​Gün

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

Damla damla yağıyorlar. Sakinler ve ıslatıyorlar…

Serinliğin etkisiyle yüzümüzü göğe ya da tavana döndürüyoruz ara sıra. Ama gözlerimizi kapatmamız gerekiyor. Yoksa tam içine düşüyorlar.

Kimine yavaş kimine süratli geliyor bu devinim.  Dünyaya gelişimizden bu yana, faniliğimizin ve zamanın muhatabı damlalar bunlar. Sürekli ve yorulmadan yağıyorlar.

Üzerimizde tutunacakları hiçbir yer yok. Kayıp yere düşüyorlar bu yüzden. Tutulamıyor, biriktirilemiyorlar. Kimi damlalar kendi ağırlığına dayanabildiği kadar kalıyor ama vaadi dolunca çekip gidiyor o da.

Bir an değdiklerini hissediyoruz. Değdikleri gibi terk ediyorlar.

Saklanmak kâr etmiyor. Günlük güneşlik çayırlar, gölgelikler, dehlizler de; şehirler, kentler, kasabalar, beldeler, köyler de alıyor nasibini.

Bu damlaların her biri diğeri ile aynı olan ama “bize göre” anlaşılan ve yaşanan günlerimiz. Anlar biriktiren ve en sık kayda geçen zaman kesiti günler…

Alışkanlıklar, bazen hiç kullanılmamış damlaların tutunmasına fırsat vermeden kaldırıyor maziye. Sıradan hanesine yazılanlar öyle çok ve biricikler öyle az ki…

Geçenlerde söz verdiğim bir yere yetişmeye çabalarken fark ettim. Hız uğruna çıldıracak gibi olduğumuzdan birbirimizi ezer hâle gelmişiz. Zaman da hızlanıyor hâlbuki. Biz kaçıyoruz o kovalıyor. Bu kaçışlarda ise aceleyle yol arkadaşlarınıza darp etmek kabalık ya da suç sayılmıyor.

Dört bir yanı insan, bina, yol ve vasıtayla çevrili bir şehirdeyseniz, sanki çok daha hızlı akıyor zaman ve çok daha öylesine yağıyor damlalar. Yavaşlatmamanın imkânı yok. Bir yerden bir yere yapılacak her sefer, binlerce manzaranın binlerce kez tecrübe edilmiş seyrinin bıkkınlığı ve bir an önce gidelim telaşıyla yüklü.

Ama hıza sebep bıkkınlık değil. Şehirler hızlandıkça “acil”ler de artıyor. Dakikaları gözeterek hareket eden vasıtalar, taşıdıkları insanlara mola imkânı bırakmıyor. Yer değiştirirken ne kadar zaman harcayacağınız önceden biliniyor. Olağanüstü bir durum olmadıkça özürler gecikmeleri affettirmiyor.

Şehir insanı sadece başkalarının gecikmelerine tahammülsüz değil, belki de herkesten önce kendi gecikmelerine tahammülsüz. Bütün “tercihlerini” süpermarketlerden alabileceğini öğrendiğinden beri, zamana gecikmiş sayıyor kendini. Neye ve kime yetiştiğini bilmeksizin günlerini yeniliklere yetişmek için harcıyor. Ama yenilerin onu yorduğuna inanmadığı gibi, yenilenmeyenlere şüpheyle hatta hastalıklı gözüyle bakıyor. Ancak buradaki “yenilik” hadisesi, eskimemişleri çöpe attıran “moda” alışkanlıklara karşılık söylendi elbette.

Velhasıl damlalar, göz gözü görmeyecek kadar sık ve süratlice akıyor şehrin caddelerine, kırmızı ışıklarına, yaya geçitlerine, vasıtalarına ve dahi denizine.

Damlaların yağış hızı zamandan çok düştüğü yerlerle ilgili. Herkes paniğe kapılmış ama bunun farkında değilse zamanla onlara ayak uydurmak tek seçenek oluyor.

Şehre nispet damlaların yavaşladığı yerler de var. Kimi zaman saatlerce yürümek gerektiği halde bir araca binmek istemeyeceğiniz, ihtiyaçlarınızı bir köy bakkalından iki misline almaktan gocunmayacağınız, uzun ve gönüllü bekleyişlerle vakti öldürmek isteyip de başaramadığınız, dağ bayır gezip tüketemediğiniz zamana uzun okumalar eklediğiniz, sabah başka akşam başka bir gün yaşayabildiğiniz yerler…

Her günü sırılsıklam yaşayarak dolduruyor oralarda insanlar. Çünkü her gün toprağa değiyor ve her değişte yenileniyor. Gün geçmeden yenilerin peşinden koşmaları gerekmiyor, her yeni içlerinde filizleniyor ve o yeniyle doyup öğreniyorlar. Kokular da toprak kadar zengin. Damıtılmamış ham kokularla güzelleşiyor günler, zira onlar olmayınca arayışa saplanıyor insan. Hakiki olanı tanımadığından…

Damlalar altında durmadan koşuyor insan. Bir koşmak bir dinlemek lazım ki ikisini de özlemeli. Bazı kötü günleri unutup güzelleri seçmeli. Biriktirmeyi başarabilenlerin ibriğinden ellerini yıkamalı. Bereket dilemeli.

Nasılsa serde ıslanmak var...

Tolstoy diyor ki: “Ölmek için doğmuştur ya insan; o yüzden her yağmur sonrası toprak kokusunu sever.” Zaten yağmuru da toprağı da kokusunu da severiz.

Tek çaresi ıslanmaksa ondan korkmamalı insan. Adamakıllı ıslanmalı ki yaşadığına inanmalı. Tek çaresi yaşamaktır da ondan…

***

Künye: Gün; güneş, güneş ışığı, gündüz, yer yuvarlağının kendi ekseni etrafında bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre, içinde bulunulan zaman, zaman, sıra, çağ, devir, iyi yaşanmış zaman anlamlarına gelir.