boyu büyük travmaları besledi. Bu travmalar Avrupa'daki Müslümanları radikalliğe sevk ediyor.

Art arda gelen saldırılarla sarsılan Fransa'nın zaten iyice pekişmiş olan milliyetçi dinamikleri daha da aktif hale gelirse çeşitli siyasal-sosyal değişimleri zorlayabilir.

Terör saldırılarının üzerinden henüz saatler geçmesine rağmen Suriyeli mülteci kamplarına saldıracak kadar kendini kaybeden önemli bir kesim var.

Devletin münferit saldırılara engel olmaması, Müslümanlara karşı politikalarını sertleştirmesi sadece terörü besleyecektir. Fransa'da reaksiyona geçecek devlet kurumları bu diyalektiği dikkate almalıdır.

Son bir yılda gerçekleşen saldırılar Fransız halkını korkutmakla kalmadı. Kendini güvende hissetmeyen Fransız seçmen Aralık ayındaki yerel seçimlerde sağa kayacak, bu durum en çok Cumhuriyetçiler Partisi ile aktif siyasete geri dönen Nicolas Sarkozy'nin işine yarayacak. Her şekilde onuru kırılan ve dibe vuran Hollande'ın devam etme ihtimali yok.

Burada en kötü senaryo, Marine Le Pen'in başında olduğu faşist Ulusal Cephe Partisi'nin, merkez sağın önüne geçerek iktidara gelmesi olacaktır. Bu sonuç hiç kuşkusuz göçmenler ve özellikle Müslümanlar için feci günlerin başlangıcı olur.