14 Ağustos 2017

Habil Kabil Ricâl Eril

Amine Vedûd, “Kur'an'da yer aldığı şekliyle annelik sadece biyolojik anneliktir, annelik'in psikolojik ve kültürel algılanışı değildir. Erillik (masculinity) ve dişilik (femininity), erkek ve dişi şahısların ne ezelî fıtratına işlenmiş, yaratılmış özelliklerdir ne de Kur'an'ın bahsettiği veya ima ettiği kavramlardır. Erillik ve dişilik, her cinsiyetin nasıl bir fonksiyon icra edeceğinin kültürel olarak belirlenmesi esasına bağlı olarak tanımlanan özelliklerdir” (Amine Vedûd, Kur'an ve Kadın, İz Yayıncılık, 1997: 53) derken Batı'da gelişen feminist teorinin ‘devlet/gelenek/toplum/din/kapitalizm erildir' söylemine bağlanarak Kur'an'a yaklaşmaktadır. Vedûd'un metninin eleştirel bir nazarla okunması halinde tezlerinin temelsiz olduğu ortaya çıkacaktır. Vedûd, “bireyler arasındaki farklılık takvadır” (Vedûd, 1997: 74) diyerek iki cinsi aynı işleri yapmak, kamusal alanda eşitliklerini sağlamak gibi amaçlara sürmektedir. Bu tasavvurda iman ettiğimiz ‘Kelam'a atıfla bazı çelişkiler bulunmaktadır.

Birinci çelişki, Kur'an'ın kadın (dişil) ve erkek (rical) özellikleri bu cinslere özgülemesi ama İslâm toplumlarında örtülü dindar kadınların bu ‘özü' görmeyecek bir hermeneutik'e  (hermenötik, yorumsama) kendilerini kaptırmasıyla ilgilidir. Feminist teorinin Beyaz-Eril-Batılı-Kapitalist-Emperyalist-Tekno-endüstriyel-nesli bozucu bir ideoloji olarak duruşunu ancak kavramlarla açığa çıkarabiliriz. Bu kapsamda Nazife Şişman'ın Vedûd'un kitabına yazdığı ‘Önsöz'de “Kadın haklarından bahsederken bunu Kur'anî temellere dayandırmak isteyen Müslüman kadınlar, kendilerine özgü bir dil oluşturamadıklarından ve bir de bazı çağdaş problemler ortak bir dilin kullanılmasını gerektirdiğinden, feminizme özgü kavramları kullanmak durumunda kalmaktadır.” (Vedûd, 1997: 11) şeklindeki ifadesini de ‘çelişkili mazeret' görmekteyiz. Çünkü Kur'an'da feminizmin kavramlarını defedecek ‘isimler' yani esmae kulleha bize verilmiştir. Dolayısıyla Batı'nın kolonyalist feminist teorisine, ‘eril' kavramıyla cevap verildiğinde ‘Kelam'ın kelimelerine göre düşünme (tefekkür / tezekkür / tedebbür / taakkul) gerçekleşmeyecektir. Vedûd, Kur'an'ı ‘metin' olarak ele almakla da büyük bir vebal altındadır, diye düşünüyorum. Çünkü Kur'an ‘metin' değil, Kelâm-Zikir-Beyan'dır. Bu ifademden çok tartışma konusu çıkacağından tekrar feminist ‘eril' kavramının ideolojik yüklemelerine karşı Kur'an'da esmae kulleha kapsamında hangi kavramın ileri sürülebileceğine dönmeliyiz. Sözlükte ‘erkek; mert, yiğit' anlamlarına gelen ‘recül' kelimesinin çoğulu olan ‘ricâl' kelimesine varmış olduk. Önce Meryem'in doğuş kıssasına gitmeliyiz. İmran'ın ailesi yani hanımı (imraetu ımrâne) Allah'a bir çocuk adamıştır. Ancak çocuk ‘kız' doğunca Rabbine şöyle iltica eder:

“Rabbim! Ben kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ben ona Meryem adını koydum.” (3 Al-i İmran: 36).

Bu ayette “vada'tuhâ unsâ: ben onu kız doğurdum” ve “leysez zekeru kel unsâ: Erkek, kız gibi değildir” buyurulmuştur. Bu ayet Vedûd'un “Erillik (masculinity) ve dişilik (femininity), erkek ve dişi şahısların fıtratına işlenmemiştir” iddiasına cevaptır. Şimdi Kur'an'daki ‘Ricâl: adamlar' kelimesine dönebiliriz:

“Senden önce elçi gönderdiklerimiz, sadece kendilerine vahyettiğimiz erkeklerdi (Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim). Bilmiyorsanız o Zikri bilenlere sorun.” (16 Nahl: 43); “Senden önce gönderdiğimiz elçiler sadece vahyettiğimiz erkeklerdi (Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim). Bilmiyorsanız o Zikri bilenlere sorun.” (21 Enbiyâ: 7); “Öyle erler (rical) vardır ki onları ne ticâret, ne alım satım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz (Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey'un an zikrillâhi ve ikâmis salâti ve îtâiz zekâti), onlar gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkar.” (24 Nur 37); “Müminlerden öyle erler (Minel mu'minîne ricâlun) vardır ki Allah'a verdikleri sözü yerine getirdiler; kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir; (verdikleri sözü) hiçbir şekilde değiştirmediler.” (33 Ahzab 23);  Ebediyyen orada namaz kılma. İlk günden takva üzerine tesis edilen (kurulan) mescid, orada namaz kılmak için elbette daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi (kalbini temizlemeyi, arınmayı) seven adamlar (ricâlun) vardır. Ve Allah, temizlenmiş olanları sever. (Lâ tekum fîhi ebedâ, le mescidun ussise alât takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbul muttahhirîn) (9 Tevbe 108).

Anlaşılan o ki ‘Ricâl' Allah'ı anan, namaz kılan, zekât veren, temizlenen (muttahhirîn), Allah'a verdiği söze sadık (sadakû), ticaret ehli kişilerdir. Buradan hareketle Batılı entelektüellerin Kilise mensubu erkekleri, siyasi iktidarları kullanan aktörleri kastederek vardığı ‘eril' kavramının, İslâm'ın öne çıkardığı ‘erkek=recül' kavramıyla karşılanamayacağı söylenebilecektir. Böylece Türkiye'de ‘eril tahakküm' kavramıyla imal edilmiş ‘kadın sorunu' üzerine konuşan-yazan dindar örtülü entelektüellerin Batılı kavramsal, zihnî zeminde düşünmekten kurtulamadıklarını da ifade etmiş oluyoruz. Bu nedenle Yıldız Ramazanoğlu'nun “Kadın erkek ayırımına gidilmeden İslâm'ın öngördüğü bilgili, dirençli ve donanımlı ‘Müslüman özne'nin oluşumunun önündeki engeller kaldırılmalı, insanların kendini gerçekleştirmesinin önü açılmalıydı” (Yıldız Ramazanoğlu, İşgal Kadınları, 2012: 94) sözlerindeki Vedûdcu etkiyi kendi düşünce cehdimiz açısından izah edici bir paradigma olarak kabul etmiyoruz.

İkinci çelişki ise, Kur'an'ın ‘ricâl' kavramını hatırda tutan başka bir söylem geliştirerek ifade edilebilecektir. Bilindiği gibi Kur'an'da iki erkek tiplemeye işaret edilmiştir: Habil ve Kabil. Kur'an bu iki erkek tiplemeden Habil'in tavrını makbul buldu ve O'nun kurbanını onayladı. Böylece Kur'an'ın önerdiği ‘erkek karakterin' Allah'ı anan, namaz kılan, zekât veren, temizlenen (muttahhirîn), Allah'a verdiği söze sadık (sadakû), ticaret yapan olmak dışında ‘urf ile hareket eden' (7 Araf 99) bir ‘varlık' olduğu da söylenebilecektir. Habil, Kabil'e el kaldırmamış ve şehit düşmüştü. Biz Kabil'in sonraki yüzyıllarda Firavun'da tecelli ettiğini düşünüyoruz: “Firavun, ‘Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?' dedi.” (7 Araf 127). Müslüman erkeklerin ‘eril' kavramıyla nitelendirilmelerini haksızlık olarak görüyoruz. Müslüman kadınların da feminist söylemin kavramlarıyla düşünerek tarihe/topluma/aileye/Kitab'ın yorumuna ‘eril' nitelemesi yapmasını ‘ricâl' kavramından kopan bir ‘merkezsiz'lik sayıyoruz.