12 Nisan 2022

Haçlılar karşısında Türkiye'de Türk okçusu

Haçlı Seferleri yahut saldırıları milli hafızamızda kendi ilmi, insani ve hamasi varlığı ve muhtevası ile yer etmiştir. Bugün hala doğu-batı zihinlerinde yenilenen bir zihniyetinde temel atıf noktalarından biridir. Lakin bu yazıda tüm bu konuların ötesinde bu savaşlar silsilesinde dikkatimizi çeken bir hususu Türk okçularının buradaki yeri ve varlığına işaret etmek istiyoruz. Ok ve yay Türk hayatının savaşta ve barışta asırlar süren bir yoldaşı idi. Türkler için savaşta büyük bir stratejik ortak olmanın ötesinde destanlarında siyasi, sosyal hayatlarına kadar pek çok konuyum ifade ettikleri derin bir mana alanı ok-yay anlamlandırması içerisinde yer alır. Biz de naçizane Kadim destanlarımızdan ilham, İbn Haldun’dan fayda ile Ok-Yay Teorisi adıyla bir medeniyet nazariyesini ortaya koymaya çalışmış idik. İşte ok-yay Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların Türkiye haline gelen vatanımıza saldırıları sırasında da düşmana karşı savunma ve saldırı da Türkmenlerin önemli silahlarından olacaktır. Bu durumu Haçlı seferleri boyunca görüyoruz. Lakin biz bu yazıda ilk üç sefer ve 1101 yılı seferine yani Türkiye’ye vaki saldırılara karşı ok-yay ile alakalı bilgileri vermekle yetineceğiz.

Haçlılarla ilk ciddi karşılaşma halkın Haçlı seferini de içine alan 1. Haçlı Seferi münasebetiyle olacaktır. Büyük ordular halinde Bizans tarafından Türkiye’ye geçirilen Haçlılar 21 Ekim’de 20.000’den fazla bir ordu halinde yerleştikleri Kibotos’dan yürümeye başladılar. Bu sırada ordugâhta sadece kadınlar, çocuklar ve hastalar bulunuyor idi. Bu harekâtı haber alan Türkler de mukabil bir tedbir ile ilerlemeye başladılar. 17 Ekim’de İznik’ten hareket eden Türkler Kibotos’tan İznik’e ulaşan yoldaki Drakon köyü yanında pusu kurarak düşmanı beklemeye başladılar. Haçlılar ormanlık Drakon Vadisi’ne vardığında Türk okçuları önce atları hedef aldılar. Bu aslında Türk savaş stratejisinin basit bir tatbikinden başka bir şey değildi. Önce oklar atarak düşmanı etkisizleştirme daha sonra ise süngü ve kılıçla saldırıp yok etme. Bu taktiği Salur Kazan’ın Yedi başlı ejderhayı öldürmesinde Dede Korkut destanında da görmekteyiz. Savaşın devamında Türkler, binicilerini sırtlarından atan atları ürküterek geriden gelen yayaların üstüne sürmüşler; paniğe kapılan dağılıp karargâha doğru kaçan Haçlıların hepsini kılıçtan geçirmişlerdir. Böylece Haçlılar Türk okçuları ile tanışmışlar ve yok edilmişlerdir.

Türk okçusunu bundan sonra Haçlı saldırında 1101 seferi münasebetiyle görmekteyiz. Bu sefer Haçlı Seferleri Tarihinde Haçlıların neredeyse üç büyük ordusunun tamamen yok edilmesi nedeniyle olsa gerek sıralama da pek sayılmaz. İşte bu savaşlardan birinde 5 Eylül’de Haçlılar, Ereğli Irmağı’nın yer aldığı Akgöl Ovası’na vardıklarında susamış halde ırmağa koşmuşlardı. Bu sırada Türkler yine benzer bir taktik ile pusuda beklemekteydiler. Suyun karşı yakasında pusuda konuşlanan Türkler aniden ortaya çıkarak Haçlıları mutat olduğu üzere ok yağmuruna tuttular. I. Kılıç Arslan, Danişmendli Gümüştekin, Harran Emirî Karaca ve diğer Türk beylerinin idaresindeki atlı birlikler Haçlıları çembere aldı. Kaçışmaya çalışan Haçlılar Türk okçuları tarafından öldürülürken harp meydanında yer alanlar da kılıçtan geçirildi. Böylece görüleceği üzere Haçlılar bir kere daha Türk savaş taktiği önünde yenilgiye uğramışlar ve dağılarak yok olmuşlardır.

Haçlı Seferleri çağında Türkiye mütemadi saldırılara uğramaya devam edecektir. Urfa Kontluğunun Zengiler tarafından yıkılması üzerine Haçlı ateşi yeniden harlar. 2. Haçlı Seferi Türk okçusunu gördüğümüz diğer bir sefer olacaktır. Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesûd (1116-1155), Haçlıların Türkiye’den geçmesini önlemek için büyük bir ordu topladığı görülmektedir. Sultan Haçlılara saldırı için uygun mevki ve zamanı kollamaktadır. Haçlıların ilk kafilesini oluşturan Almanlar, Türk topraklarına girdiklerinden itibaren açlık ve susuzlukla boğuşmaya başladılar. Bunun yanında taktik icabı yine bölgeyi muhasara eden Türk okçularının hücumlarına da maruz kalmaya başlamışlardı. Uyguladıkları taktik gereği Türkler ilk olarak daha küçük birliklerle Haçlıların gücünü anlamak ve vaziyetlerini tespit maksadıyla artçı birliklerine saldırarak Haçlılara büyük zayiat verdiler. Bu saldırıları mütemadiyen sürdüren Selçuklu Türkleri geride kalan askerlere saldırmaya devam ettiler. Haçlıların ilerleyişi de kolay olmayacaktı. Alman Haçlıları Denizli’den Antalya’ya ulaşan meşakkatli yolda zor ilerlemekteydi. Hava kötü, açlık amansız idi ve orduyu yol boyunca taciz eden Türk okçuları bu zorlu yolu Haçlılar için iyice katlanılmaz hale getiriyorlardı. Türk ordusu Haçlılara Türkiye’nin geçilmezliğini gösteriyor ve okçular yol boyunca büyük kayıplar vererek çok az bir sayıda askerle ancak Kudüs’e doğru yollarına devam edebiliyorlardı. Netice 2. Haçlı Seferi hiçbir sonuç alınamayan bir başarısızlık olarak sona erecektir.

Selahaddin Eyyûbî’nin Kudüs’ü ele geçirmesi 3. Haçlı Seferi’nin başlamasına yol açacaktır. Haçlılar yedikleri bu ağır darbeyi telafi için büyük Avrupa krallarının idaresinde sefere çıkacaklardır. Almanların Türkiye’de ilerlemeye çalıştığı ve Friedrich Barbarossa’nın Silifke çayında boğulması ile sonuçlanan girişim Haçlıların geçilemez gördükleri Türkiye’den son geçme teşebbüsleri olacaktır. Bu sefer esnasında da Türk okçusunun varlığını görüyoruz. Bu sefer vesilesi iyi hazırlanmış, düzenli ve aşılması zor görünen Alman ordusunun büyüklüğü sebebiyle endişelenen Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan (1155-1192) Haçlılarla açık bir savaşa yerine vur kaç usullerini tatbik etti. İşte bu esnada Türk okçuları, Balıkesir-Alaşehir istikametinde güneye ilerleyen ve Bizans’ın hudut şehri Denizli’den geçerek Selçuklu topraklarına giren Alman Haçlılarını takip ederek taciz edip yiyecek arayanları yakalamaya çalıştılar. Nihayetinde Alman imparatoru hayatını kaybedince harekât başarısız olmuştur. Haçlılar bu seferden sonra bir daha Türkiye’ye yönelmeyerek müteakip saldırılarında deniz yoluyla Kudüs’e yöneldiler.

Haçlı saldırılarına dair daha genel bir çalışma yapıldığında görülecektir ki ok-yay bu seferlerde Türklerin Haçlılara karşı en önemli donanımlarından olmuştur. Türk Okçuluk Tarihi açısından bu meseleyi ele alarak bu seferler sırasında Türk okçusunun yerinin tespit bakımından görüleceği üzere Türk okçuları Haçlılara göz açtırmamışlardır. Türk Okçuluk Tarihine dair yapmaya çalıştığımız incelemelere mütevazi bir katkı olmasını dilediğimiz bu yazı ile vatan savunmasında Türk okçusunu da yad etmiş olduk.

Gelenekli Okçuluğun ülkemizde yeniden canlandığı bu devirde Ankara Altınyay Okçuluk Araştırma Derneği gibi pek çok gönüllü grup bu geleneğin hatırlanıp yeniden kültür hayatımıza yer alması için gayretlerini Geleneksel Türk Okçuluğu Federasyonu çatısı altında sürdürmektedirler. Türklerin bu kadim silahının sadece bir silah olmanın ötesinde farklı manalar taşıdığını, kültürel değerinin çok katmanlı olduğunu ifade ile bitirelim. Haçlılara dur diyen oklarımız bugün mefkûre yolunda Türk çocuklarının kendini bilmesi ve geleceğe bu güçle yürümesi için uçmaya Ya Hakk nidalarıyla devam etmektedir.