Gayretli Bekleyiş

“Daima üzüntülü bir devrin geçmesini bekleye bekleye bekleme illetine tutulduk” demişti Yahya Kemal.

Beklemek yerine göre iyidir aslında… Sabrın selametine de nasibe de beklemekle erişilir.

Teslimiyeti hayattaki vazifesine engel teşkil etmeyen insan ise yersiz bekleme illetine tutulmuş sayılmaz. Onun beklemesi, ortaya koyduğu bütün çabaya rağmen olamamışlar, çözümlenememişler, tamir edilememişler için sabır nispetindedir.

Fakat Yahya Kemal’in bahsettiği bekleyiş memleket hâllerinden memleket insanının hâline akseden üzüntülerin sonunu beklemekti:
“İntizar (bekleyiş) içinde üzüntü (…) elli seneden beri başlıca hâlet-i ruhiye oldu. (…) Şimdi altmışını geçenlere kadar bütün millet elli seneden beri böyle kaç merhalenin geçmesini bekledi. (…) En sonra, en sonra da bu mel’un (kötü) harbin güldürüp ağlattıkça daima aldatan safhalarını: Zafer-i nihâîyi (nihaî zaferi) sulh-i münferidleri (ayrı ayrı barışları) … (2 Eylül 1919).

Bugün, o günlerdeki vatan kurtarma mücadelesiyle yüz yüze kalmasak da üzüntülerimizle ilgili değişen fazla bir şey yok. Art arda sınanışlar ve bir cendereden öbürüne geçişler, Yahya Kemal’in yazdıklarının üzerinden yüz yıldan fazla geçmesine rağmen değişmedi.

Millî Mücadele’nin sonrasında kurulan Meclis ve yeni Türk devleti de üzüntülerimize son veremedi, her biri yer değiştirdi sadece.

Savaş yoktu ama hep savaş endişesi vardı içeride ve dışarıda. İkinci Dünya Savaşı’nda rahat uyku uyuyamadı milletimiz. Ambarları boşalıp mahsulünü yiyip içemezken kıtlıkla, açlıkla, yoklukla, sosyo-kültürel hayatında oluşan derin yarıklarla başa çıkmaya çalıştı.

Muhtelif aralıklarla olan depremler, tabii afetler ise başka bir üzüntü sebebiydi elbet. Yoklukla bükülen belini doğrultana kadar, savaş mücadelesinde nasıl hayatta kaldıysa öyle yoğun bir çabayla hayatta kaldı işte.

Bizim coğrafyamız acılı, çileli bir diyar. Yitiklerimiz için onlarca, yüzlerce sebeplerimiz var. Kâh zelzele, kâh sel, kâh yangın, kâh savaş, kâh kardeşi kardeşe kırdıran fitneler… Her biri diğerine eşlik etti, ediyor. Ortak acılarımız, fasılasız, nefes aldırmadan art arda dizildi, diziliyor.

Üzüntülerimizin arasındaki nefes alma süresi giderek azalıyor. İmtihanlarımız, ibtilalarımız arttıkça hangi birine üzüleceğimizi bilemez hâle geliyoruz.

Savaş sürecinde Yahya Kemal’in beklemeye “illet” demesi anlaşılabilir. Esmer göğün yeniden mavileşmesi umudunu uzun yıllar saklı tutanlar için bu beklemeler son derece kederliydi. Bugüne bakınca beklemeye bile imkân vermeyen bir çağı yaşadığımız, kederli hadiselerin birbirini takip etmesinden ve bizi kolay kolay terk etmemesinden anlaşılabiliyor.

Mehmetçik bir taraftan deprem bölgesinde arama kurtarma, asayiş, yardım ulaştırma gibi işlerle uğraşırken diğer taraftan sınır ötesi harekâtta mücadele etmeye devam ediyordu. Başka bir taraftan sınır bölgesinde deprem sebepli yaşanan kargaşayla giriş çıkışları denetleme hususunda başka bir mücadele veriyordu.

Başımıza gelen ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni kapsayan büyük deprem felaketi, var olan ve devam eden acılarımızın üzerine geldi. Bütün objektifler şu an o bölgede olsa da savaş veya işgal tehdidiyle mücadele devam ediyor, etmeli de…

Ve anlaşılıyor ki sevgileri değil, uzun uzun üzüntüleri yarınlara bırakmamız gerekecek.

İnsan gayretle hayatta kalır. Gayreti elden bırakmadan tevekkül ve şükrederek beklemek, bu çağın en faydalı bekleyişi. Zira umutsuz, hedefsiz, gayretsiz, hamdsiz bekleyişler konusunda Yahya Kemal’in haklılığı daimdir.