15 Mart 2022

​'Geçim sıkıntısını dert edinmek'

Ali Yurtgezen hocanın Semerkand dergisi Mart 2022 sayısında “Geçim sıkıntısını dert edinmek” ve Mostar dergisi Mart 2022 sayısında “Hadis-i şeriflerle yeniden hemhâl olmak için” başlıklı iki yazısı âciz nezdimde faydalı ve güzel yazılardır. Millet olarak şu günlerde yaşadığımız “ekonomik krizin” ve hayat pahalılığının sabit gelirliler için geçim sıkıntısı oluşturduğu bir gerçek. 65 yaş üstü olanlar, bugünkü gibi hayat pahalılığının ve “ekonomik krizlerin” çokça yaşandığını bilirler. Elbette bu olumsuz durumun normal olduğunu söylemek gayesinde değiliz. Fakat meselenin bir başka cephesi var ki, çoğu kimse dikkat etmiyor. Zor zamanlarda ne yapılır? Âfet, savaş gibi olağanüstü hâllerde ve bugünkü gibi bir takım sebeplerle pahalılığın oluşturduğu geçim sıkıntısı karşısında Müslüman insanın tavrı ne olmalıdır? Kanaat, sabır, tasadduk ve ihtiyaçları azaltmak… Bu mevzuda söylenecek söz çok. Fakat biz, Ali Yurtgezen hocanın böyle zamanlarda Müslümanın dirençli olmasının ve sabırla beklemesinin gerektiğini inançlı ve ikna edici bir dille yazdığı “Geçim sıkıntısını dert edinmek” başlıklı yazısını yeterli gördüğümüz için ilâve şeyler söylemeye gerek duymadan paylaşmayı vazife bildik:

“Toplum olarak epeydir ekonomik sıkıntılar üzerine konuşuyoruz. Daha doğrusu bu tür sıkıntıların varlığı, yokluğu, şiddeti konusunda birbirimizle tartışıyoruz. Bu tartışmalar çoğu zaman siyasî mülahazalarla yapılan tespit, tenkit, teklif veya şikâyetlerle kısa sürede ağız dalaşına dönüşüveriyor. Muhatabı alt etme, haksız çıkarma maksatlı polemikler meselenin doğru anlaşılmasına da çözümüne de yaramıyor bu yüzden. Bilimsel değerlendirmeler ise hem ekonomi biliminin seküler karakteri hem sadece dış faktörlere, zâhirdeki sebeplere odaklanması sebebiyle sadra şifa olmuyor. Bu arada dinimizin dünya geçimine dair ölçüleri ya hiç hatırlanmıyor ya da hatırlatıldığında olumsuz tepkilerle karşılanıyor. İnternete düşen bazı sokak röportajlarında, “sıkıntılarımızı abartmayalım, halimize şükredelim, kanaatkâr olalım, israftan kaçınalım” diyenlerin, çevredekiler tarafından bir dövülmediği kalıyor mesela.

Anlaşılan o ki geçim derdini, kifayet miktarı yol azığı olmaktan çıkarıp, dünya hırsıyla büyüttükçe büyüttüğümüzün farkında değiliz. İhtiyaç listemiz her geçen gün biraz daha kabarıyor, fakat bunların gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sorgulamıyoruz. Dünya metaına lüzumundan fazla kıymet veriyor, elde etmek uğruna kulluk vazifelerimizi aksatabiliyoruz. Kalplerimizi kanaat yerine tamahkârlık işgâl etmiş sanki. Yetinme duygusunu kaybetmiş gibiyiz. Kendimizden daha kötü durumda olanlara bakmadığımız için şükretmiyoruz. Ölümden sonraki kaçınılmaz gelecek yerine, dünya yarınlarının endişesine düşmüşüz. Fakirlik yahut sahip olduğumuz konforu kaybetme korkusuyla ne kendimize, ne çevremizdekilere huzur veriyoruz.

Elbette rızkımızı aramakla, ailemizin maişetini helâlinden kazanmak için çalışmakla, sebeplere tevessülle sorumluyuz. Fakat galiba fani hayatı, beşer kudretini, zâhirî sebepleri fazlaca önemsiyoruz. Tevekkülü ve rızayı unutuyor, Hakiki Fâil’in takdirini pek hesaba katmıyoruz.

DÜNYA İMTİHANIMIZIN MİHNETLERİNDEN BİRİ

Ülkemizde işsizlik ve pahalılığın olduğu, zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların varlığı inkâr edilemeyecek birer gerçek şüphesiz. Böyle problemlere çözüm bulmanın öncelikle devleti yönetenlerden beklenmesi de doğru. Ama bu beklenti, müslüman fertler olarak ne insafla bağdaşmayan değerlendirmelerde bulunmamızı ne de meseleye duyarsız kalmamızı gerektiriyor. Tok yatmaktan bir türlü vazgeçmeyip komşumuzun açlığına yüksek sesle hayıflanmak da duyarlılık anlamına gelmiyor. Hâsılı, söz konusu sıkıntıların biraz olsun hafifletilmesi için tasarruf gibi, tasadduk gibi yardımlaşma ve paylaşma gibi sorumluluklarımız var bizim. Bunları ihmal ederek sadece şikâyetle, suçlu aramakla iştigal doğru bir tavır değil.

Bu konuda daha vahim bir tavır, hayat standardından yakınan bazı çevrelerin dünyalık talebindeki hırs ve doyumsuzlukla sergiledikleri ölçüsüzlük. Bir ölçü konmadığında hayat standardı sürekli yükselerek değişen izafî bir kabul haline geliyor. Dolayısıyla varlıklısı da yoksulu da eldekinden daha fazlasına ulaşamamış olmayı şikâyet sebebi bir mahrumiyet sayabiliyor. Böylelerinden açgözlülüğün hırçınlığı ve huzursuzluğu ile müslümana yakışmayan davranışlar, isyana varan sözler sâdır olabiliyor. Üstelik bu hadsizlik, daha fazlasını isteyen herkes için nerdeyse tabii bir hal kabul ediliyor.

Geçim sıkıntısı dünya imtihanımızın mihnetlerinden biri oysa. Hepimiz imtihan dünyasındayız ve imtihan “mihnetle sınanmak” demek. Müslümandan beklenen, eğer gerçekten fakr u zaruret içindeyse sabretmesidir. Sabır, zaruret halinden kurtulmak için meşru dairede ve kulluk vazifelerini aksatmadan çalışmaya, çözüm aramaya mani değildir. Sabırdan maksat, yaşanan zorluklar ne kadar şiddetli olursa olsun İslâm’ın ölçülerini, mümin izzetini, kulluk edeplerini muhafazada ısrardır. Yok eğer müslüman temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği halde hayatı kolaylaştıran daha iyi imkânlardan yoksunluğu dert edinip geçim sıkıntısını kendisi büyütüyorsa, böyle bir durumda ondan beklenen kanaat ve şükürle bundan vazgeçmesidir. Kanaat ve şükür de yine yaradılış gayemizi unutmadan usulü dairesinde çalışıp rızkımızı aramaya mani değildir.

MİHNETİ VEREN ÇAREYİ DE SÖYLÜYOR

Kur’an-ı Kerim’de, geçim sıkıntısından kurtulmanın, bu mihneti dert olmaktan çıkarmanın reçetesi olarak kâmil iman, sâlih amel ve takva zikrediliyor. Rahatlamak için çaba gösterir, çare ararken, modern ekonominin her defasında “insanın ihtiyaçları sınırsızdır” kabulüne çarpıp işe yaramaz hale gelen çözüm tekliflerinden önce bu ilâhî reçeteyi esas almak gerekiyor. Meselâ özellikle maişetini temin konusunda sıkıntıya düşüp bunalan kullar için Kur’an-ı Kerim’de mealen, “Kim Allah’tan ittika eder (O’na karşı gelmekten titizlikle sakınırsa) Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır.” (Talâk 2-3) buyuruluyor. Yahut Cenâb-ı Mevlâ mealen, “Şükrederseniz üzerinizdeki nimetimi artırırım” (İbrahim 7) vaadinde bulunuyor. “Erkek veya kadın, her kim mümin olarak sâlih amel işlerse ona güzel bir hayat yaşatır ve böylelerini işledikleri sâlih amellerin en güzel karşılığıyla (ahirette de) mükâfatlandırırız.” (Nahl 97) mealindeki bir başka ayet-i kerimede de güzel işleri güzel bir şekilde yapan müminlere güzel bir hayat yaşatılacağı haber veriliyor.

Hemen hemen bütün müfessirler, zikrettiğimiz bu son ayet-i kerimedeki “güzel hayat”ın dünyada yaşanacak hayat olduğu hususunda müttefiktirler. Meallerde “güzel” veya “hoş bir hayat” diye aktarılan ibarenin ayetteki aslının “hayâten tayyibe” olmasından hareketle bunu, “dünyanın kirinden, telâşından, gelecek ve fakirlik korkusundan, nefsin tasallutundan âzâde bir dünya hayatı” diye izah ederler. Böyle bir dünya hayatını mümkün kıldığı için de vaadedilenin aslında kanaat yahut istiğnâ hali olduğu üzerinde dururlar.

Yine Rahman suresinin 46. ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ’nın müttaki kullarına müjdelediği “iki cennet”ten birincisinin “asude ve huzurlu bir dünya hayatı” olabileceğine dair tefsirler vardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de bu minvaldeki bir hadis-i şeriflerinde, “Kimin derdi ahiret olursa Allah Teâlâ onun kalbine zenginlik koyar, dağınık işlerini toplar. Dünya da boyun eğerek ve koşarak o kişiye gelir. Kimin derdi de dünya olursa Allah Teâlâ onun iki gözü arasına fakirliği koyar, işlerini ve düzenini darmadağın eder. Dünyadan alacağı ise kendisi için takdir edilmiş olandan fazlası değildir.” buyurmaktadır. (Tirmizi, Kıyâmet 30)

GERÇEK ZENGİNLİK

Ayet ve hadislerdeki zenginliği yahut fakirliği dünya metaının çokluğu ya da yokluğu gibi anlamamak gerekir. Tefsir ve şerhlerde ifade edildiği üzere güzel, huzurlu, rahat, asude bir dünya hayatına imkân veren zenginlikten kasıt kanaattir. Kanaat, eldekiyle yetinme duygusudur. İhtiyaç bile olsa mümin izzetine halel getirecek tarzda dünya metaına tenezzül etmemektir. Gözün gönlün tok olmasıdır, dünyadan istiğna halidir.

“İhtiyaçsızlık” demek olan istiğnâ, Arapçada zenginlik anlamındaki “gınâ” kelimesiyle aynı kökten gelir. Bu sebeple bizim irfanımızda zenginlik, “dünyadan müstağni olmak, yani dünyalık konusunda herhangi bir ihtiyaç hissine kapılmamak” diye tarif edilir. Kişi ne kadar çok mal ve servete sahip olursa olsun hâlâ bir şeylere ihtiyaç duyuyor, bir şeylerin eksikliğini dert ediyor ve asla bitmeyecek bu ihtiyaçları giderme peşinde hırsla koşturuyorsa rahat ve huzur veren bir zenginliğin sahibi değildir. Huzur ve rahat vermiyorsa, zenginlik zannedilen şey zenginlik de değildir. Böyle bir zenginlik yerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Zenginlik mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk 15) buyurarak, haber verdiği gerçek zenginliğin, kanaatin tâlibi olunmalıdır. Kanaat ise kâmil imanın, sâlih amellerin mükâfatı olarak Allah Teâlâ’nın mümin kalbine ikramıdır.

Öyle görünüyor ki geçim sıkıntısını dert etmek suretiyle yakınmanın, endişelenmenin, hırçınlaşmanın, huzursuzluğun, hırs ve öfkeye kapılmanın, ölçüleri ihlalin asıl sebebi kanaatsizliktir. Üstelik hayatlarını devam ettirebilmek için asgarî imkânlardan mahrum insanların yoksunluğunda ve bu yoksunluğun kötü sonuçlarında, yetinmeyi bilmeyen, ihtiyaçlarını sürekli çoğaltanların kanaatsizlerin de dahli vardır.

Bir şekilde geçip gideceğimiz şu fani âlemde dünyalık kazanmak maksat değildir. Dünya yolculuğumuzda kulluğumuzu ifa, izzet ve kalp itminanımızı muhafaza ederek yürüyebilmemize yetebilecek bir yol azığıdır nihayetinde. Ol sebepten normal öğünden daha az miktarda, bir nevi atıştırmalık olan yol azığı yerine, eninde sonunda varacağımız ahiret yurdundaki akıbetimiz dert edinilmelidir.”

Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak” kitabındaki “İhtiyaç Tuzağı” adlı yazısında da böyle zamanlarda ve normal zamanlarda ihtiyaçları azaltırsak “krizler” karşısında yenik düşmeyeceğimiz anlatılıyor. Bu yazıdaki şu birkaç cümlenin pahalılık ve ihtiyaç karşısında daralmış insanları dik tutacağına inanıyorum:

“ADAM OLAN YEM TANESİ İÇİN TUZAĞA DÜŞMEZ”

“Âdem odur ki dâne için dâme düşmeye / Mürg-i dilinde koymaya bir dâne ihtiyâç. (Şuhûdî) [Adam olan, kuşlar gibi bir yem tanesi için tuzağa düşmez. Çünkü onun gönül kuşunun tek bir ihtiyacı bile kalmamıştır.]”

“Eskiden kuşları yakalamak için kurulan daire şeklindeki düzeneklerde ortaya bir hububat tanesi bırakılır ve bu taneye tamah eden kuşun tuzağa düşmesi beklenirmiş. Yukarıdaki beyitte, herhangi bir beşerî ihtiyacın sevkiyle hareket etmesi hâlinde insanların da böyle bir tuzağa düşecekleri dile getiriliyor. Beşerî ihtiyaçlarımızın insanı tuzağa düşürüp dünya dairesine hapseden birer yem olduğu mânası çıkıyor buradan. Uçarılığı ile kuşa benzeyen gönlün, ihtiyaç saydığı dünyalıklar peşinde alçalmaya mahkûm olacağı, yükseklere kanat açamayacağı anlatılıyor. Dünyalık mânasıyla ihtiyaç sahibi olmak beşeriyetimizin âdemiyetimize galebe çaldığına delalet eder. İhtiyaçlar ayaklarımıza bağlanan ağırlıklar gibi yükselmemize, dünyanın üstüne çıkmamıza, âdemiyetimizin mükerrem mevkiine varmamıza, sırat-ı müstakim üzere yol almamıza mânidir. Öyleyse Müslüman, ev, araba, servet, unvan, makam derdinden önce kâmil bir imana ulaşmanın, takvaya erişmenin derdinde olmalıdır. Zaruret miktarıyla yetinmeye rıza göstermeli ama nefsinin hilesi ile ihtiyaçları, hatta israf ölçüsündeki, lüsk ve konforu zaruret sınıfına dâhil ederek, kendini aldatmaktan sakınmalıdır.”

 

(ilbeyali@hotmail.com)