Geri dönüşüm

 

Eminönü'nden hareket eden bir otobüsün içindeyiz. Birden küçücük bir çocuk -en fazla üç yaşında- feryat figân hâlde annesini bir şeye ikna etmeye girişiyor. Otobüsün ayakta kalan takımına dâhiller ama oturamamaktan ötürü bir şikâyet değil onunki. O şeyi isterken belirsiz kelimelerle bir bağırışı var ki annesinden başkasının anlaması mümkün değil. Meraktayız. Annenin bir açıklama yapıp hepimizi aydınlatmasını bekliyoruz pür dikkat.

Şükür ki yanında birkaç ahbabı var, onlar soruyor da merakımız köreliyor. Anne, “Galata Kulesi'ni görmek istiyor. Kucağıma alıp gösterecekmişim. Ama şimdi gözükmüyor ki... Anlatamıyorum.” diyor.

Daha da meraklanıyoruz, bacak kadar çocuk nereden biliyor kule filan... Yine annenin arkadaşları akıl ediyor sormayı. Cevabın ardından hepimiz rahatlıyoruz. Tabii ya, bu yaşta daha düzgün konuşamazken oturup İstanbul tarihini okuyamayacağına göre...

Efendim, o küçüğün içten çığlığından sebep bir hevesle üşenmedim, izledim. TRT'de, “İstanbul Muhafızları” adında polisiye bir animasyon var. Her bölümde İstanbul'un muhtelif semtlerindeki tarihî yapıları, “kötü”lerin saldırısından kurtarıyorlar. Bunu yaparken de o yapı ve bulunduğu semte dair bilgi alıyorlar. Anlaşılan otobüsteki o küçük beyefendi en çok Galata Kulesi'ni sevmiş ki, Eminönü'nde olduğunu anlayınca kuleyi görmek istemiş. Öyle bir isteyiş ki bu, oyun için tablet, oyuncak, çikolata, şekerleme, vs için bir çocuk ne kadar diretebilirse o kadar diretiyor.

Hiç şüphe yok ki, bulunduğu muhitin kıymetini bilen, gören, okuyan ve mutluluğu yüzündeki imrentili gülüşten anlaşılan otobüsteki o birkaçımız kadar memnundu ufaklığın genç annesi. Otobüs camı Galata Kule'li manzaraya kavuşur kavuşmaz, bütün yorgunluğuna rağmen oğlunu kucağına aldı ve birlikte akşam güneşinin kızıl kontrastıyla cilalanmış, eşsiz İstanbul manzaralarının en nadide seyirliklerinden birini izlemeye koyuldular. Otobüsün “İstanbulsever” timi olarak, muradına kavuşmuş mutlu sırıtışlı küçük Mehmet ile birlikte omuz üzerinden aşırdığımız manzarayı seyrederken, daha az yorgun ve daha vefakâr bulduk kendimizi.

Bir iletişim uzmanından dinlemiştim. Televizyonun çocukların eğitimine olumlu katkı sunma potansiyelinin olmadığını, zararsız programların hatta belgesellerin bile nötr bir etki bıraktığını söylemişti. Yayın akışı, reklam, iradi tercihleri kısıtlaması gibi sebeplerden dolayı televizyon izlemeyen biri olsam da bu saptamanın kritik bir genelleme olduğunu düşünmüştüm. Çünkü vakit geçirmek için bile olsa özenle hazırlanmış belgesel filmlerin sözlü kültür adına katkı sunduğunu, hatta yazılı kültüre kapı aralayabileceğini düşünenlerdenim.

Özel televizyonların yükselişe geçtiği dönemde bir nesil televizyonlarla büyüdü. Sonraki nesiller ise internet ve bilgisayar oyunlarıyla… Artık televizyon yayınlarının istenilen zamanda izlenilebilmesi için internete taşındığı bir çağdayız. Artık “kaçırdığımız” bir program yok. Çocuklar için de durum böyle… Onları ne kadar uzak tutmak isterseniz isteyin yaşıtlarının maruz kaldığı görüntülü işgalden paylarını alıyorlar. Ve şüphesiz her alanda olduğu gibi “eğlencelik” unsurların da bilinçli tüketilmesi mecburiyeti gündeme geliyor. Zararlı eğlenceliklere alternatif oluşturabilecek, zararı en aza indirgenmiş görüntülü malzemeye ihtiyaç var.

Çocuklara yönelik her mekanizmanın, çocuğa doğru eğilecek bir disiplin ve formasyon gerektiriyor. Zararı tasdiklenen her tür görselli malzeme dahi bu disiplin çerçevesinde çocukları etki etme amacıyla uzun soluklu çalışmalarla vücuda geliyor. Çünkü amaç sadece animasyonun ya da filmin süreci boyunca bir hipnotizma oluşturmak değil. Sonrasında pazara sürülmüş uzantısı olan oyuncak ve yiyeceklerin tüketilmesini sağlamak, hatta gündelik alışkanlıkları ve hayati kararları o animasyon/film çerçevesinde yeniden dizayn etmek… Hepimizin bildiği gerçek ise Batı'nın bu yatırımının karşılığını fazlasıyla aldığı.

Ortalama yarım saat süren ve her gün aynı saatte çocukları karşılayan bir animasyon film, semt-mekân ve insan ilişkisini anlatma gücüne sahipmiş meğer. Küçük Mehmet tek örnek değil bu konuda. Olumsuz misallerle daha çok karşılaşıyoruz. Çünkü olumsuz eğlencelikler sayamayacağımız kadar çokken zararsızlar ya da zararı en aza indirilmişler ise tek tük. O tek tük olanlara eğlencelik demek bile haksızlık olur bu şartlarda.

Televizyon en ucuz eğlence malzemesi. Neredeyse her evde mevcut. Halen bilgisayar ya da akıllı telefonlardan daha yaygın. Film, animasyon, dizi veya başka sürekli programların tamamı önce televizyonlarda görücüye çıkıyor. Çocuklara yönelik önemli bir potansiyel taşıyor.

Çocuklara yöneltilen her davranış ve aktivite, onların zihnine ve dolayısıyla kalbine bir tohum bırakıyor. Küçük yaşta oluşacak bir sapma, büyüdükçe insan olmaya dair aslî zorunluluklarla arasına duvarlar örebilir. Yukarıda dile getirdiğimiz misal içinde, aynı noktadan rahatça görülebildikleri halde neden Süleymaniye değil de Galata Kulesi vardı, diye sorabiliriz bu yüzden. Söz konusu animasyonda İstanbul'un bütün önemli kültür alanları ve camileri geçerken üç yaşındaki küçük Mehmet neden en çok Galata Kulesi'ni sevmiştir? Bunun pedagojik cihetten de açıklamaları var. Ama küçük hafızalarda yeşeren işaretlerin gelecekteki istikametlerini belirleyeceğini unutmamak gerekir. Nesiller arasındaki iletişim farklarından dahi bu sapmaların ne kadar genişlediğini anlamak mümkün.

Daha sağlıklı ve daha insani bir toplum için çocuk zihnini, kötülük içeren davranışları, kirli önermeleri ve kontrolsüz görüntü yığınlarını yutup çürütecek bir çöp kutusuymuş gibi değil, her tür mesajın sıkıştırılarak depolandığı bir geri dönüşüm kutusu olarak görmeye başlamak doğru bir adım olabilir.