VF kat sol
VF kat sağ


Geçmişten haberli ve hoşnut olmak

Her şehri, en az beş bin yıllık tarihe açılan bellek. Her karışı, dünyanın en eskilerinden bugüne, delilleri ve sesleri taşıyan birer manzume. Farklı zamanların, kavimlerin, kültürlerin kesişimi. Hep yenilenmeye, akmaya ve çoğalmaya koşan bir coğrafya. Değişimin dur durak bilmediği dünyanın eşsiz ülkesi, Türkiye'si.

İstanbul'la, dahası Tarihî Yarımada'nın panaromasıyla yüzleşmek, size de bunları düşündürür mü? Üstüste inşa edilen medeniyetler silsilesinin nadide örneği ve hem Batı'nın hem de Doğu'nun “serbest bölgesi” olup modernizmin tahribatından kaçamayan dünyanın en meşhur yarımadasıyla yüz yüze gelmek… kuşkusuz daha birçok hakikati düşündürür.

Doğu Roma, Bizans, Osmanlı ve Türkiye olmakla yoğrulmuş bu sur ve su şehrinin orta yerinde bir durakta bekleşiyoruz. Yeni nesil sokak mobilyaları, artık moda fotoğraflarıyla giydiriliyor sık sık. Alışkınız. Ama alışık olmadığımız bir şeyler olmuş. Durağın tamamı, İstanbul İtfaiyesi'ne ait en eski fotoğraflarından biriyle giydirilmiş. Yangına koşan tulumbacılar… Yanında bir bilgilendirme afişi de var: İstanbul İtfaiyesi 302 yaşında. Burası, Fatih İtfaiye Durağı. Tarihî İtfaiye binası biraz ötede. Böylesi içimizi ısıtan hatırlatmalar için Ramazan ayı beklenmemiş; ‘yıldönüm'e özel yuvarlak bir sayı gerekmemiş. Ne güzel olmuş.

Şehrin güncel olmayan kültüründen nasiplenirken en çok karıştırdığımız kelimelerden ikisi; tarih ve nostalji.

Öyle güzel hatırlayışlar var ki, gönlü hoş ediyor, çağın hız darbeleriyle örselenen ahengimize çeki düzen veriyor. Geçmişe dair, kıyıda köşede sakladığımız, iç geçirten özlemlerimizi dindiriyor.

Ama yalnızca moderniteden bunalınca özlediğimiz ve çağırdığımız eski bir ses, eski bir resim ya da herhangi eski bir eşyadan ibaret değil geçmiş. Belleği besleyen bilgiler, inancı besleyen argümanlar, yön gösteren tecrübeler, hatta istişare makamı… Hepsi de geçmişe duyulan hasreti dindirmenin çok ötesinde, ayağımızın altını dolduran, yaslanacağımız duvarı sağlamlaştıran bir nevi ihtiyaç.

Bize geçmişi yâd ettiren ‘eskiler'in, tarihi yansıtabildiği kadar, geçmişe duyulan özlemi dindirmek için sunduğu bir güzellik de var elbette. Ancak bundan yüz yıl öncesine “köhne, gerici ve yitik” diyerek, bugüne yalnızca nostaljik detayları taşımak ve onlarda ‘yeni moda tatlar' yakalamak, basit turistik faaliyetten başka bir şey sayılamaz. İnsanın geçmişine ve atasına turist olması, tümüyle kendine yabancılaşması aslında. Sultanahmet'in meşhur Soğukçeşme Sokağı'nın naif ve asil yüzünü sevip, mimarisinin dayanağı ve kültürünün numunesi olduğu İslâmî yaşayışı inkâr ederek ötelemek ve kulak arkası etmek ne kadar mümkünse o kadar yabancılaşmak…

Durağı kaplayan dev Tulumbacı fotoğrafının, turistik bir faaliyet olmaktan öte, şehrin ortasında tarihin bizzat kendisi olarak okunması önemli. Çünkü toplum olarak pek ilgilenmediğimiz Osmanlı döneminin sosyal ve idari tarihine dair bir gerçekliğin bugüne aracısız yansımış hali. Zira eski fotoğrafların, şehir kültürüne dair kıt yazınların bir adım önüne geçerek söz söyleme gücü var. Yaşanmışlığa inandırıyor. İnkârın karşısına capcanlı bir biçim koyuyor.

Görsel gücün şahlanışıyla fotoğrafın altın devrini yaşadığı düşünülürse, resimli anlatım, geçmiş zamanla bağ kurmanın ve geçmişin gerçeğini her nesle taşımanın en pratik yolu sayılabilir. Bankaların lüks kâğıtlara basarak ulaşılması güç fiyatlara ve taşınması güç ağırlıklara dönüştürdüğü tarihî fotoğraf albümlerinin -fotoğraf altı yazıları ile birlikte- herkesçe görünür hale gelmesinin dimağlara sağlayacağı katkı üzerine düşünmekte fayda var. Şehrin görünür noktalarını bu şekilde değerlendirmek hatta “öncesi-sonrası” mizanseninde şehirle bütünleşen kolajlar yapmak hem tarih hem de nostalji özlemi duyanlar için birer görsel şölen olabilir.

Hatırlamak bilmekle mümkün. Hissetmediğimiz, bilmediğimiz, görmediğimiz bir şeyi hatırlamamız da mümkün değil. Bu yüzden en azından yaşadığımız çevreyi kıyı köşe gezip öğrenerek, görsel arkeolojisini keşfederek tanış olduğumuz meskenlere dönüştürmemiz ve belleğimiz için hatırlanabilir kılmamız, hem kolay hem de gerekli. Müzeler, kütüphaneler, mimari harikalar, en kolay ulaşılabilen bellekler. Bilhassa kendini keşfetme gayretiyle merakı taptaze olan çocuklar ve gençler için…

Kültür; tutarlığı ve kalıcılığı olan, belleklerde taşınan ve yaşama devamlılığı olan bir gündelik hayat bütünüdür. İnsanın idamesinin topluluklarca kayda değer bir yorumudur. Yaşadığımız coğrafyadaki günümüz ve geçmiş kültürlerinin nasıl da birbirine bağlı kalabildiğini görmek, bir parçası olarak hepimizi cezbeder. O zaman illa ki, okumalı, duymalı ve görmeli.