04 Eylül 2015

Gerçeği kör, ‘acı’ya aç, ‘kan’a doymayan vicdanlar!

Zihni Çakır

zihnicakir@gmail.com

@zihnicakir

 

Gerçeği kör, ‘acı'ya aç, ‘kan'a doymayan vicdanlar!

Çocuk her yerde çocuk. Çocuk savaşta da olsa her zaman çocuk. Hüzün, korku, kaygı, umutsuzluk gözlerine yansısa da güler, oynar, bomba seslerinin yankılandığı daracık sokaklarda bile...

Ölüm taşıyan jetlerin sağır eden seslerine kulak kabartırken bile oyundan ve gülmekten vazgeçmez çocuklar.

Taş kesilmiş vicdanlar, gözlerdeki o hüznü, kaygıyı ve umutsuzluğu görür mü? Görür görmesine de; çocuğun çocuksu gülümseyişi ve oyun oynayışıyla uykuda bırakır vicdanını...

Bir mülteci çocuğun, “Günün birinde köyümüze döndüğümüzde, evimizin damına çıkıp aşağı atlayacağım, ayağımı kıracağım ve aylarca evimde odamda kalacağım, hiç dışarı çıkmayacağım...” diye süregiden hayalleri çoğu için bir anlam ifade etmez.

Annesi ve babası vahşice öldürülmüş, ağabeyi şehit düşmüş bir çocuğun resimlerinde hep evini çizmesi, ailesinin yemek yediği, annesinin yetiştirdiği güllerle süslediği yemek masasını resmetmesi bile taş kesilmiş vicdanları yumuşatmaz asla...

Mülteci çocuklara ve ailelerine, boğazlarındaki lokmayı paylaştıkları, yaşadıkları ekonomik krizin müsebbibi olarak gördükleri “fazlalıklar” diye bakanlar, çocukların özlediği, hayal ettiği ülkenin, sıcacık yuvaları, anneleri, babaları, kardeşleri, koşup oynadıkları kırlar olduğunu tehayyül edemez tabii ki!

-Hayalleri bile savaşın parçaları-

Kimseden “ensar olmasını” beklemiyoruz. İnsan olmasını bekliyoruz sadece insan! Küçücük bedenlere yüklenen tonlarca bombanın tesirini anlayacak kadar insan olmasını.

Tasvir dağarcığı, eline kalem kağıt geçtiğinde, birbiriyle savaşan iki farklı tarafı, savaşan askerleri, silahları, tankları, patlamaları, uçuşan mermileri, ölmüş askerleri çizmekle sınırlanmış çocukları potansiyel terörist olarak gösteren vicdanlardan insan çıkar mı derseniz umutsuzum.

Ortadoğu'nun petrol zenginliklerini semire semire yiyen savaş baronlarının, çizdiği savaş tablosunun genellenmiş parçalarından bağımsız bir köşeye, belirgin yüz hatlarıyla ölmüş bir asker betimlemesinin, o çocuğun bir yakını olduğunu anlaması imkansız, zira o baronları besleyen o kan ve cansız beden!

Peki ya diğerleri... O çocukları öksüz yetim bırakan savaşla, saltanatını pekiştirenler... Onlar hiç mi anlamayacak bunu?

Daha dün Kobani'den kaçan mülteci çocukların kıyıya vuran cansız bedenleriyle sarsıldık. Ve bu ülkede, daha dün o çocukları aileleri ile birlikte kaçtıkları zulmün, açının ve ölümün kucağına göndereceğini vaadeden siyasileri dinledik dehşetle.

O çocuklardan terörist çıkaran masabaşı haberciliğe imza atan alçakların haberlerini okuduk...

Vicdanlar kıyıya vurdu!

Kıyıya vuran vicdanlarımızı resmeden o cansız bedenler, kimsenin bilmediği o karanlık mabede bu kadar erken gideceklirini de bilmiyorlardı.

Elinde oyuncakla can verdi diyebilecek kadar bile bir hikayeleri yoktu. Oyuncakları savaşın birer parçası olan tank, silah ve bombaydı. Kimi zaman da kulakları sağır eden jetlerin sortileri...

Binlerce ümitle çıktıkları sokakları bile çok görülmüştü; savrulup başka diyarlara atılmışlardı. Ne için? Kendini dünyadan büyük gören ‘beş'in daha fazla para kazanması için...

Ve bugün, o ‘beş'li çeteye kafa tutan adam, bu çocukları “fazlalık” gören kafa tarafından tam da bunun için hedefte ve ölüm tehditleriyle muhattap.

Niye? Çünkü gökte uçan alıcı kuşların, denizde avlanan vahşi balıkların bile dokunamadığı o çocukları öldürecek kadar hayvanlaşan vicdanları, gerçeğe kör, acıya aç, kana doymuyor!