HAKKINDAKİ İDAM KARARINI ONAYLAYAN ŞEYH
Değerli Okuyucu, aleyhinde verilen idam kararını onaylayan bir şeyh vardı tarihte. O, Hicrî 760, Milâdî 1359 yılında dünyaya geldi. Babasının dizi dibinde ilköğrenimini yaptıktan sonra, tahsil hayatına Bursa, Konya, Şam, Bağdat ve Kudüs’te devam etti. Devrinin en önemli ve en bilge adamlarının öğrencisi oldu. Hadis, fıkıh, kelâm, tefsir, gibi dinî ilimlerin yanında mantık, felsefe ve astronomi de okudu. Kudüs'teki o meşhur veba salgınının can aldığı yıllarda Mescid-i Aksâ’da İbnü’l-Askalânî gibi önemli bir hocadan hadis dersleri aldı.
Tıpkı göçmen kuşlara benziyordu o; bir ilim
merkezinden diğerine uçuyordu; Kudüs’ten sonra Kahire’ye geçti. Orada sabaha
kadar süren ilmî bir toplantıya katıldı ve dikkatleri üzerine çekti. Zaman
içinde Mübârek Şah’ın gözde bir öğrencisi oldu; ondan da, mantık ve felsefe
gibi aklî ilimleri tahsil etti.
Mübârek Şah’ın öğrencisi olmakla kalmadı.1383
yılında onunla birlikte Mekke’ye gitti ve hac ibadetini eda eyledi. O günlerin
zor şartlarında Medine’ye geldi, genç bir hacı olarak Ravza’yı ziyaret edip
gözyaşı döktükten sonra, “Ana gibi yar,
Bağdat gibi diyar olmaz!” diye methedilen şehre döndü.
Câzibe Hatunla Dünya Evi
Bağdat’ta da bir güneş gibi dikkatleri üzerine
çekti ve bir gün Sultan Berkuk’tan
bir davetiye aldı. Bu davetin maksadı, sultanın oğlu Ferec’e hayat koçluğu
yapmaktı. Tam üç yıl süren bu görevi sırasında Sultan Berkuk’un, sarayda
düzenlediği bütün ilmî sohbetlerde dikkatleri üzerinde toplayan biri oldu. Ve
bu ilgi onun, sarayda yetişen Câzibe hanımla evlenmesine kapı araladı.
O ve Tasavvuf
Tahsil hayatı boyunca tasavvufa karşı hiç ilgi
duymamıştı, hatta tasavvuf karşıtı görüşlere sahipti. Ama evlilik, onun
tasavvufa karşı olan tavrını yumuşattı, çünkü bu sahada şeyh olan bir bacanağı
vardı. Bir süre sonra bacanağı Ahlatlı
Şeyh Hüseyin’e intisap etti. Zaman içinde çilesini doldurdu ve müritlikten
şeyhliğe terfi etti.
Sürekli olarak ilmi
toplantılara katılan, fikirleriyle dikkat çeken ilginç bir şeyhti o. Nitekim
Tebriz’de de Timur’un otağında
İranlı âlimlerle yaptığı tartışmaların galibi hep o oluyordu. Cevval ve parlak
bir zekâ sahibi olan bu adam, Timur’un da dikkatini çekmiş, takdirini kazanmış,
hatta kızını onunla evlendirmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıkça ona
söylemişti.
Mütekait Değil, Müteharrik Adam
Evet, bu Şeyh, kesinlikle yerinde durmayan ve
sürekli hareket hâlinde olan bir şeyhti. Konya’ya geldi, orada da büyük bir
ilgi gördü, ama o, bu ilgiye iltifat etmedi, Tire’ye geldi. Burada isyan
hareketinin ileri gelenlerinden olan Börklüce Mustafa ile tanıştı ve sonra da
bir davet üzerine Tire’den, Sakız adasına geçti. Orada, adanın ihtida eden
(Müslüman olan) yöneticisini de
müritleri arasına kattı.
Sonra Kütahya’ya geçti ve burada da meşhur
Torlak Kemal ile tanıştı. Bursa ve Aydın ziyaretlerinden sonra Edirne’ye döndü.
Bir Süre Münzevi Bir Hayat
Şeyhimiz, Edirne’ye döndükten sonra münzevi
bir hayat yaşamayı tercih etmişti. Ama bu hayat tarzı pek uzun sürmedi, çünkü o
dönemde şehzadeler mücadelesi başlamış ve Şeyh efendi de bu mücadelede taraf
olmuştu. Bu taraf olmanın meyvesini görmüştü. Zira, Edirne, Yıldırım Bayezid’in
oğlu Musa Çelebi’nin hâkimiyeti altına girmiş (1411) ve şeyh efendimiz de
kazaskerliğe atanmıştı.
Dünya bu, bin bir çeşit hâli var, gün geldi
kazaskerimiz mağlup oldu ve ailesiyle birlikte İznik şehrine sürgün edildi. Aç
sefil bir hayat yaşamasın diye de kendisine 1000 akçe maaş bağlandı.
Şeyh, bir süre İznik’te kaldıktan sonra bir
gün buradan gizlice ayrıldı, Kastamonu’ya geldi ve Sinop Limanı’ndan bir
gemiyle Rumeli yakasına geçti. Önce Zağra’ya, oradan da Silistre ve Dobruca’ya
şeref verdi. İkametgâh olarak ise Deliorman’ı tercih etti.
Şeyh, Siyasetin Odak Noktasında
Münzevi bir hayat, onun fıtratına uymadı. Şehzadelerin
birbiriyle olan mücadelesinde o da taraf oldu ve müridlerinden
Börklüce Mustafa, Torlak Kemal gibi ihtilâlci adamlarını ülkenin
her tarafına göndererek bu kavganın içine soktu. Soktu sokmasına amma şeyh ve
bütün adamları ülkenin her tarafında Çelebi Sultan
Mehmed’in askerlerine mağlup oldu. Ve Şeyh de, Serez’de bulunan
padişahın huzuruna getirildi.
Padişah, onun değerli bir din âlimi olduğunu
ve siyasi hareketinin de bir yönüyle dinî nitelik taşıdığını göz önüne alarak,
“Buyruğumdur, kellesi vurula!”
emrini vermedi. Bunun aksine, şeyhin yargılanması için ilim adamlarından bir heyet
kurulmasını emretti.
Bu heyet oluşturuldu. Üyeler tarafından,
şeyhin bütün faaliyetleri bir bir incelendikten sonra, görüşlerinin dinî
hükümlerle bağdaşmadığına, faaliyetlerinin devlete karşı isyan sayıldığına,
malının ve ailesinin korunması kaydıyla kendisinin idam edilmesine karar
verildi. Rivayete göre, Şeyhe bu karar bildirildiğinde kendisi de bu kararı
onayladı.
Ve Miladi takvim 1420 yılını gösterirken o, bu
karar gereğince Serez’de idam edildi ve burada defnedildi.
Şeyhin İlmî Kariyeri
Uzmanlar, onun İslâmî ilimlerden bilhassa
fıkıh ve tasavvufta parlak bir isim olduğunu hatta müçtehit derecesinde güçlü
bir âlim olduğunu söylerler.
Ama o, bir yandan siyasî faaliyetleri, bir
yandan tasavvufî ve felsefî görüşleriyle daha çok dikkat çekmiştir.
O, tasavvufî keşfin, ancak Allah’a yönelmek,
kalbi arındırmak ve peygamberlerin yolundan gitmekle gerçekleşebileceğini
söylemiştir.
Müritleri tarafından kerametleri de olduğu
söylenen Şeyh, vahdet-i vücut anlayışına sahip bir mutasavvıftır.
Bu anlayış gereği, uzmanların zayıf bir hadis
olarak bile görmedikleri “Ben gizli bir
hazine idim; bilinmek istedim ve bilineyim diye halkı yarattım!”
sözünü şeyhimiz şöyle yorumlar: “Yaratma
O’nun zuhûrundan başka bir şey değildir. Gerçek varlık Hakk’ın varlığından
ibarettir.”
Vâridât adlı eserinde, cennet- cehennem,
melek- şeytan, ölümden sonra yeniden diriliş konularında da, devrin
kelamcılarından farklı düşünceler ileri sürmüştür. Meselâ, şu cümle ona aittir:
“Öyle bir zaman gelir ki, insan türünden hiç kimse kalmaz; sonra topraktan
anasız ve babasız yeni bir insan doğar ve o nesillerle devam eder” (Vâridât, s.
73).
Ne Dediler?
Aziz Mahmud Hüdâyî gibi bazı şeyhler onu
tekfir ederken aynı ekolden gelen bazıları da, zamanının çoğunu riyâzet ve
mücâhedeye ayırması sebebiyle onu överler ve bir deha olarak görürler. Bazıları
da, onun gösteriş ve alışkanlıklara dayanan ilim ve ibadetinin “İblis’in taati”
gibi bencillik ve böbürlenmesine sebep olduğunu söylerler.
Eserlerinde açıkça beyan edilmemesine rağmen “El-iştirâk fî emvâl ve’n-nisâ” kuralı,
şeyhe mal edilmiştir. Yani Şeyh, özel mülkiyete karşı olmakla, ayrıca kadın
erkek bir arada sazlı içkili âyinler düzenlemeye cevaz vermekle ve İbâhîliği
savunmakla suçlanmıştır. “
Bazıları da Şeyhi savunmuşlardır. Meselâ,
Taşköprizâde, onun mâsumiyetine inandığı için “...yakalandı ve haksız yere öldürüldü” ifadesini kullanmıştır. Bursalı
Mehmed Tâhir de, şeyhe yöneltilen ithamların Vâridât’ı iyi anlayamamaktan
kaynaklandığını söylemiştir. Gölpınarlı
da, şeyhi Şiîlikle itham edenlere: “Hiçbir
ilgisi yoktur!” cevabını vermiştir.
Şeyhin müritlerinden bir kısmı, daha
sonraları, “Bedreddin Ocağı” diye bir akım oluşturmuşlar ve bu ocağa mensup
olanlar Bedreddin’in ölmediğine, günün birinde tekrar gelerek âlemi nizama
koyacağına inanmışlardır.
Kimdi ve Nereliydi Bu Şeyh?
Bir zamanlar ülkemiz gençliği sağcılar-
solcular diye gruplara ayrılmıştı. İşte böyle bir dönemde o şeyh,
solcularımızın PÎR edindiği bir adam olmuştu.
Bazı kaynaklarda onun adı “Şeyh Bedreddin
Simavî” olarak yazıyor; Simavî, yani Simavlı Şeyh Badreddin. Ama bazı kaynaklarda da “Simavna kadısının
oğlu” şeklinde yazıyor.
Bu konuda araştırmaları olan Orhan Şaik Gökyay, “onun babası kadı
falan değil; gazi (savaşçı) idi. Zaten doğduğu tarihlerde sözü edilen mekân
küçük bir köydü, kadı falan da yoktu orada” diye bahseder Şeyhten.
Gazeteci ve araştırmacı Alaattin Gürırmak’ın
bir makalesinde, Şeyhimizin Simavnavî değil; Simavî olduğu özetle şöyle ifade edilir:
Şeyh Bedreddin'in doğum yerleri tam 4
tanedir...Biri de Kütahya’nın Simav'ıdır. Simav’ın Şeyh Bedreddin ile ilgili
izleri şöyledir. 1-Şeyh Bedreddin Cami,2- Şeyh Bedreddin Bağları. 3-Şeyh
Bedreddin Sübyan mektebi. 4-Şeyh Bedrettin Cadde ve sokağı,5-Şeyh Bedrettin
merası, 6- Şeyh Bedreddin arsası.
Doğum tarihi 1358 yılı olan Şeyhin, bu tarihte
Yunanistan sınırlarında yer alan ve Edirne'ye 20 kilometre uzaklıktaki Simavna köyü,
şeyhin doğum yeri olamaz. Çünkü Edirne'nin fethi 1362 yılıdır. Ayrıca
Osmanlı'nın, o tarihlerde 35 Hanesi Müslüman, 17 Hanesi Hıristiyan olan 52
hanelik böylesi küçük bir yerleşim merkezine kadı falan ataması da mümkün
değildir...
Oysa aynı tarihte Simav, Türk sınırları içinde
ve o yıllara göre büyükçe bir nüfusu sahiptir... Şeyh Bedreddin’in Simavnakadısıoğlu
olarak bir unvanı varsa, Simav doğumlu
olduğuna işaret eden SİMAVÎ vasfı da vardır.
Şeyhin Eserleri
1. Leṭâʾifü’l-işârât.
Fıkıh alanında yazdığı ilk eserdir. Bu eser, onun fıkhî meselelere vukufunu ve
müçtehid derecesinde bir hukukçu olduğunu göstermesi bakımından büyük önem
taşır.
2. Câmiʿu’l-fuṣûleyn.
Müellifin Edirne’de kazaskerliğe tayin edildikten sonra telif ettiği, kazâ ve
mahkemeyle ilgili konuların ağırlıkta olduğu muamelâta dair bir fıkıh
kitabıdır.
3. Vâridât.
Müellifin, felsefî, tasavvufî, kelâmî ve diğer fikrî konuları içeren en önemli
eseridir. Şeyh, bu eserdeki düşüncelerinden dolayı da yoğun tartışmalara yol
açmıştır.
Velhasıl
Özet olarak anlatmaya çalıştığımız bu şeyhin
sevenleri, 500 sene sonra onun kemiklerini İstanbul’a taşıdılar. Şöyle ki, 1924
yılında Türkiye ile Yunanistan arasında bir nüfus mübadelesi yapıldı. Ve bu
sırada Türkiye’ye gelen göçmenlerden bazıları, şeyhin kemiklerini de İstanbul’a
getirdiler ve çeşitli yerlerde muhafaza ettiler. Nihayet bu kemikler,1961
yılında Sultan Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesinde bulunan hazîreye
defnedildi. Ayrıca Simav’da olduğu gibi
Bursa’da da onun adını taşıyan sokak ve mescit, Edirne’de bir zâviye, Konya’da
da bir mescid mevcuttur.
Evet, böyle bir Şeyh vardı tarihte. Hatasıyla
sevabıyla bu dünyadan göçüp gitti. Biz de, ölenlerimizi hayırla yadetmek
kuralına uyarak “Allah ona rahmet eylesin” diyoruz. Vesselam.
NOT: Bu makale TDV İslâm Ansiklopedisi kaynak
alınarak hazırlanmıştır.