Göç
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Teknolojik iletişim devrinde kaybettiğimiz değerler saymakla
bitmez ama bir başka yönden kıyasıya eğitiyor insanlığı. Taş üstünde taş
bırakmıyor, her taşın altına baktırıyor. Haklar, ihlaller, mazi suçları, kimlik
kargaşası, tarihî yalanlar, göz ardı edilen gerçekler ve daha nice kıyı köşe
problemi varsa önümüze konuluyor. Rahatsız edici adi suçlar, konuşulması ne
kadar rahatsız edici olursa olsun artık herkesin tartışma konusu.
Her şeyi kayıt altına alma imkânı zalim-mazlum, iyi-kötü,
güzel-çirkin, haklı-haksız, arlı-arsız mücadelesinde insanın nelere cüret
edebildiğini anlamayı sağlıyor. Zihnini ve kalbini arındırma çabasını
sürdürenleriyse esfel-i safilin tıynetlilerin yapıp ettiklerine şahit olmaya
zorluyor. Bigâne kalamıyorsunuz; bir gün alçalmışlıkla sınanma ihtimali ve
tedirginliği, haberdar olma ve tedbir alma telaşına zorluyor.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau,
Trudeau’nun diplomatik yumuşak başlılığına rağmen toplu aramalara
izin vermemesi toplum öfkesini büyüttü ve olaylar birçok kilisenin yakılmasıyla
devam etti. Ülkedeki olumsuz atmosfer dağılmış değil. Bu kargaşada hâlen katliamın
yanı sıra dinî ve ideolojik zorbalığın konuşulmasına sıra gelmiyor. Korkunç
gizemin gün yüzüne çıkması bir gün bunların da konuşulabileceği noktasında
ümitlendiriyorsa da dünyada kendi topraklarından mahrum bırakılan insanlara
dair iç parçalayıcı bir vesika olarak zihnimize kazınıyor ve bugünkü göç
hareketliliğinin geri planına dair derin düşünmeye zorluyor.
Doğu ve Orta Doğu kaynaklı işgal ve savaşlardan kaçan ya da
ülkelerindeki yeni sistem tarafından dışlanan insanların akın akın Batı’ya
göçü, on yıldan fazladır dünya gündeminde ve ivme kazanarak devam ediyor.
Yersiz, yurtsuz, çatısız kalanların bir beldeye aidiyet duyup duymadığı,
kültürel olarak uyumlanmayı ne kadar başarabilecekleri, ırkçı ya da kavmiyetçi
yönlerin “bir arada” yaşama noktasında ne derece olumluya evrileceği meseleleri
de hayatımızda dönüp duruyor.
Bilgi akışının durmaksızın çoğaldığı ve her kapalı kapının, her kilitli
sandığın yoklandığı bir zamanda insanların en ilkel biçimde yersiz yurtsuz
kalışı, bozgunun yol açtıklarına dair acıklı bir yüzleşmeye sebep oluyor.
Mecburiyetle yer değiştirmenin mahzunluğunu hazmedecek, ödenen bedellerin
çetelesini tutacak zaman aralığından mahrum bir yabancılık yazıyor göçenlerin
kaybolan kimliklerinde. Varlıkları sözlü bir gölgeden yazılı bir resme dönüşene
kadar, dışlanmışlıkla başa çıkmaya çalışıyorlar ve bu arada uyumlanmaya dair ne
kadar yol kat edebildiklerini anlamak kolay olmuyor.
Sıla sahibi de şaşkın ve olan bitene mecbur. İki adım ötedeki bir
haneyi ziyaret ederken dahi müsaade istenen zamane kaideleri hüküm sürerken kültürel
yabancılık yaşadığı kafilelerin hayatına girişini izliyor. Alışmakta zorlanıyor
ve göçerlerin uyumlanmadan hayata karışmasını kendine yapılmış bir haksızlık
olarak görüyor. Akıbetle ilgili kafası karışık. Can hırraş iş güç peşinde,
etrafıyla iletişimi en aza indirgemiş şehirli için yabancılık katsayısı giderek
artıyor. Üstelik “bir arada” yaşama tecrübesinin üzerinden bir asırdan fazla
geçmiş, herkes kendine benzeyenlerle yaşamayı yeğ tutmuşken etrafını saran
yabancılığı tehdit olarak algılamaya başlıyor.
İşte bu noktada dünya ve özellikle Asya ve Doğu Avrupa ülkeleri
göçler sebebiyle psiko-sosyal, ekonomik ve kültürel darboğazdan geçerken, göçü
her iki yönüyle tekrar tekrar ele almak gerekiyor. Zira toplum huzuru, bütün bu
etkenlerin uyumluluğuyla temin edilebiliyor. Herkesin tahammülü, değer
yargıları, dünya görüşü, inancı ve fedakârlık düzeyi bir olmadığından huzuru
dengeleyecek ana unsurlar (psiko-sosyal, ekonomik, kültürel) kanalıyla dahi herkesin
bu değişimde aynı şekilde düşünmesini sağlamak zorlaşıyor. Kişisel dünyasını sosyal
medyada ifade etme alışkanlığı suyun akışına da yön veriyor. Sosyal medyada
yayılan bir infial, şükür ki sokağa olduğu gibi yansımıyor ama kafaları
karıştırıyor, sığınmacıların hepsini aynı model yabancılık üzerinden
değerlendirmeye zorluyor.
Yani göçü, göçen ve göçülen nokta nazarında iki yönüyle
değerlendirme zorunluğu var. Sosyal iletişimde, asgari müştereklerde uyumlanmayı
en insani şekilde sağlamak adına okullarda ve sosyal merkezlerde
bilgilendirmeler yapılması, sığınmacıların/göçerlerin toplumun görünen ve
görünmeyen kurallarından haberdar edilmesi bir sosyal politika zorunluğu olarak
karşımıza çıkıyor. Tarafların kendini tehdit altında hissetmesinin önüne
geçilmesi için sığınmacıların çocuklarının mutlaka devlet okulunda eğitiminin
sağlanması ve gerekirse kısa süreli ve yaş grubuna özel seminer programlarına
alınması konusunda titizlik gerekiyor.
Çünkü bu göçlerin bir gün sona erip ermeyeceğini bilmiyoruz.
Göçenlerin bir gün evine dönüp dönemeyeceğini bilmiyoruz. Sınır tehditleri
savuran küreselcilerin bizi hangi kargaşanın içine itme hazırlıkları yaptıklarını
bilmiyoruz.
Yaşamaya hazır ve kendilerine kucak açmış Türkiye’nin, vatan
birliğini korumasını sağladıkça sığınmacılarına ve mazlumlara vatan
olabileceğinin idrakinin canlı tutulması, yaşama hakkı için hayatı bütün
gücüyle kovalayan bu insanlara birlik şuuru kazandırılması son derece önemli.
Millî ve manevi beraberlik için tehdit oluşturmayacak, toplum
huzurunu bozmayacak uyumlanmalar adına yöntemlere ve onları uygulama gayretine
ihtiyaç var.
***
Künye: Göç; göçmek işi, bir yerden
başka bir yere taşınma, hicret; bir evden bir eve taşınma, nakil; taşınılan
yerden yeni oturulacak yere götürülen toplu haldeki ev eşyası; eşyası ile bir
yerden bir yere giden kafile, kervan.