11 Nisan 2019

Gündemi yakalayalım derken, ruhları hapsetmeyelim!

 Pek mecbur kalmadıkça siyasi gündemi muhabbetime, insanlarla ilişkilerime, hayatımın özüne katmamaya çalışırım. “Oyunu kullandın mı? Tamam, artık hayata dön!” ilkesini benimserim.

Bırakalım herkes kendi işine baksın! Siyasi gündem, politik muhabbetler sadece siyasi kişi ve kurumların hayatında yer alsın. Düşüncem bu…  Ancak vakit buldukça tanıdık, tanımadık ziyaret ettiğim insanların önemli bir kısmında gözlemlediğim ruh halleri oldukça kaotik. Siyasete o kadar angaje olmuşlar ki, sanki her biri bir strateji uzmanı, müsteşar yardımcısı, meclis üyesi gibi siyasi bir kimliğe bürünmüş. Hatta kendini bir bakan veya general zannedenlerle(!) bile karşılaşabiliyorum.

Konuyu politik gündemden koparıp, kişilerin kendi mesleğine, hayatına, ruh âlemine, iç dünyasına getirebilmekte başarılı olmakta zorlanıyorum. Hatta geçenlerde yolun karşısında birkaç senedir görmediğim eski mahallemden bir tanıdığı fark ettim. Nazik ve efendi bir insandı. O beni görmemesine rağmen, özellikle karşıya geçip selam verdim. Halini hatırını, neler yaptığını falan sordum. Beni hatırlamasına rağmen “Nasıl olalım ülkenin hali…  benzeri cümlelerle konuyu hep siyasete taşıdı. Araya geçmiş bilgilerimden “Spor yapmaya devam ediyor musun?”, “Falan nasıl?” gibi soruları sokarak,  farklı konuları açmaya çalışmama rağmen; o konuyu bir şekilde yine siyasete çevirip, paslarımı hep geri gönderdi.

 Beni de uzun zamandır görmemesine rağmen neler yaptığıma, hayatıma dair pekte ilgili değildi. Gözlerinde ve mimiklerinde o eskiden gördüğüm sıcaklığı yakalayamadım.   Tek amacı birilerine öfke kusmak ve bu öfkesini diğer insanlara da bulaştırmak olmuştu. Üzüldüm.

Hâlbuki hayatımızı ve iç dünyamızı işgal eden bütün siyasi duygu ve düşüncelerin hizmet ettiği ana şey, birilerini iktidara getirmektir. Siyasetin önemini küçümsemiyorum. Demek istediğim eğer siyasetçi değilseniz, desteklediğiniz siyasi kişi veya oluşum için bu derece fazla vakit, düşünce ve enerji harcamanın hayatınıza ve çevrenizdekilere zarar vereceğidir.

Siyasi robotlaşma diyebileceğim bu durumun bahsedebileceğim başlıca sakıncaları şunlardır:

  • İki kutuplu düşünmeye başlamak: Hayattaki her şey, ya siyahtır ya da beyazdır. Gri tonlar hiç yoktur. Hâlbuki insanlara da, olaylara da tümden iyi yahut tümden kötü demek çok zordur. Hepimizin hataları,  kusurları olduğu gibi, en ümitsiz vakalarda bile iyi yönler bulunabilir.
  • Genelleyici etiketlemeler yapmak: Her insan ayrı bir âlem olmasına, hayatın her anı farklı bir güzellik taşımasına rağmen, bu kişiler her şeyi kafalardaki kalıplara sokarlar. Tanıdıkları herkesi züppe, burjuva, gerici, faşist, komünist, dinci, cahil, özenti, yalaka gibi etiketlerden biriyle yaftalamadan tanımlayamadıklarından, kendi düşüncelerini sığ bir düşünce kalıbına hapsetmişlerdir.
  • Empati yeteneğinin yok olması: Bu yüzden insanları anlamaya çalışmaz, sadece yargılar.
  • Duygusal ilginin azalması: Neredeyse tüm vaktini ve amacını siyasi konulara harcadığı için sevdikleriyle yeterince ilgilenemez, onların problemlerini ve ihtiyaçlarını ya göremez, ya da problemin özüne inemezler. Mesela çocuğunun okulda yaşadığı bir arkadaş problemini bile siyasetle ilişkilendirip, ufak bir diyalogla çözülebilecek sorunları dahi devlet meselesine dönüştürüverirler.
  • Yakın çevreye negatif enerji yaymak: Aile ve çocuklara da aynı öfke ve gerginlik bulaşır. Ortaokul çocukları bile birbirlerini siyasi görüş üzerinden etiketlemeye, dışlamaya başlar. Ev hanımları kabul günlerinde siyaset tartışır.
  • Odaklanma sorunu yaşamak: Kendi konusuna, hedefine, gelişimine, sevdiklerine ayırması gereken sınırlı hayat enerjisini ve imkânlarını, kalbini ve beynini işgal etmiş siyasi duygulara heba ederler.

 

  • Hayatın neşesinin kaçması: Aslında basit, mutlu bir hayatı yaşayan, büyük problemleri olmayan sağlıklı insanlar, bu huzurun tadını çıkarmak yerine; büyük sorumlulukların altında eziliyor hissi ile karamsar ve agrasif bir ruh haline bürünür. Olumsuzlukları abartılması, kara propagandaların hissettirdiği ümitsizlik duygusu, gelecek kaygısı gibi duygular ruhları kaplar.
  • Eşe dosta düşman olmak: Sadece farklı bir siyasi düşünceye sahipler diye akrabaları, komşuları, hatta çocukluk arkadaşları ile mesafe koyarlar; güzel anıları, hatıraları silip atmaları kolay olur. Yeni dostluklar, sıcak ilişkiler yaşamaları da oldukça güçleşir.

Korkarım ki, -Allah muhafaza etsin- bu ruhsal, bilişsel hastalıkların, birkaç adım sonrası büyük fitneler için başlangıç olabilir.

Tarihin en acı katliamları, devrim adı altında bu robotlaşan kitleler tarafından gerçekleştirilmemiş midir?!

Bu yüzden en önemli işimiz, birliğimizi ve kardeşliğimizi dinamitleyen fitneleri beyinlere enjekte eden,  içerik / haber takip etme bağımlılığına karşı, ruhları güçlendirecek sosyal, manevi etkinlikler üzerinde çalışmak olmalıdır. Sabah namazı etkinlikleri gibi…

Öyle ki en güçlü cemaat sabah namazı cemaatidir.