'Geçim sıkıntısını dert edinmek'
Ali Yurtgezen hocanın Semerkand dergisi Mart 2022 sayısında “Geçim sıkıntısını dert edinmek” ve Mostar dergisi Mart 2022 sayısında “Hadis-i şeriflerle yeniden hemhâl olmak için” başlıklı iki yazısı âciz nezdimde faydalı ve güzel yazılardır. Millet olarak şu günlerde yaşadığımız “ekonomik krizin” ve hayat pahalılığının sabit gelirliler için geçim sıkıntısı oluşturduğu bir gerçek. 65 yaş üstü olanlar, bugünkü gibi hayat pahalılığının ve “ekonomik krizlerin” çokça yaşandığını bilirler. Elbette bu olumsuz durumun normal olduğunu söylemek gayesinde değiliz. Fakat meselenin bir başka cephesi var ki, çoğu kimse dikkat etmiyor. Zor zamanlarda ne yapılır? Âfet, savaş gibi olağanüstü hâllerde ve bugünkü gibi bir takım sebeplerle pahalılığın oluşturduğu geçim sıkıntısı karşısında Müslüman insanın tavrı ne olmalıdır? Kanaat, sabır, tasadduk ve ihtiyaçları azaltmak… Bu mevzuda söylenecek söz çok. Fakat biz, Ali Yurtgezen hocanın böyle zamanlarda Müslümanın dirençli olmasının ve sabırla beklemesinin gerektiğini inançlı ve ikna edici bir dille yazdığı “Geçim sıkıntısını dert edinmek” başlıklı yazısını yeterli gördüğümüz için ilâve şeyler söylemeye gerek duymadan paylaşmayı vazife bildik:
“Toplum olarak
epeydir ekonomik sıkıntılar üzerine konuşuyoruz. Daha doğrusu bu tür
sıkıntıların varlığı, yokluğu, şiddeti konusunda birbirimizle tartışıyoruz. Bu
tartışmalar çoğu zaman siyasî mülahazalarla yapılan tespit, tenkit, teklif veya
şikâyetlerle kısa sürede ağız dalaşına dönüşüveriyor. Muhatabı alt etme, haksız
çıkarma maksatlı polemikler meselenin doğru anlaşılmasına da çözümüne de
yaramıyor bu yüzden. Bilimsel değerlendirmeler ise hem ekonomi biliminin
seküler karakteri hem sadece dış faktörlere, zâhirdeki sebeplere odaklanması
sebebiyle sadra şifa olmuyor. Bu arada dinimizin dünya geçimine dair ölçüleri
ya hiç hatırlanmıyor ya da hatırlatıldığında olumsuz tepkilerle karşılanıyor.
İnternete düşen bazı sokak röportajlarında, “sıkıntılarımızı abartmayalım,
halimize şükredelim, kanaatkâr olalım, israftan kaçınalım” diyenlerin,
çevredekiler tarafından bir dövülmediği kalıyor mesela.
Anlaşılan o
ki geçim derdini, kifayet miktarı yol azığı olmaktan çıkarıp, dünya hırsıyla
büyüttükçe büyüttüğümüzün farkında değiliz. İhtiyaç listemiz her geçen gün
biraz daha kabarıyor, fakat bunların gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını
sorgulamıyoruz. Dünya metaına lüzumundan fazla kıymet veriyor, elde etmek
uğruna kulluk vazifelerimizi aksatabiliyoruz. Kalplerimizi kanaat yerine
tamahkârlık işgâl etmiş sanki. Yetinme duygusunu kaybetmiş gibiyiz. Kendimizden
daha kötü durumda olanlara bakmadığımız için şükretmiyoruz. Ölümden sonraki
kaçınılmaz gelecek yerine, dünya yarınlarının endişesine düşmüşüz. Fakirlik
yahut sahip olduğumuz konforu kaybetme korkusuyla ne kendimize, ne
çevremizdekilere huzur veriyoruz.
Elbette
rızkımızı aramakla, ailemizin maişetini helâlinden kazanmak için çalışmakla,
sebeplere tevessülle sorumluyuz. Fakat galiba fani hayatı, beşer kudretini,
zâhirî sebepleri fazlaca önemsiyoruz. Tevekkülü ve rızayı unutuyor, Hakiki
Fâil’in takdirini pek hesaba katmıyoruz.
DÜNYA İMTİHANIMIZIN
MİHNETLERİNDEN BİRİ
Ülkemizde
işsizlik ve pahalılığın olduğu, zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların
varlığı inkâr edilemeyecek birer gerçek şüphesiz. Böyle problemlere çözüm
bulmanın öncelikle devleti yönetenlerden beklenmesi de doğru. Ama bu beklenti,
müslüman fertler olarak ne insafla bağdaşmayan değerlendirmelerde bulunmamızı
ne de meseleye duyarsız kalmamızı gerektiriyor. Tok yatmaktan bir türlü
vazgeçmeyip komşumuzun açlığına yüksek sesle hayıflanmak da duyarlılık anlamına
gelmiyor. Hâsılı, söz konusu sıkıntıların biraz olsun hafifletilmesi için
tasarruf gibi, tasadduk gibi yardımlaşma ve paylaşma gibi sorumluluklarımız var
bizim. Bunları ihmal ederek sadece şikâyetle, suçlu aramakla iştigal doğru bir
tavır değil.
Bu konuda
daha vahim bir tavır, hayat standardından yakınan bazı çevrelerin dünyalık
talebindeki hırs ve doyumsuzlukla sergiledikleri ölçüsüzlük. Bir ölçü konmadığında
hayat standardı sürekli yükselerek değişen izafî bir kabul haline geliyor.
Dolayısıyla varlıklısı da yoksulu da eldekinden daha fazlasına ulaşamamış
olmayı şikâyet sebebi bir mahrumiyet sayabiliyor. Böylelerinden açgözlülüğün
hırçınlığı ve huzursuzluğu ile müslümana yakışmayan davranışlar, isyana varan
sözler sâdır olabiliyor. Üstelik bu hadsizlik, daha fazlasını isteyen herkes
için nerdeyse tabii bir hal kabul ediliyor.
Geçim
sıkıntısı dünya imtihanımızın mihnetlerinden biri oysa. Hepimiz imtihan dünyasındayız
ve imtihan “mihnetle sınanmak” demek. Müslümandan beklenen, eğer gerçekten fakr
u zaruret içindeyse sabretmesidir. Sabır, zaruret halinden kurtulmak için meşru
dairede ve kulluk vazifelerini aksatmadan çalışmaya, çözüm aramaya mani
değildir. Sabırdan maksat, yaşanan zorluklar ne kadar şiddetli olursa olsun
İslâm’ın ölçülerini, mümin izzetini, kulluk edeplerini muhafazada ısrardır. Yok
eğer müslüman temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği halde hayatı kolaylaştıran
daha iyi imkânlardan yoksunluğu dert edinip geçim sıkıntısını kendisi
büyütüyorsa, böyle bir durumda ondan beklenen kanaat ve şükürle bundan
vazgeçmesidir. Kanaat ve şükür de yine yaradılış gayemizi unutmadan usulü
dairesinde çalışıp rızkımızı aramaya mani değildir.
MİHNETİ VEREN ÇAREYİ DE SÖYLÜYOR
Kur’an-ı
Kerim’de, geçim sıkıntısından kurtulmanın, bu mihneti dert olmaktan çıkarmanın
reçetesi olarak kâmil iman, sâlih amel ve takva zikrediliyor. Rahatlamak için
çaba gösterir, çare ararken, modern ekonominin her defasında “insanın ihtiyaçları
sınırsızdır” kabulüne çarpıp işe yaramaz hale gelen çözüm tekliflerinden önce
bu ilâhî reçeteyi esas almak gerekiyor. Meselâ özellikle maişetini temin
konusunda sıkıntıya düşüp bunalan kullar için Kur’an-ı Kerim’de mealen, “Kim
Allah’tan ittika eder (O’na karşı gelmekten titizlikle sakınırsa) Allah ona bir
çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır.” (Talâk 2-3)
buyuruluyor. Yahut Cenâb-ı Mevlâ mealen, “Şükrederseniz üzerinizdeki nimetimi
artırırım” (İbrahim 7) vaadinde bulunuyor. “Erkek veya kadın, her kim mümin
olarak sâlih amel işlerse ona güzel bir hayat yaşatır ve böylelerini
işledikleri sâlih amellerin en güzel karşılığıyla (ahirette de)
mükâfatlandırırız.” (Nahl 97) mealindeki bir başka ayet-i kerimede de güzel
işleri güzel bir şekilde yapan müminlere güzel bir hayat yaşatılacağı haber
veriliyor.
Hemen hemen
bütün müfessirler, zikrettiğimiz bu son ayet-i kerimedeki “güzel hayat”ın
dünyada yaşanacak hayat olduğu hususunda müttefiktirler. Meallerde “güzel” veya
“hoş bir hayat” diye aktarılan ibarenin ayetteki aslının “hayâten tayyibe”
olmasından hareketle bunu, “dünyanın kirinden, telâşından, gelecek ve fakirlik
korkusundan, nefsin tasallutundan âzâde bir dünya hayatı” diye izah ederler.
Böyle bir dünya hayatını mümkün kıldığı için de vaadedilenin aslında kanaat
yahut istiğnâ hali olduğu üzerinde dururlar.
Yine Rahman
suresinin 46. ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ’nın müttaki kullarına müjdelediği
“iki cennet”ten birincisinin “asude ve huzurlu bir dünya hayatı” olabileceğine
dair tefsirler vardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de bu minvaldeki
bir hadis-i şeriflerinde, “Kimin derdi ahiret olursa Allah Teâlâ onun kalbine
zenginlik koyar, dağınık işlerini toplar. Dünya da boyun eğerek ve koşarak o
kişiye gelir. Kimin derdi de dünya olursa Allah Teâlâ onun iki gözü arasına
fakirliği koyar, işlerini ve düzenini darmadağın eder. Dünyadan alacağı ise
kendisi için takdir edilmiş olandan fazlası değildir.” buyurmaktadır. (Tirmizi,
Kıyâmet 30)
GERÇEK ZENGİNLİK
Ayet ve
hadislerdeki zenginliği yahut fakirliği dünya metaının çokluğu ya da yokluğu
gibi anlamamak gerekir. Tefsir ve şerhlerde ifade edildiği üzere güzel,
huzurlu, rahat, asude bir dünya hayatına imkân veren zenginlikten kasıt
kanaattir. Kanaat, eldekiyle yetinme duygusudur. İhtiyaç bile olsa mümin
izzetine halel getirecek tarzda dünya metaına tenezzül etmemektir. Gözün gönlün
tok olmasıdır, dünyadan istiğna halidir.
“İhtiyaçsızlık”
demek olan istiğnâ, Arapçada zenginlik anlamındaki “gınâ” kelimesiyle aynı
kökten gelir. Bu sebeple bizim irfanımızda zenginlik, “dünyadan müstağni olmak,
yani dünyalık konusunda herhangi bir ihtiyaç hissine kapılmamak” diye tarif
edilir. Kişi ne kadar çok mal ve servete sahip olursa olsun hâlâ bir şeylere
ihtiyaç duyuyor, bir şeylerin eksikliğini dert ediyor ve asla bitmeyecek bu
ihtiyaçları giderme peşinde hırsla koşturuyorsa rahat ve huzur veren bir
zenginliğin sahibi değildir. Huzur ve rahat vermiyorsa, zenginlik zannedilen
şey zenginlik de değildir. Böyle bir zenginlik yerine Efendimiz sallallahu
aleyhi vesellemin “Zenginlik mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” (Buhârî,
Rikâk 15) buyurarak, haber verdiği gerçek zenginliğin, kanaatin tâlibi
olunmalıdır. Kanaat ise kâmil imanın, sâlih amellerin mükâfatı olarak Allah
Teâlâ’nın mümin kalbine ikramıdır.
Öyle görünüyor
ki geçim sıkıntısını dert etmek suretiyle yakınmanın, endişelenmenin,
hırçınlaşmanın, huzursuzluğun, hırs ve öfkeye kapılmanın, ölçüleri ihlalin asıl
sebebi kanaatsizliktir. Üstelik hayatlarını devam ettirebilmek için asgarî
imkânlardan mahrum insanların yoksunluğunda ve bu yoksunluğun kötü
sonuçlarında, yetinmeyi bilmeyen, ihtiyaçlarını sürekli çoğaltanların
kanaatsizlerin de dahli vardır.
Bir şekilde
geçip gideceğimiz şu fani âlemde dünyalık kazanmak maksat değildir. Dünya
yolculuğumuzda kulluğumuzu ifa, izzet ve kalp itminanımızı muhafaza ederek
yürüyebilmemize yetebilecek bir yol azığıdır nihayetinde. Ol sebepten normal
öğünden daha az miktarda, bir nevi atıştırmalık olan yol azığı yerine, eninde
sonunda varacağımız ahiret yurdundaki akıbetimiz dert edinilmelidir.”
Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak” kitabındaki “İhtiyaç Tuzağı” adlı yazısında da böyle zamanlarda ve normal
zamanlarda ihtiyaçları azaltırsak “krizler” karşısında yenik düşmeyeceğimiz
anlatılıyor. Bu yazıdaki şu birkaç cümlenin pahalılık ve ihtiyaç karşısında
daralmış insanları dik tutacağına inanıyorum:
“ADAM
OLAN YEM TANESİ İÇİN TUZAĞA DÜŞMEZ”
“Âdem odur ki dâne için dâme düşmeye / Mürg-i dilinde
koymaya bir dâne ihtiyâç. (Şuhûdî) [Adam olan, kuşlar gibi bir yem tanesi
için tuzağa düşmez. Çünkü onun gönül kuşunun tek bir ihtiyacı bile
kalmamıştır.]”
“Eskiden kuşları yakalamak için kurulan daire şeklindeki
düzeneklerde ortaya bir hububat tanesi bırakılır ve bu taneye tamah eden kuşun
tuzağa düşmesi beklenirmiş. Yukarıdaki beyitte, herhangi bir beşerî ihtiyacın
sevkiyle hareket etmesi hâlinde insanların da böyle bir tuzağa düşecekleri dile
getiriliyor. Beşerî ihtiyaçlarımızın insanı tuzağa düşürüp dünya dairesine
hapseden birer yem olduğu mânası çıkıyor buradan. Uçarılığı ile kuşa benzeyen
gönlün, ihtiyaç saydığı dünyalıklar peşinde alçalmaya mahkûm olacağı,
yükseklere kanat açamayacağı anlatılıyor. Dünyalık mânasıyla ihtiyaç sahibi
olmak beşeriyetimizin âdemiyetimize galebe çaldığına delalet eder. İhtiyaçlar
ayaklarımıza bağlanan ağırlıklar gibi yükselmemize, dünyanın üstüne çıkmamıza,
âdemiyetimizin mükerrem mevkiine varmamıza, sırat-ı müstakim üzere yol almamıza
mânidir. Öyleyse Müslüman, ev, araba, servet, unvan, makam derdinden önce kâmil
bir imana ulaşmanın, takvaya erişmenin derdinde olmalıdır. Zaruret miktarıyla
yetinmeye rıza göstermeli ama nefsinin hilesi ile ihtiyaçları, hatta israf
ölçüsündeki, lüsk ve konforu zaruret sınıfına dâhil ederek, kendini aldatmaktan
sakınmalıdır.”
(ilbeyali@hotmail.com)